OSMANLI İmparatorluğu ilk borçlanmasını 1854 yılında Kırım Savaşı’na girdiğinde yaptı.
Savaş giderlerini karşılamak için alınan borç, zamanında ödenemedi ve yeni borç alındı.
İmparatorluk çağa ayak uyduramadığı için aslında iflas etmişti.
Borçlarını ödeyebilmek için sürekli borç almaya başlamıştı.
Yıllar ilerledikçe borç sarmalı içinden çıkılmaz hale geldi.
1875’te Padişah Abdülaziz bir memorandum yayınladı ve devletin iflas ettiğini dünyaya açıkladı.
Dağlar gibi biriken borçlar koca imparatorluğu yıkmıştı.
Bunun üzerine alacaklı ülkeler paralarını tahsil edebilmek için "Düyun-u Umumiye" diye bir kurum oluşturdular ve imparatorluğun gelirlerine el koydular.
İmparatorluk bütün kaynaklarını alacaklılara ipotek etmesine karşın borçlarını bitiremiyordu.
İçinden çıkılamaz bir kısırdöngüye sürüklenilmişti.
* * *
Yeni alınan borçlar verimli kullanılmıyor, artı değer yaratılamıyor, borçlar büyüyordu.
Bu kısırdöngüden kurtulamamanın nedeni imparatorluğun çağın gelişimine uyak uyduramamasıydı.
Osmanlı’da hákim olan köktendinci kafa, her yeniliğe dini bahane ederek karşı çıkıyordu.
Bu yüzden matbaa tam 300 yıl geç geldi. Bu da bilgi toplumu olmayı geciktirdi.
Oysa Batı, matbaanın sayesinde bilgiyi tüm topluma yaymış, bu sayede teknoloji geliştirilmiş, sanayi devrimini tamamlamıştı.
Genç Osman ile III.Selim kötü gidişi gördü. Ancak onlar da gericiler tarafından öldürüldü.
İsyan çıkaran çapulculara boyun eğildi ve yeniliklere dönük adımlar atılamadı.
II.Mahmud bu yüzden felç geçirip kahrından öldü.
Bu padişahın döneminde açılan Batılı tarzda okullar "Ulema"nın hışmına uğradı.
Bu geri kafalı insanlar "Bu okullarda Kuran okuyan çocukların ayakları yere değmiyor.Bu dine aykırıdır.Onun için bu okullar kaldırılmalıdır" dediler.
Padişah, bunlarla pazarlık yapmak zorunda kaldı. Sonunda "Öğrenciler Kuran okurken sıraların üzerine bağdaş kursunlar" diye bir orta yol bulundu.
Bu çağdışı komik uygulama yıllarca sürdü.
* * *
Yine II.Mahmud döneminde İstanbul’da başlayan kolera salgını halkı kırıyordu. Kenti fareler basmış, kuyular farelerle dolmuştu.
Padişah, Avrupalı doktorların önerilerine uyarak kenti karantinaya almak istedi. Ancak Şeyhülislam karşı çıktı ve şu fetvayı verdi:
"İçine fare düşen kuyunun suyunu besmele çekerek yedi kere değiştirin, mikrop falan kalmaz tertemiz olur, karantina dinimize aykırıdır."
Fetvanın gereği yapıldı ama kolera bitmedi. 7 yıl süren salgın İstanbul halkını kırdı.
Çağdaş atılımları yapamayan imparatorluk borçlarının altında ezilip paramparça oldu.
Tarihte yaşanan bu ilginç ve ibret alınacak olayları, Orhan Çekiç’in belgelere dayanarak yazdığı "Samsun’dan Erzurum’a" adlı araştırma kitabından özetlemeye çalıştım.
"Tarih tekerrürden ibarettir" derler... Ne yazık ki ülkemiz 1950’den sonra aynı borç sarmalının içine bir kez daha yuvarlanmıştır.
Düyun-u Umumiye gitmiş, IMF gelmiştir. Bugün de borç alarak borç ödüyoruz. Ama tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi borçlarımız azalmıyor, artıyor.
Ama halkımızın güvenine mazhar olan AKP’ye bakarsanız "Türkiye ak yıllara uçuyorrrrr..."