Paylaş
Önce dediler ki... Her suçun ardında rasyonel bir analiz vardır. Nobelli ekonomist Gary Becker, bir gün otomobiliyle önemli bir toplantıya yetişmeye çalışırken geç kaldığını fark eder. Toplantı yerine varır. Ama bir türlü park yeri bulamaz. En sonunda düşünür. Toplantıya yetişmesinin daha önemli olduğuna karar verir. Ve otomobilini park edilmesi yasak bir yere bırakır. Aldığı karar, Becker’a göre şunun kanıtıdır aslında: Toplantıya katılarak elde edeceği menfaat, yasaları çiğneyerek üstlendiği ceza yeme ya da otomobilinin çekilme riskinin neden olacağı zarardan çok daha önemlidir. Becker bir karşılaştırma yapmış. Böylece yasaları çiğnemeyi, rasyonel olarak göze almıştır.
Ariely, Becker’ın bu park anekdotunun, bilimsel literatüre ‘Rasyonel Suçun Basit Modeli’ adıyla geçtiğini anlatıyor. Ama Becker’dan sonra epey yol kat eden davranış ekonomisinin ise Becker’ın teorisini insan davranışlarını anlamada yetersiz bulduğunu söylüyor.
Düşünsenize... Eğer Becker haklı olsa... Yani bir maliyet-fayda analizinin ardından herkesin suç işleyeceği kesin olsa, toplumun barışı için elinizde ne kalır! Ya polislerin sayısını artırmak ya da cezaları yükseltmek. “Oysa” diyor Ariely, “Eğer Becker haklıysa neden tatile gittiğinizde komşunuza postalarınızı aldırıyorsunuz? Neden bazen sadece el sıkışarak, hiçbir yazılı metin olmadan anlaşma yapıyorsunuz? Hatta neden çocuk yapıyorsunuz? Büyüyünce elinizdeki her şeyi çalabilirler.”
Dan Ariely gibi bilim adamlarının işlerini takip ettiğinizde, özellikle sosyal bilimlerde şunu fark ediyorsunuz: Esnekleşiyorlar. Eskiden olaylara isim vermede ne kadar katı davranıyorlarsa, şimdi sınır belirlemeden o kadar kaçınıyorlar. Çünkü bilim ilerledikçe, disiplinler arasında geçiş arttıkça, her geçen gün insanın çok daha karmaşık bir canlı olduğunu görüyorlar.
İNSANLAR MI DEĞİŞTİ
Becker’ın teorisinin bugünü anlamaya neden yeterli olmadığına dair tek bir örnek... Bir taksi şoförü. Aracına ayrı ayrı biri âmâ, diğeri gözleri gören iki müşteri alıyor. Ve âmâ müşterisini gideceği yere en kısa yerden götürürken, gözleri gören müşterisinin yolunu uzatıyor.
Hiçbir rasyonel yanı yok. Gözleri görmeyen birini kazıklamak,
gözleri gören birini kazıklamaktan
her açıdan daha kolay. Ama yapmıyor. Neden? İnsanlar mı değişti? Becker’ın zamanına göre daha mı etik bir toplum olduk? Belki de... Belki de eğitim ve vicdan, merhamet arasında gerçekten bir korelasyon vardır. Ama 30 yılda bu kadar keskin bir dönüşüm olmayacağına göre... Daha akla yatkın olan sanırım şu: Ariely gibi yeni nesil sosyal bilimcilerin Becker gibi eskilerin aksine o taksi şoförünün motivasyonunun farkına varmış olması. Âmâyı neden kazıklamadıklarının peşine düşmesi.
YALANCILARIN BEYNİ NASIL İŞLİYOR
Hepimiz bir hikâye anlatıcısıyız. Ariely’ye göre insanları sahtekârlığa sürükleyen de, anlattığımız hikâyelerle yaratmaya çalıştığımız benlik. İnsanların gözünde arzu ettiğimiz noktaya ulaşıncaya kadar anlatmaya devam
etme dürtüsü...
Yaratıcılık ve hikâye anlatma kabiliyetinden yola çıkıyor Ariely. Ve sonra bunun zekâyla ilişkisini sorguluyor. Zekâ, iyi hikâye anlatmaya ne kadar yardımcı olur? Bunun için patolojik yalancılar ve normal insanların beyinlerinde bir karşılaştırma yapıyor. Sonunda da şöyle bir sonuç çıkıyor: Yalancıların beyinlerinde, zekâ göstergesi sayılan gri beyin hücreleri normal insanlara göre yüzde 14 daha az. Fakat beyin hücrelerinin birbiriyle ilişkisini sağlayan beyaz madde normal insanlara göre yüzde 22-26
daha fazla.
Hepsini bir araya getirdiğinde de şuna varıyor... Zekâ ve sahtekârlık arasında doğrudan korelasyon yok. Ancak sahtekârlığın olmaz olmazı yaratıcılık. Her şeyin gelip dayandığı, parçalar arasında bağlantı kurabilme kabiliyeti. Gri hücreler değil... Beyaz madde...
AHLAKA BAĞLILIĞIMIZI İŞİMİZ BELİRLİYOR
Önce kabul edeceğiz. Hepimizin hayatında sahtekârlıklar yaptığı gerçeğini unutmayacağız. Ama bir yandan da, âmâyı kazıklamayan o taksi şoförü gibi niye iyi bir insan olma hevesini sürdürdüğümüzün de peşine düşeceğiz. “Bu kitabı yazmamın amacı, kendimizi tanımamız, bizi neyin sahtekârlığa sürüklediğini anlamamız ve bunları öğrendiğimizde de çaresiz olmadığımızı keşfetmemiz” diyor Ariely.
İş... Ariely’ye göre nasıl bir hayat yaşadığımız, günün sonunda gelip nasıl bir iş yaptığımıza dayanıyor. Ve ahlaki değerlere bağlılığımızı büyük oranda işimiz belirliyor.
Sahtekârlıkların peşine düşerken, “Kim daha ahlaklıdır” diye kendine kendine soruyor Ariely. Sonunda bir skala oluşturuyor. Ahlaki esnekliği de hangi işin ne kadar yaratıcılık gerektirdiğine bağlıyor. Buna göre tasarımcılar ve metin yazarları, ahlaki esneklik sıralamasının en üstünde çıkıyor. Türkçesi, en ‘ahlaksızlar’. Yaptıkları iş hiçbir yaratıcılık gerektirmeyen muhasebecilerse tablonun en dibinde çıkıyor.
Yani en ‘ahlaklılar’.
Tabloya baktığında da şöyle diyor Ariely: Öyle görünüyor ki, iş tanımımızda yaratıcılık olduğu zaman, sıra sahtekâr davranışlara gelince yola devam!..
Paylaş