Paylaş
Başka nerede insanların gözüne sokarız demişler... Akıllarına Ortadoğu gelmiş. Sex and City’deki 4 kadının New York davranışlarını alıp Abu Dabi’ye koydukları zaman da ortaya bir karikatür çıkmış.
“Görmemiş” Ortadoğulu erkekleri şaşırtmaları... “Geri kalmış” Ortadoğulu kadına özgür olmayı öğretmeleri... Gelişmiş Batılı, çağdışı Müslüman...
Hiç de şaşırtıcı yanı kalmayan bir klişe bu. New York’un ortalama tavrı. Ancak benim asıl anlamadığım, Amerika’da Sex and City 2 hakkında yapılmış birkaç zayıf yorum dışında kıyıda köşede kalmış bu eleştirinin Türkiye’de Gazze yüzünden gösterim erteletmeye kadar varması...
70’lerin sonunda Geceyarısı Ekspresi’ni yaşayan kuşağın mirası, ortak bir refleks var Türkiye’de. Yabancı bir film seyrederken, netameli konularda Türklerin değerlerine laf uzatılsa da bir küfretsem deniyor... Televizyon başında tetikte bekleniyor... Sonra da skandalı ilk haber veren olmak için bir yarışa giriliyor.
Geçen ay HBO’da gösterilen “You Don’t Know Jack” filminde aynısı oldu. Hikâye, iyileşme umudu olmayan hastalarının intiharına yardım eden “Dr. Ölüm” üzerine. Konusu, Jack Kevorkian. Oynayan Al Pacino.
Filmin bir yerinde, Kevorkian’ın kişiliği hakkında bana kalırsa şimdiye kadar anlatılmış en can alıcı ayrıntıya değiniliyor. Fonda yaptığı ölüm temalı resimler... Kızkardeşi, yanındakine Kevorkian’ı anlatıyor. “Küçükken biz Ermeni katliamı hikâyeleriyle büyüdük, korkardık” diyor. Hem bir Ermeni ailesinin ilişkisini anlatan hem de dünyada ötenazi tartışmasını sürükleyen doktorun geçmişini aralayan harika bir anektod. Ama n’oldu?.. Birkaç hafta sonra Türkiye’de “Ayıp ettin Al Pacino” diye bir yazı çıktı. Soykırım savunuculuğu yapmış...
Başa dönersek... Sex and The City’nin Müslümanlıkla ilgili ne anlattığının hiçbir önemi yok!.. Çünkü son bölümün pastel renkli kreasyonu için seçilmiş bir fon sadece çöl. Çöldeki Bedeviler ise fonun figüranları... Olmayan bir şeyi anlatmasını istiyorsanız, Abu Dabili kadınların New Yorklulardan daha özgür yaşadığını savunuyorsanız bilemem tabii... Ama Sex and City 2, çoğu Hollywood yapımı gibi klişelere hapsolmuş, esas oyuncuların figüranlardan her zaman daha cool, daha zeki, daha estetik göründüğü, sıradan, daha çok bir Fashion Week defilesi gibi izlenecek, sabun köpüğü bir film.
Gerisi... Filmden para kazanmaya çalışan dağıtımcıların cinliği... Filme misyon atfedip Türkiye’deki düşman arama refleksini kaşıması...
MEDYA:WSJ işte şimdi Murdoch’ın oldu
Türklerin filmlerle ilişkisini geçen gün Wall Street Journal yazarı Robert Pollock da ti’ye alıyordu. 2006’da Tayyip Erdoğan ile yaptığı bir röportajda Türkiye’de Kurtlar Vadisi’nin Türkiye’de yarattığı anti-Amerikancı havayı sormuş. Ama Erdoğan filmi sahiplenmiş. Nasıl olur diyordu.
Pollock’un bir Türkiye eleştirisi içeren yazısında en hafif bölüm aslında burası. Geri kalanında çok daha ağır ifadeler var. Ancak asıl önemlisi, WSJ’da Türkiye karşıtı makalelerin tek örneği değil bu yazı. Gazze krizi patladığından beri, WSJ’da eline her kalem alan Türkiye’ye saldırıyor.
Şöyle bir durum oldu. New York’taki New York Times aboneliğimizi Washington’a taşınınca da devam ettirdik. Ama New York’ta gazeteye ayda 44 dolar ödüyorken, hem zam hem Washington taşra sayıldığından burada fiyatı 63 dolar yaptılar. O sırada da eve her gün gazete abonelikleri için kampanya mektupları geliyor. WSJ da göndermiş. Yılda 119 dolar. Madem öyle onu da alalım dedik.
Bir gazetenin yayın politikasını internetten okurken asla tam olarak anlayamıyorsunuz. Mizanpajı, neyin nereye koyulduğunu görmeniz gerekiyor. Benim duruma aydınlanmam da biraz böyle oldu. 3 sayfa ayrılan köşe yazılarının hepsinin muhafazakâr perspektif içermesini geçiyorum. Gazetenin politik haberlerinin tümünde ağır bir Cumhuriyetçi Parti destekçiliği olmasını da... Amerikan derin devletiyle ilişkisi olan herkes bu gazeteye konuşuyor. Yazılanlar baştan aşağı İsrail taraftarlığı içeriyor. Konu Türkiye olunca da herkes muhalife dönüşüyor.
Bundan 3 yıl önce tam 5 milyar dolara almıştı gazeteyi Rupert Murdoch. Ve elindeki bütün medya organlarını daha önce hep agresif bir şekilde kullandığı için, 125 yıllık WSJ’a da müdahale eder mi acaba denilmişti.
Garantiler verdi hep o dönem. Karışmam dedi. Yazı işlerine inmem dedi. Ama anlandığım kadarıyla, zaman içinde her şeyi yine istediği şekle soktu.
Murdoch, parasını üç yıl önce ödedi ama WSJ’a asıl şimdi patron oldu!..
REKLAMCILIK: Stand-up’çıdan kreatif direktör
Çalışanların en çok şirket değiştirdiği sektör herhalde reklamcılık. Dünyanın her yerinde, en alttan en üste herkes bir ajansta genelde en fazla 1-2 yıl duruyor. Sonra başka birine... Sonra başkasına... Sonra bazen iş ikinci turlara bile varıyor.
Kriz patlayınca Amerika’daki bütün şirket yönetim kurulları CEO’lara koştu. Bir formül bul, bizi kurtar dedi. CEO’lar pazarlamacılara gitti. Bana bir formül yaratın dedi. Pazarlamacılar da ajansların yakasına yapıştı. Ve sonunda dalgadan en çok hırpalanan, ajansların kreatif direktörleri oldu.
İş değiştirmelerin zaten çok sık olduğu sektörde, kriz yüzünden iş şimdi kontrolden çıkmış durumda. Madison Caddesi’nde yaklaşık 10 büyük ajans, işten çıkardığı kreatif direktörün yerine bu aralar yeni birini arıyor.
Bir işe alımcı, “tıkanıklığı böyle aşmaya çalışıyoruz” demiş. Bu durumun yaratıcılığı tetiklediğini anlatmış.
İlginç olan, bu sefer skalayı o kadar geniş tutuyorlar ki, stand-up’çılardan sosyal paylaşım sitesi uzmanlarına, video oyuncularına herkes havuzda. Herkes potansiyel kreatif direktör.
Türkiye denedi bunu biliyorsunuz. Cem Yılmaz’la... Oldu.
Paylaş