Bir gazetecinin İran notları

ATLAS Dergisi’nin Genel Yayın Yönetmeni Özcan Yüksek, İran’dan yeni döndü. İzlenimleri ilginç. Hep birlikte okuyalım:

"İki yıl önce gitmiştim İran’a, o zaman Ahmedinejad henüz başa geçmemişti. Bir de geçen ay gittim ve üç hafta kaldım.

İki yıl önceki İran, sosyal yaşam açısından daha serbestti.

O zaman kadınlar başörtüsünü yarım örtüyordu, ayak bilekleri de belirli oranlarda gözüküyordu.

Şimdi ise saçlar konusunda en küçük bir hoşgörü yok. Bilekler yüzde yüz örtülü. Bütün kadınlar siyah giyiyor.

Aslında İran’a bin yıllık konuları araştırmak için gittiğimden günlük hayatla ilgilenmek istemiyor, görmemeye, sormamaya çalışıyordum.

Ama yabancı olduğum anlaşıldığı için, pek çok İranlı yanıma yanaşıyor ve rejimden yakınıyordu.

Gördüğüm kadarıyla çok çaresizdiler.

* * *

Konuştuğum insanlar bana, halkın yüzde doksanının molla rejimine karşı olduğunu ileri sürüyorlardı.

Uçakta, çarşıda, otel lobisinde, çayhanede insanlar hep yanıma gelip yakınıyordu. Kimileri ısrarla beni evlerine davet ediyordu. Gitmek istemediğim için hep çeşitli bahaneler ileri sürdüm.

O kadar yoğun ısrarlarla karşı karşıya kaldım ki, bazılarını atlatamadım ve evlerine konuk oldum.

Hepsi molla rejiminden bıkıp usandıklarını anlattı.

İki yıl önce, insanlar, daha çok İslam dini ile rejim arasındaki ayrıma dikkat çekiyorlardı.

Şimdi ise durum çok daha değişik bir havaya bürünmüştü. Çünkü görüştüğüm kimseler arasında, İslam dinini suçlayan, ’Bizim peygamberimiz Zerdüşt’ diyen pek çok sıradan insan vardı.

Rejimin, halkı İslam’dan nefret eder hale getirdiğini söylüyorlardı.

* * *

İran anayasasında, kadınları kısıtlayan pek çok kural var. Bunlardan en önemlisi, kadınların cumhurbaşkanı ya da yargıç olamayacağı şeklindeki açık hüküm...

Fakat, kadınların şarkı söylemesinin yasak olduğunu bu gidişimde öğrendim.

Kasetten dahi kadın sesiyle şarkı söylemek yasaktı, yani Farsça deyimiyle, ’memnu!’

Tabii, içkinin, eğlencenin her türlüsünün de memnu olduğunu söylemeye gerek yok.

Özellikle akşam geç saatlerde, Tahran caddelerinde polisin, araçlardaki kadınların saçlarını, makyajlarını kontrol ettiğini, kurallara uymayanları tutukladığını, yine başkentin merkezinde bu tutukluların konulduğu tutukevinin önünün her zaman kalabalık olduğunu gözlerimle gördüm.

Polisin kadınlar üzerindeki baskısı korkunçtu.

Bunun kadınlar üzerinde nasıl bir korku yarattığına da tanık oldum.

Beni otomobilleriyle gezdiren İranlı arkadaşlarımın yanında kız arkadaşları vardı. Bu çevirmelerde onların nasıl korktuklarını gördüm.

Bir çevirme sırasında hem kadınların hem de bizim başımız ciddi şekilde belaya girebilirdi. Aslında bu gazetecilik açısından işime gelirdi ama araştırmam yarım kalır diye ben de korktum.

Neyse ki şansımıza bizim araba hiç çevrilmedi.

İran’a gittiğim her iki sefer de dini bakımdan önemli günlere rastlamıştı.

Birinde Kerbela törenleri vardı, birinde ise Hz. Muhammed’in kızı Zeynep’in ölüm yıldönümüydü.

Şunu da öğrendim; böyle ’yas’ tatillerinde Tahran boşalıyormuş.

Halk biraz nefes alabilmek için, o kábus dolu yaşamdan biraz olsun kurtulabilmek için Hazar kıyısı başta olmak üzere tatil yerlerine kaçıyormuş."
Yazarın Tüm Yazıları