Paylaş
Bir oyun gibi düşünün. Şimdi sizden hayatınıza değen bir otorite figürü düşünmenizi rica ediyorum. Herhangi biri. İşte sizden, o ismi New York’un görevi kasımda bitecek Belediye Başkanı Michael Bloomberg ile karşılaştırmanızı isteyeceğim.
‘Demokratik darbe’ diye bir kavramdan bahsetmiştim daha önce. Nasıl ki o kavramın yaratıcısına göre bazı darbeler diğerlerine göre daha ‘demokratik’ olabiliyor. Ve 1974 Portekiz’de olduğu gibi onlara şimdi ‘demokratik darbe’ deniliyor. Benim izleyeceğim metodoloji de aynısı. ‘Diktatör’ sözcüğünü Batı demokrasisinde baskın, otoriter bir lider tanımı olarak kullanırken portresini özetleyeceğim Bloomberg’ün. Ve aklınıza getirdiğiniz figürle Bloomberg’ü yan yana koyduğunuzda, bir diktatörün diğerinin yanında özgürlükçü olabileceğini görmenizi sağlamaya çalışacağım. Bir ‘özgürlükçü diktatör’ tarifi sunacağım.
Kent halen 11 Eylül’ün şokunda. Belediyenin 5 milyar dolar bütçe açığı var. Her şey ters giderken, “Ben kentteki lokantalarda sigarayı yasaklayacağım” dedi. Şimdi o dönemi anlatan danışmanlarından okuyorum. Hepsi “Yapmayın, bir daha seçilemeyiz” demiş. Anketlerde ezici çoğunluk karşı çünkü. Ama inat. Dinlememiş. Ve şimdi geriye dönülüp bakıldığında, ilk yılında bile yasağın New York’taki hastanelerde kalp vakalarında sağladığı tasarruf 56 milyon dolar. Halk için halka rağmen diktatör.
Sınırsız bir pragmatist. Aslında New York’ta belediye başkanları en fazla iki dönem seçilebiliyordu. Her türlü ayakoyunuyla onu üç döneme çıkarttı. Bütün sistemi kendi lehine kanırttı. Kenti 12 yıl yönetti. Ama bu süre içinde görevinden kişisel kazanç sağladığına dair sağlam tek bir suçlama çıkmadı. 27 milyar dolarlık servetini gerekçe göstermeyin. Çünkü hırsın, güç merakının sonu yok biliyorsunuz. Seçim kampanyalarında cebinden her seferinde aşağı yukarı 100 milyon dolar harcamasını da düşünürseniz... Alan değil, veren diktatör.
Ayrıca New York Eyaleti’nin sıkıcı politikasından da hep uzak durdu. Anlatıyorlar. Başkent Albany’ye helikopteriyle gidip birkaç saat kalıyor sonra hemen dönüyordu diye… Buna aslında Demokrat iken 2001’de Cumhuriyetçi Parti’den seçilmesini, sonra ikisini de bırakıp 2007’den beri bağımsız kalmasını ekleyin. Apolitik diktatör.
O da çok saldırgan. Şimdi büyük ihtimalle yerine seçilecek, belediye ombudsmanı Bill de Blasio’dan nefret ediyor mesela. Ve adama üstü kapalı ‘ırkçı’ diyor. Ama de Blasio yerine destek verdiği kişi kimdi biliyor musunuz? Seçilse kent tarihinin ilk eşcinsel belediye başkanı olacak Christine Quinn. Tabuları koruyan değil her zaman yıkan diktatör.
Ayrıca agresif de. Silah sahipliğinin ülkedeki en büyük muhaliflerinden. Bunun için kampanyalara kendi servetinden milyonlarca dolar harcaması bir yana… Silah lobilerine de açık açık ‘mekruh’ dedi. Kıyamet koptu. Protestolar, gösteriler… Ama “Öylesiniz” deyip milim geri adım atmadı. Altyapısı sağlam… Her zaman düşünerek konuştuğu için… Yan çizmeyen diktatör.
Sorumluluğunu üstlenmekten korkmayanlardan. Wall Street’i İşgal eylemcileri özel mülkiyet Zuccotti Park’ta kurdukları kamptan gece yarısı polis baskınıyla çıkarılınca, New York dergisine “Zamanı gelince emri ben verdim. Bang! Bang!” dedi. Hesap vermekten çekinmeyen diktatör.
Zengini de rantı da seviyor. “Bütün Rus milyarderler bu kente gelse” diyecek kadar da açık. Ama bir yandan da New York öğrenci başına harcadığı 22 bin dolar, düşük gelirlilere yapılan sağlık yardımlarıyla ülkenin sosyal politikaları en güçlü şehri. Hem zenginleri hem de düşük gelirlileri kollayan diktatör.
O da her şeye karışıyor.
Sigara işinden kalori hesaplarına, bir ara tuza karşı açtığı savaşa… Ama bütün tartışma o kadar yumuşak gidiyor ki. Bir gazeteci bunlar yüzünden onu eleştirince, “Ben senin hayatını kurtardım” diye dalga geçiyor. Olgun diktatör.
Paylaş