Paylaş
Dünyada olup biten her şeyi unutun. Mısır’mış, Libya’ymış...
Rengarenk bir logo... Pastel bir dekor... Ve herkesin gülerek, kahkahalar atarak konuştuğu bir ekran...
Haber yok!.. Dram yok!.. Size ağır gelecek, canınızı sıkacak her şey ayıklanmış.
Oturuyorsunuz. Ve dışarının kötülüklerinden izole... Arındırılmış... Makyajlanmış... Montajlanmış bir gösteri seyrediyorsunuz. Oprah Winfrey’nin dünyasına giriyorsunuz!..
OWN, Oprah Winfrey Network’ün kısaltılması. 25 yıldır Amerika’nın en büyük talk şov yıldızının geçen ay başında yayına geçen televizyon kanalı. Kanalın mottosuysa şu: İnsanları eğlendirmek, eğitmek ve hayatlarını daha iyi yaşamalarını sağlamak için kurulmuş medya şirketi.
Bir röportajında gördüm. “Bu kanala benim tarzım bile fazla” diyordu Winfrey. Kastettiği: Kendi programına gelenleri misafir gibi pamuklara sarıp ağırlasa da arada sıkıştırdıkları vardı. O bile olmayacak!..
24 saat eğlence programı yayınlıyorlar. Ve 24 saat boyunca, sizi rahatsız edecek hiçbir mesele göstermiyorlar. Herkes iyi. Herkes yarı melek... Herkes kusurlarını düzeltmeye çalışan örnek insan...
Başkalarıyla dalga geçen... İnsanların üstüne giden... ‘Kötü’ düşünen kimse yok!.. Sadece aşkla yemek yapan aşçılar... İnsanları iyileştiren mucize doktorlar...
İzlediğim en gerilimli programı anlatayım, durumu kafanızda daha iyi canlandıracaksınız. Sunucunun biri, eşyalarla arasında obsesif bir ilişki olan bir kadını ikna etmeye çalışıyor. Kadın eşyalarını bırakamıyor. Sunucu deliriyor: “Nasıl böyle bir şey yaparsın” diye saçlarını yoluyor. Bu arada kocası ağlamaya başlıyor. Arkada gerilimli bir müzik... Ve en sonunda kadın eşyalardan ayrılmayı kabul ediyor. Aile de mutlu, huzurlu bir yaşama kavuşuyor.
Bir kablolu şirketiyle anlaşma yapmışlar. 100 milyon kişiye ulaşabiliyor bu yayın. Ama reytinglerine baktım. Başladığından beri hep düşmüş. Prime-time’da izlenme oranı 300 bin.
Eylül ayında talk şovu artık bitireceğini açıklamıştı Oprah. Onun yerine Dr. Phil, Dr. Mehmet Öz gibi kendi yarattığı televizyon yıldızlarıyla sürükleyeceği OWN’u yönetecek. Ve o zaman bu yarattıkları gerçeküstü dünyayı satabilecekleri mi göreceğiz.
Ama ondan önce... Televizyon eğlence kutusu diye aşağılanıyorsa... Aramızdan bazılarımız şimdiye kadar yapılanı bile duyarsızlık olarak görüyorsa OWN’a ne diyeceğiz?.. Bütün bir yayının öğlen kuşağından ibaret olduğu bir kanala?.. Beyin yıkama mı?..
Kabbani ile bir zikirde
Oprah hikâyesi, olayların zaten uzağındayken bihaber olma durumu. Fiziki koşullar yanınızda... Ama bir de her şeyin içinde olup da bigâne kalmak var ki...
Kıbrıs’ta yaşayan Nakşibendi şeyhi Nazım Kıbrısi’nin Michigan’da bir damadı var. Şeyh Hisham Kabbani. Ara ara ismi basında çıkan, 2004’te de Başbakan Washington’a geldiğinde onunla baş başa görüşen bir dini lider.
Amerika çapında 40 bin müridi var. Ve Güney Amerika dahil, müritleriyle bir araya gelmek için sürekli yolda.
İşte iki hafta önce kandil için Washington’a geldiğini öğrenince görüşmek istedim. Ve kentin kuzeyinde... Montgomery Kasabası’nda bir İslam merkezinde yapılan zikir törenini izlemeye gittim!..
Bir iş merkezinin giriş katında ufak bir salon. Hava kararmış ve içerisi ağzına kadar dolmuş. Kıyafetlere bakarsanız herkesi bağnaz zannedersiniz... Ama 200 kişilik odada kadın, erkek, çoluk çocuk, sınır artık birbirine girmiş, herkes neredeyse karışık oturuyor. Kabbani, Arap aksanlı İngilizcesiyle önce uzun bir vaaz verdi. Sonra da tefler çıktı... İlahiler eşliğinde zikir başladı. Bu sırada yanında getirdiği peygamber emanetini açmış, sırayla salondakilere gösteriyordu.
Törenden sonra Kabbani ile bir odaya geçtik. Amerika’daki yaşamını, Ortadoğu’yu nasıl gördüğünü merak ediyordum. Önce Şilili madencilerden açıldı konu. Geçen yıl göçük altında mahsur kalan, kurtarılınca Kıbrıs’ta Şeyh Kıbrısi’yi ziyaret eden işçilerden. Sonra da Vahhabilerin onu nasıl tehdit ettiğinden... “Biz tasavvuftan yanayız, bizim işimiz antiterörizm, Amerikan devletine de yardımımız oluyor” diyordu.
Bu sırada telefonu çaldı. Ve acil olduğunu söyleyip izin istedi. Arapça uzun uzun konuştular. Kapattı. Sonra bana dönüp, “Bu akşam Libya ve Bahreyn de karışmış” dedi.
Dünyanın her yerinde müritleri olan bir cemaat. Şili’den Mısır’a her yerde... “Ne diyorsunuz peki bu olanlara” dedim, “Seviniyor musunuz?”
“Biz karışmayız” dedi. “Bütün bölge ayaklandı, siz ne yapıyorsunuz” diye bir daha sordum. “Bizim inancımız politikaya karışmamıza engel. Biz her şeyi dışarıdan seyrederiz” dedi.
Sonra telefonla gelen bilgiyi yanındaki kadın yardımcısına söyledi. Ve anlatmaya devam etti. “Ben de iki hafta önce Şili’deydim. Orada Şilili madencilerden 13’ü daha Müslüman oldu. Onlara ‘Yedi sırrı’nı anlattım. Allah, dünyayı yedi günde yarattı. Hafta yedi gündür. Yedi cennet. Kainattaki yedi dünya. Onlar da 700 metrede mahsur kaldılar. 70 günde kurtuldular. Yedinin 10’lu katları... Bana bu konularda çok sorular sordular ama şimdi teyp kaydediyorken anlatmayayım.”
Washington’dan pis bir öykü
Bir de gerçek hayattan, bu sefer ayağı yere basan bir öykü...
Hikâye, Wikileaks’in kasımda Dışişleri kriptolarını yayınlanmasıyla başlıyor. Telgraflar saçılıyor. Amerikan Hükümeti köpürüyor. Ve baskılar yüzünden, Wikileaks’le çalışan şirketler verdikleri hizmeti kesmeye başlıyorlar. Visa, PayPal...
Ancak sonra hacker’lar giriyor devreye. Kendilerine ‘Anonymous’ diyen, anarşist ruhlu bir grup fahri Tahrir’ci... Wikileaks’le anlaşmasını bozan şirketlere saldırıyor. Adına da ‘Ödeşme Operasyonu’ diyorlar.
FBI hemen devreye giriyor tabii... Grup üyesi olabilecek aşağı yukarı 40 kişiyi alıyor.
Fakat tam bu sırada... HBGary Federal diye bir internet güvenliği şirketi gümbürtüde kafasını kaldırıyor. Ve diyor ki... “Tuzak kurdum, Anonymous üyelerini ben deşifre ettim.” Reklam yapacak!..
Bundan sonra olanları sırayla yazıyorum. Anonymous, önce HBGary’nin sitesini çökertiyor. Sonra sistemine giriyor ve onbinlerce e-mail’i çalıp internete koyuyor. Açıklamayı yapan şirketin CEO’suna dadanıyor. Adamın sosyal güvenlik numarasını alıp her yere koyuyor. Ev adresini yayınlıyor. Twitter hesabına giriyor. Ve en sonunda da şirketin web sitesine şöyle bir not yerleştiriyor. “Size hiç unutamayacağınız bir ders!..”
Burada biter diyorsunuz değil mi!.. Hayır. Bu sefer gazeteciler giriyor devreye. Yayınlanan e-mail’lerde ne varmış diye bakıyorlar. Ve HBGary’nin bazı Amerikan şirketleri için tasarladığı planları buluyorlar. Buna göre şirket, Amerikan Ticaret Odası ve Bank of America’ya gidiyor. Ve bu iki şirketin Washington’daki lobici kuruluşu üzerinden bir teklifte bulunuyor. Başı Wikileaks’le belada olan şirketlere diyor ki, “İsterseniz ben bu Wikileaks’e bazı sahte belgeler sızdırayım ve Wikileaks’in itibarını sarsayım.” Yetmiyor. Sonra da diyor ki, “İsterseniz Wikileaks’e destek veren gazetecilerin de üzerine gideyim, bunları sindireyim.”
Neler olabiliyor, fikir versin diye anlatmak istedim... HBGary’yi aradım hafta içi. İddialara ne diyorlar öğrenmek için. Cevap vermediler.
Paylaş