‘Hamlet’in BlackBerry’si’nde, yazar William Powers bugünkü dijital yaşamı geçmiş filozofların gözünden anlatıyor. ‘Sığlıklar’ kitabında ise yazar Nicholas Carr, teknolojinin insan beynini nasıl etkilediğini tartışıyor. İkisi de teknoloji sosyolojisi
üzerine ve ikisi de geçen ay çıktı. Kitapları özetleyip, Sokratesli iki bölüm alıntılayacağım. Fikir dediğin hurafe, gerçek olan argüman demiştim. Onda da Sokrates’in iki yazarın elinde ne hale geldiğini göreceksiniz. Bir pazar münazarası
BİRİNCİ YAZI
Hayatı boyunca tek satır kalem oynatmadı. Bütün fikirlerini öğrencisi Eflatun kağıda döktü, o konuştu. Ve yazıya karşı çıkarak, Sokrates tarihte teknoloji anksiyetesi yaşayan belki de ilk düşünür oldu. Phaedrus’a şöyle demişti bir keresinde: “Kitaplar, ruhta unutkanlık yaratır. Çünkü okudukça, kendinizi hatırlamayı bırakır, uydurulmuş yazılı karakterlere güvenmeye başlarsınız. Beyninizi tahrip edersiniz.” Bunları, Nicholas Carr’ın ‘Sığlıklar: İnternet Beyinlerimize Ne Yapıyor’ kitabından aktarıyorum. 2008’de Atlantic dergisinde yayınlanan meşhur makalesinde “Google bizi aptal mı yapıyor” diye sorduğunda da aynı şeyi söylemişti; teknolojinin beyne zarar verdiğini. Eskiden denizde bir dalgıçtık. Ağır ağır, sindire sindire keşfediyorduk. Şimdi yukarıda jet ski yapıyoruz. Hızlıca, şöyle bir bakıyoruz. Derin değil sığ. Ancak farkı... Bu sığlık bir okyanus kadar geniş. Ve altımızdaki, bizi uçuran bir jet ski. “Dijital yaşam, beynin konsantrasyon gücünü altüst etti” diyor Carr. Yeni bilginin cazibesi, hepimizi hiperlinklerin arasında bir gezgine dönüştürdü. Ama kimin yüzünden diye soruyorsanız... İnternetin suçu değil. Maymun iştahlılık insanın doğasında var çünkü. Ve dijital devrimin tek yaptığı, bu zayıflığı ortaya çıkarmak. Ne demişti Sokrates?.. Her gün beynini tahrip ediyorsun. Her gün benliğinden yitiriyorsun. Ve kafatasının içindeki kıvrımları, her gün teknolojinin uşağı haline getiriyorsun. Ondan ona, ondan ona koşarken, korteksinin programlanmasına göz yumuyorsun...
İKİNCİ YAZI
Sokrates bir gün yolda Phaedrus’u görür. Ve uzaktan, o en bilinen sorusunu sorar: “Phaedrus dostum!.. Neredeydin?.. Nereye gidiyorsun?..” Phaedrus, Sokrates’e döner. “Lysias’ın sohbetinden geliyorum” der. “Cinsellik tartıştık bugün. ‘İnsan âşık olduğu biriyle mi yoksa âşık olmadığı biriyle mi daha iyi seks yapar’ diye sordu. En sonunda âşık olmadığı birinin, saf şehvet için daha iyi olduğuna karar verdi. Şimdi onun üzerine düşünüyorum. Doktor Acumenus, ‘ülke yolları şehir sokaklarından daha dinlendiricidir’ demişti. O yüzden de düşünmek için kentin duvarlarının dışına yürüyorum. Sen de katılsana...” Sokrates teklifi kabul eder. Beraber yürümeye başlarlar. Bir süre sonra da, Atina’nın dışında, ağaçların, çayırların ortasında baş başa kalırlar. Bir süre sessizlik olur. Ve Sokrates, Phaedrus’a dönüp şöyle der: “Affet beni dostum. Ben kendimi öğrenmeye adadım. Ama manzaranın, ağaçların bana vereceği hiçbir şey yok. Bunu sadece insanlarla yapabilirim. Ben dönüyorum.” Bu hikâye de, William Powers’ın ‘Hamlet’in BlackBerry’si: Dijital Çağda İyi Bir Hayat Kurmak İçin Pratik Felsefe’ kitabındandı. Ancak ilkine göre farkı, Sokrates burada modernleşmenin sembolü olarak sunuldu. Çünkü herkesin sürekli internette, hiperbağlı olduğu... Ama yeterli görmeyip daha fazlasını istediği bir çağda dijital maksimalistlerin atası olarak tanımlandı. Bir anlığına bile olsa, kentten ayrılıp zihnini dinlendirmek içinden gelmiyordu. Ama şimdi... “Devir, başkalarına mesafe koymayı becerebilme devri” diyor Powers. Pratik felsefenin en büyük sorusu artık şu: Hiperbağlıyken, dijital hayatını maksimize ederken, ekrandan uzaklaşabiliyor musun, uzaklaşamıyor musun?.. Dijital detoks yapıyor musun?.. Ne kadar bağlı kaldın?.. Daha ne kadar kalacaksın?..