Paylaş
Tarihe damgasını vuran huysuzlardan… Asık suratı… Kibri… Kimseye kıymet vermeyen haliyle de… Dışarıdan bakınca insani yönü kalmamış bir baş belası. Şimdinin Cumhuriyetçi-Demokrat saflaşmasına göre izlerseniz kafanız karışabilir. Çünkü reform yanlılığını Cumhuriyetçilerin temsil ettiği 150 yıl öncesinde yaşamış… Cumhuriyetçilerin en büyük liderlerinden olmuş bir politikacı.
Tommy Lee Jones’un o olağanüstü performansıyla… Odasında elinden düşürmediği bastonuyla otururken görüyorsunuz bir sahnede. Ve güç ne demek anlıyorsunuz. Karşısındaki Demokrat Partili ile konuşmasını… Ona istediği şeyi nasıl yaptırdığını… İstediklerini nasıl dikte ettiğini kare kare gözünüze sokuyor Steven Spielberg. Ve eski Amerikan Başkanı Lincoln’ü anlattığı filmi ‘Lincoln’de, onu dahi gölgeleyen bir karakter yaratıyor: Kongre Üyesi Thaddeus Stevens.
RADİKAL DİYE YAFTALANMIŞ
Stevens iki açıdan önemli... Birincisi, savunduğu fikirlerle kendi döneminde ‘radikal’ diye yaftalanmış biri… İkincisi ve asıl tartışmaya açık kısmı ise… Başkanlığını üstlendiği Temsilciler Meclisi tarihinin gelmiş geçmiş tek diktatörü diye adlandırılması…
Bugün uygarlığın vardığı noktaya… Ortak değer yargılarına baktığınızda Stevens asla sırıtmıyor. Çünkü radikal zannettiğiniz bir sürü fikir, zaman içinde kabul görmüş düşüncelere dönüşüyor. Bunu zaten sanırım en iyi her şeyin çok hızlı değiştiği, herkesin sırayla beş yıl öncesinin bile günahını çıkarttığı Türkiye’de yaşayanlar anlar…
Ama işin ikinci kısmı… Yani progresif bir fikri hayata geçirmek için illa diktatör mü olmak gerekir düşüncesiyse… İşte filmin önünüze koyduğu en ikircikli tartışma. Bütün kurumları oturmuş… Kuvvetler ayrılığını yerleştirmiş Amerika gibi ülkelerde bu mesele ancak bir tarih münazarası olur. Hafta başı Obama’nın yemin töreninde bir demokrasi şöleni yaşayan… Sonra Dışişleri Bakanı’nı sandalyeye oturtup Bingazi için hesap soran bir sistemden bahsediyoruz. Kimsenin bir diktatöre ihtiyacı yok. Ama iş her şeyin baştan inşa edildiği Ortadoğu’ya gelince… Batı’ya göre zamanın gerisindeki ülkelerden bahsedince… Film herkese Stevens gibi adamların gerektiğini anlatıyor.
Tartışılır tabii. “Artık dünya bu kadar entegreyken… Söz konusu ilerleme ve sivil haklar olunca, coğrafyaları çağlara ayıramazsınız” diyebilirsiniz. Fakat buradaki temel sorun da… Bu coğrafyaların zaten diktatörlerinin olması… Ama hiçbirinin Stevens gibi toplumda, o sırada radikal addedilen düşünceleri sahiplenmemesi.
Yoksa her şey o kadar kolay ki… Spielberg hikâyeyi o kadar güzel örüyor ve sizi Stevens gibi birinin iyi olduğuna o kadar güzel ikna ediyor ki… İş, elindeki gücü ilerici bir düşünceyi hayata geçirmek için kullanmaya kalıyor. Her fırsatta Atatürk’e anakronik eleştiriler getiren oportünistlerden hoşlanmadığım için lafı oraya getirmek istemiyorum. Ama kısaca… Politikanın iyi tarafı Atatürk cesareti gerektiriyor…
Spielberg’ün son numarası
Filmi izledim. Çıkar çıkmaz Spielberg’ün yardımcısı Marvin Levy’ye mesaj attım. “Lincoln Türkiye’de vizyona girmeden Spielberg’le konuşma şansım var mı?” diye. “Uğraştık ama programa sıkıştıramadık” diye sonra cevap atmış. Çünkü köleliğin kaldırılışının anlatıldığı filmin, politikada kötü yöntemlerle iyi sonuçlar da üretilebileceğini göstermesini konuşmak istiyordum. Hem köleliği kaldırarak bugün adını tarihe altın harflerle yazdıran bir başkanın, o gün bunun için nasıl adam satın almak zorunda kaldığını size en ince ayrıntısına kadar aktardığı için… Hem de hayatını kölelikle mücadeleye adamış Stevens gibi bir politikacının aslında nasıl bir diktatör olduğunu kanıtladığı için…
Paylaş