Paylaş
John Bass’i gördüm. Salata barının önünde... Ankara’daki Amerikan elçiliğinin önümüzdeki sonbahardan itibaren halkla ilişkiler müsteşarı olacak diplomatla ayaküstü konuşuyorlardı. Rahatsız etmek istemedim. Beş dakika sıra bekleyip bir sandviç aldıktan sonra kasaya giderken müstakbel Ankara büyükelçisini aynı yerde konuşurken görünce bu kez yanlarına gittim. Ve kendimi tanıttım. “Ankara’daki yeni dönemi konuşuyorsunuz sanırım” dedim. Güldü. “Hayır” dedi, “Kafkasları konuşuyorduk. Biz eskiden de Kafkaslar için beraber çalışmıştık.”
*
ANKARA’ya son 20 yıldır gelen Amerikan büyükelçilerine bakın. Önümüzdeki haftalarda Beyaz Saray’ın duyurusunu yapacağı yeni sefir Bass’in birçok açıdan farklı olduğunu görürsünüz. Evet doğru, tıpkı Marc Grossman gibi (1994-1997) o da Bakan’ın özel kalem müdürlüğü görevinden geçecek. Ama Grossman gibi Bakanlık’taki kariyer merdivenlerini hızla tırmanmış biri değil.
Evet, Robert Person (2000-2003) gibi onun da 2004’ten 2005’e dönemin Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin yanında edindiği bir Beyaz Saray tecrübesi var. Ama Pearson gibi Ankara’ya 57 yaşında değil, 40’larında görece genç gidiyor.
Kabul, Frank Ricciardone (2011- ) gibi o da İtalyanca ve Fransızca biliyor. Ama büyükelçi olmadan önce Türkiye’de iki kez görev yapmış Ricciardone’nin aksine, Bass Ankara’ya ilk kez gidiyor.
Ya da haklısınız, Jim Jeffrey (2008-2010) gibi o da 2008-2009 arası Ankara’ya gelmeden evvel Irak çalışmış. Ama ciddi bir Ortadoğu uzmanlığı olan Jeffrey’nin aksine Bass’in Irak’taki sorumluluğu politik değil, idariydi. Hadi diyelim ki onun da Ankara’ya gelmeden Bakü büyükelçiliğini üstlenmiş Ross Wilson (2005-2008) gibi Gürcistan’da 2009-2012 arası edindiği Kafkaslar’da bir büyükelçilik tecrübesi var. Ama Türkiye’ye uzun bir kariyerin ardından son durak olarak giden Wilson’ın aksine, o daha işin başında.
Ya da öyle olsun, o da tıpkı 1 Mart 2003 tezkeresi sonrası gelen Eric Edelman (2003-2005) gibi 17 Aralık operasyonu sonrası yaşananları düşünürseniz Türkiye’de anti-Amerikancılığın yükseldiği bir dönem görevi devralacak. Ama politik atama Edelman’ın aksine, onunki bir kariyer ataması.
Ve son olarak Moskova tecrübesi olan ve Washington’ın en önemli Rusya uzmanlarından Mark Parris (1997-2000) gibi 2000-2001 arası o da Rusya çalışmış, hatta Rusya’yı ABD’nin yeni füze savunma sistemine ikna eden en kritik isimlerden biri olmuş. Ama İsrail’i de çok iyi bilen Parris’in aksine Bass’in Ortadoğu konusunda hiçbir tecrübesi yok.
*
DEMEK istediğim, Ankara için yeni bir profil Bass. İşte bunları sıralayıp, hafta içi görüştüğüm üst düzey bir Amerikan Dışişleri yetkilisine sorduğumda ondan da aynı yanıtı aldım. “Evet farklı bir aday” dedi. “O zaman Bass’ı seçerken kriteriniz neydi” dedim. Her zaman yaptıkları gibi “Siz ne düşünüyorsunuz” deyip topu yine önce bana attı. Ben de “Belki bu farklılıklar bir avantajdır” dedim. “Daha önce tecrübesi yok, bu yüzden Türkiye’yi kendi keşfedecek. Eskiden kalma ilişkileri olmadığı için bagajı da olmayacak. Ayrıca genç, daha az tartışmalı” dedim.
“Bagajı olmayacak, güzel bir tanımlama” dedi. “Ve haklısınız, geçmişte tartışılacak tecrübeleri olmadığından Senato’dan onay alması da daha kolay olacak. Ayrıca unutmayın, Bass her sabah 8.30’da Bakan’la toplantı yapan üst düzey Bakanlık görevlileri arasında. Bu ilişki de önemli” dedi.
“Bir de onay meselesi var değil mi” dedim. “Elbette” dedi. “Frank Temmuz’da ayrılmayı düşünüyor. Bu sene ABD’de ara seçim yılı. Senatörler kampanyaları için kentte daha az süre bulunacaklar. Bu da Bass’in Senato’dan alması gereken onayı zorlaştıracak. Her durumda, Ankara’daki pozisyon bir süre boş kalacak. Bunları düşünmek zorundayız” dedi.
*
BASS’ın ardından Ankara’daki Amerikan misyonu nasıl şekillenecek göreceğiz. Kağıt üstündeki farklılıklar işe nasıl yansıyacak ben de merak ediyorum. Ama bir tahmin isterseniz. Yukarıda saydığım eski büyükelçilerin hemen hepsiyle zaman zaman görüşürüz. Ve aralarından görüşlerine en çok değer verdiklerimden biriyle de düzenli olarak onun davetiyle Cosmos Club’da buluşuruz. Sadece üyelerin ve misafirlerinin alındığı özel bir kulüp.
Bass her açıdan farklı derken, bence bu açıdan da öyle olacak. Kafetaryada ayaküstü bitmeyen o konuşmasını düşünüce. Hepsinden öte bir gün emekli olduğunda Washington’daki bir Türk gazeteciyle özel bir kulüpte buluşacak bir diplomat değil gibi. Sanki randevularını o günün popüler lokantası hangisiyse orada verecek biri.
Paylaş