Paylaş
Bronx’un güneyinde... Yankee Stadyumu’nun bir blok üstünde fakir bir mahalle. Trenden indim. Stadyumun yanından elimdeki adrese doğru yürüyorum.
O sabah mahkemeye gitmiştim. Çin Mahallesi’nin altındaki New York Ağır Ceza’ya. Kâtipten aldığım D.S.K.’nın dosya numarasını dışarıda beklerken tanıştığım France 24 muhabirine verince... O da bana karşılığında Ophelia’nın adresini söyledi. Oraya gidiyorum.
Sokak ürkütücü. Toplu konutlara benzeyen tuğla binalar... Evlerin önünde boş duran Latin gençler... Ve binaları saran kameralar... Etrafta gazeteciler olur diye düşünüyordum ama benden başka yabancı kimse de görünmüyor.
Adrese vardım. O sırada yedi katlı binadan içeri giren birini görüp ben de geçtim. Girişteki kapıcıyla görüşmeye...
KİMSE BİRBİRİNİ TANIMAZ
Kapıyı çaldım, kapıcı içeride değildi. Üst kata çıkayım mı diye düşünürken de çamaşırhanede yaşlı bir kadın görüp ona sordum. “Dördüncü kattaki Ophelia’yı tanıyor musunuz” diye. Anlamsızca baktı. “Ben beşinci katta oturuyorum. Burada kimse kimseyi tanımaz” dedi.
O sırada kapıdan iki siyah erkek çıkıyordu. Bir de onları deneyeyim dediğimde... İşte o zaman mahalleyle tanıştım.
Uzun boylusu gazeteci olduğumu öğrendiği an, “Biz burada oyun oynamıyoruz” diye çıkıştı. Artık komşuları hakkında gazetecilerle konuşmak istemediğini anlattı. Sonra arkasını dönüp arkadaşıyla söylene söylene gitti.
Kimsenin birbirini tanımadığı... Tanıyanlarından da gazetecilerden fazlasıyla sıkıldığı binada yapacak fazla bir şey olmadığını düşünüp ben de ayrıldım.
BURADAN BAŞA SARIN
Şimdi hikâyeyi başa sarın. Ve cumartesi sabahı her şeyi buradan başlatın. Ophelia’nın aylık kirası aşağı yukarı 500 dolar olan ve 15 yaşındaki kızıyla kaldığı buradaki evden.
Binadan çıkıyor. Pis bir mahallenin içinden geçip 161. Sokak’taki duraktan 4 numaralı trene biniyor. Tren onu aşağı yukarı 25 dakika sonra 42. Cadde’deki Grand Central Terminali’ne götürüyor. Trenden iniyor. Dünyanın en bakımlı ve en güzel garlarından birinin içinden sokağa çıkıyor. 44. Sokak üzerinden Manhattan’ın en lüks otellerinden Sofitel’e giriyor. Kıyafetini değiştiriyor. Otelde en zenginlerin kaldığı 28. kata çıkıyor. Ve öğlene doğru girdiği bir odada... Dünyanın en güçlü adamlarından birinin seks teklifini reddediyor. 32 yaşında... Fakir... Dul... New York’ta yalnız başına çocuk büyütmeye çalışan... Gineli göçmen bir Müslüman... Kudretli Fransızla kavga ediyor.
TECAVÜZLER SÖYLENMİYOR
D.S.K.’nın iddialarını bir kenara koyun. Kadın onunla isteyerek seks yaptı, herkes gönüllüydü vesaire... Savcının söylediklerini doğru kabul edince, bu olayın asıl can alıcı kısmı şu: Eminim bu D.S.K. için ilk değildi. Eminim, 62 yaşına gelmeden çok önce... Kaldığı otel odalarında böyle deneyimler yaşamıştı. Ve eminim, geçen Cumartesi Ophelia’ya da o geçmişin cesaretiyle yaklaştı. Ama şimdiye kadar hiç kimse... Ne Paris’te yaşayan o varlıklı ailenin gazeteci kızı. Ne de başka biri... Çıkıp da, “Ben böyle bir olay yaşadım” demedi. Fransa gibi bir yerde bile kadınlar tarafından tecavüz vakalarının sadece onda biri rapor ediliyorken... Sadece fakir bir Gineli göçmen bağırdı.
FRANSIZ İKİYÜZLÜLÜĞÜ
Ophelia’nın akrabası olduğu söylenen birinin Harlem’de işlettiği bir kafede gazeteciler beraber oturuyoruz. Fransızlar bir masada... Der Spiegel, İngilizler, biz bir masada. Olayı konuşurken İngilizler şikâyete başladı. “Fransızlar niye Ophelia’nın ismini açık açık yazıyor” diye. Tartışma çıktı. Bir taraf, “Ben yazmasam başkası yazıyor” diyor. Diğer taraf da, “Sen üstüne düşeni yap yeter” diyor.
Bence asıl ikiyüzlülük ise başka... 2000’de bir yasa çıkarmışlar. Suçluluğu ispatlanıncaya kadar kimsenin kelepçeli fotoğrafı yayınlanmayacak diye. Ama iş tecavüz mağduru olduğu iddia edilen bir kadına gelince... İsmini şakır şakır yazıyorlar. Başta Le Figaro... Etikçi geçinen hepsi hem Ophelia’nın hem kızının adını olduğu gibi yayınlıyorlar. Ama gidin sorun. Kimseyi beğenmezler.
FIRSATÇI ESNAF
Bahsettiğim kafe, Ophelia ile aynı soyadına sahip birinin Harlem’de işlettiği bir dükkân. Ophelia’dan “Kardeşim” diye bahsediyor. Televizyonlara demeçler veriyor.
Gittim. İçeri girdiğimde ortalık şenlik yeri gibiydi. Kafenin sahibi, çalışanlar... Herkes iki dirhem bir çekirdek giyinmiş gazetecilerle konuşuyor. Gazeteciler de bir yandan içeridekilerle röportaj yapıyor... Bir yandan da Ophelia’nın kardeşinin gelmesini bekliyorlar. Aradan yarım saat geçti. Adam da aynı şıklıkta çıktı.
Bir İngiliz’le beraber iki kişi yanına gittik. Bir “Konuşacağım” diyor, bir “Konuşmayacağım”. “Kardeşi misiniz” diyorum. “Biz birbirimize ‘Kardeşim’ deriz” diyor. “Soyadınız niye aynı” diye soruyorum. Cevap vermiyor ama şüphe yaratıp işi uzatıyor. Sonra etraftakilere sordum. Ve adamın Senagalli olduğunu... Ophelia’nın da dükkâna sadece birkaç kere geldiğini öğrendim.
Akşam... Televizyonlarda hâlâ “Kardeşim Ophelia” diye anlatıyordu.
13. KATTAN ÇIKTI
Senegalli sahtekâr, D.S.K. olayının medyadan gördüğü ilginin bir sonucu. Mahkeme önünde bütün gazeteciler birbirleriyle yine bilgi paylaşıyorlar. Ama aynı zamanda hepsi, kameraya konuşturacak kişi bulmak için de birbirleriyle yarışıyorlar. Ophelia’nın kaldığı binada her gördükleri zile basıp etrafı tarumar etmeleri de ondan.
D.S.K.’nın çıkarıldığı mahkeme ise ortamı gösterişli yapan lambriler ve izleyici koltukları dışında Türkiye’deki mahkemelerden çok farklı değil. Polisler sürekli zanlı getiriyor. Hâkimler de hızla dosya sonuçlandırmaya çalışıyor.
D.S.K.’nın ilk çıkarıldığı mahkeme, ceza davalarının görüldüğü binanın ilk katındaydı. Kefaletle serbest bırakıldığı duruşmaysa 13. katta yapıldı. Eski ve bakımsız binanın her yerine duruşma salonları kurulmuş. Ve hepsi de aynı standartta inşa edilmiş.
Mahkeme dokümanları daha halka açılmadı. Ağır Ceza kâtipliğine belgelerin ne zaman açıklanacağını sordum. “Yargılamanın başlaması altı ayı bile bulabilir. O zamana kadar zor” dedi.
Sciences Po’nun kürsüsüne benzemiyor ama... Görünen, D.S.K. burada da epey bir boğaz patlatacak!..
HİKÂYENİN MATEMATİĞİ
Otele gittim. Asansöre binip olayın olduğu 28. kata çıktım. Çinli yaşlı bir kadın hizmetli çalışıyordu. Yanında da Çinli başka bir erkek personel eşlik ediyordu. Oda, asansörden inince hemen solda. Numarası 2805-2806. Mühürlememişler. “Görebilir miyim” dedim. Hizmetli “Hayır” deyip gitti.
2008 ekonomik krizinin anlatıldığı Inside Job belgeselinde D.S.K.’nın de olduğu bir sahne var. Mülakat yapıyorlar. “Ben krizin olacağını önceden söyledim” diyor. “Kime söylediniz” diye soruyor yapımcı. “Hazine’ye, Merkez Bankası’na, herkese söyledim” diyor.
İnanırım. Çünkü Fransa’nın aynı zamanda en iyi ekonomistlerinden biri D.S.K.. O yüzden hikâyeyi de bir matematiğe oturtup bitirelim.
D.S.K., geceliği 3 bin dolarlık odada kalıyordu. Marka değeri sayesinde otele 525 dolar vermişti. Odada, aylığı aşağı yukarı 500 dolarlık bir evde oturan temizlikçiyle karşılaştı. Yaptıkları yüzünden aylığı birkaç dolarlık bir hücreye düştü. Şimdi bütün ucuzlukların karşılığında...
1 milyon dolar nakit, 5 milyon dolar teminat kefalet ödüyor. Marka değeri ise eksi...
Paylaş