GEÇTİĞİMİZ cuma günü bir üniversitede gençlerle birlikte olduk.
Onlara Türk basınının kurşun döneminden dünyanın en ileri teknolojisine geçiş evrelerini anlatmaya çalıştım. Üniversiteye giderken konuyu iki açıdan anlatmaya karar verdim. Birincisi yukarda belirttiğim gibi teknolojik gelişim açısından, ikincisi ise yapısı, içeriği, ilkeleri ve sorumluluğu bakımından. Size üniversitenin adını vermeyeceğim. Nedeni öğrencilerin duydukları tedirginlik. Beni ciddi şekilde düşündüren bu tedirginliği sizlerle paylaşmak istiyorum. Konuşmanın birinci bölümü sona erdikten sonra basının bugünkü sorunlarına girdim. İktidarın basına dönük baskılarını örneklerle anlattım. Gazete patronlarına, yazarlara ve muhabirlere uygulanan ve basın özgürlüğünü ciddi şekilde engelleyen stratejiler hakkında somut bilgiler verdim. Konuşma tamamlanınca soru-yanıtlara geçildi. ¡ ¡ ¡ Öğrencilerin sorularından toplum üzerindeki baskıların sokaktaki insanları da çok huzursuz ettiği anlaşılıyordu. Baskılar, dinlemeler, soruşturmalar, tutukluluklar ve yargılamalar... Konu döndü dolaştı, Silivri yargılamaları üzerine yoğunlaştı. Gençlerin kafasının karışık olduğunu gördüm. Bunun üzerine onlara Silivri’ye gidip duruşmaları izlemelerini önerdim. Böylece yargılamalar hakkında daha net bilgiler edinebileceklerini söyledim. Öğrenciler içeri girip giremeyecekleri sordular. Hiçbir sorun çıkmayacağını söyledim. Bu kez bazı öğrenciler duruşmaları merak ettiklerini ama gitmeye çekindiklerini söylediler. Kimliklerinin belirlenmesinden endişe ediyorlardı. Bir kız öğrenci, “Gidersem başımın belaya gireceğinden korkuyorum. Onun için gitmeyi göze alamıyorum” dedi. Aynı endişe ve korkuyu öteki öğrencilerin de paylaştığını gördüm. Onlara “İşte ben de size bunu anlatmaya çalıştım. Yaşadığımız olaylar, insanların dinlenmesi, imzasız ihbar mektuplarıyla tutuklanıp cezaevine atılmaları sonucunda bir korku toplumu yaratıldı. Ne yazık ki toplum bu noktaya getirildi” dedim. ¡ ¡ ¡ Oysa çizgilerini iktidara göre belirleyen, yandaş cephede yer alıveren yazarlar Türkiye’de özgürlüklerin geliştirildiğini savunup duruyorlar. Onlar, üniversitelerde öğrencilerin tedirginliğini, halkın telefonla konuşmaktan korkar hale geldiğini, işadamlarına, sendikalara, sivil toplum örgütlerine ve basına yapılan baskıları görmezden geliyorlar. Onlara göre, Türkiye’de bugüne kadar konuşulmayan konular serbestçe konuşuluyormuş. Bu tarihi değerde bir özgürlük kazanımıymış. Bu arkadaşlarımız sanırım başka bir dünyada yaşıyorlar. Basının ne büyük zorluklarla çalıştığının bile farkında değiller. Muhabir arkadaşlarımızın Başbakan kızmasın diye kendisine soru sormaya çekindiklerini bilmiyorlar mı? İktidarı eleştirmenin giderek olanaksız hale geldiğini görmüyorlar mı? Gazeteciler, yazarlar, bilim adamları, askerler, hatta devleti ele geçiren cemaat misyonerlerinin yaptığı tertiplere karşı çıkan polisler bile içeri tıkılmıyor mu? AİHM’ye hükümet tarafından atanan kadın yargıç bile tutuklulukların makul süreleri aştığını söyleyip buna isyan etmiyor mu? Bütün bunlara rağmen yandaş basına göre demokrasi görülmemiş oranda gelişiyormuş. Sormak zorundayız. Hangi demokrasi? İnsanları korkutan demokrasi mi? Yoksa otokrasi mi?