Fritz Schumacher, 70’lerde "Küçük Güzeldir"i yayınladığında, büyük organizasyonlar gelişmenin göstergesi değildir, dünya organik üretime yönelmeli, demişti. Bugün Amerika’nın organik ürün pazarı 24 milyar dolar oldu.
Yerel üretim, demişti. Brooklyn’in doğusunda kent çiftçileri (urban farmers) çıktı, evlerinin arkasında organik kavun yetiştirip yan binadakilere satıyorlar.
Kaynakları israf etmeyin, demişti. Red Hook’ta kullanılmayan yolları çiftçilere verdiler, asfalt tarımı yaptırtıyorlar.
Bu açıdan bakınca, Alman ekonomist haklı çıktı, denilebilir. Ancak ufak bir farkla: Schumacher bu "Budist" ekonomi modelini çevreyi düşünerek yarattı. Dediklerini uygulayanlar zengin olsun, ürettiklerini iki katı paraya satsın diye değil.
Öyle bir devirde yaşıyoruz ki, bilim alanında bile artık pazarlaması daha kuvvetli olan öne geçiyor. Hafta içi New York Times’da tam sayfa bir ilan vardı. Adı sanı duyulmamış bir sürü üniversiteden 100’e yakın akademisyen bir metin hazırlamış, insanlara küresel ısınmanın olmadığını anlatıyorlardı. Yani bir deterjan şirketi gibi parası neyse verip ilan yayınlatmışlardı. Organik meselesinde yaşananların da bundan aşağı kalır yanı yok.
ORGANİK MESELESİ İYİCE ABARTILDI MI?
Amerika’nın en güvenilir sağlık referansı Mayo Clinic’in internet sitesinde, organik gıdalarla ilgili tanımlar çok açık. Normal ve organik ürünler, besin değeri açısından aynılar. Organik tarımda kullanılmayan, geleneksel çiftçilikte atılan ilaçlar da insan sağlığını tehdit edecek boyutta değil. Mayo’ya göre tek fark, organik tarım doğaya daha uyumlu.
Florida Uluslararası Üniversitesi’nde kanser tedavisi ve nükleer tıp alanında çalışan, ödüller almış Dr. Seza Güleç var. Organik meselesi konusunda o da çok net. Abartıldığını, işin iyice çığrından çıktığını söylüyor. "Bir insanın normal yumurta yerine organik yumurta yiyerek daha sağlıklı olacağını hiç kimse bilimsel açıdan ispatlayamadı" diyor.
İşin doktorları ilgilendiren başka bir kısmı da, organik modasıyla birlikte çıkan "naturopathy" adlı alternatif tıp alanı. Şimdi Amerika’daki hemen her hastanede, insanlara organik ürünler yemeleri gerektiğini söyleyen naturopathy uzmanlarından var. Bir doktor düşünün, hastasını 24 saatlik ameliyata alıyor, kanserli hücrelerini temizliyor, sonra ne yemesi gerektiğini anlatan bir alternatif tıpçı kadar sözünü dinletemiyor. Güleç’in bu uzmanlar hakkında neler söylediğini, rica ettiği için yazamıyorum.
Bu çarpıklığın daha ne kadar süreceği belli değil. Ancak krizin başladığı günden beri organik üreticilerinin sıkıntıya girdiğini anlatan haberler görmeye başladım. Mayo’nun sitesinde yıllardır duran o bilgilerin sonunda bazılarının kafasına dank ettiğini, New York’ta insanların yavaş yavaş "Ben bu organik yumurtaya diye niye daha fazla ödüyorum" demeye başladığını okuyorum.
Kızıyoruz ama krizin böyle bir etkisi olabilir belki. Şaşıranları kendine getirme gücü.
Nükleer tıpçı Seza Güleç soslu et tavsiye etti mi?
Florida’da yaşayan Dr. Seza Güleç’le konuşurken, Türkiye’de başına gelen bir rezaletten de haberim oldu. 160 bin tirajı olan bir Türk gazetesi, geçen ay Güleç’in adını vererek bir dizi yayınlamış. Kanserden korunmanın yolları diye üç gün üst üste birinci sayfadan anons ettikleri bir dizi. Ancak sorun şu ki, Güleç’in ağzından yayınladıkları tavsiyelerden Güleç’in haberi yok. "Sizinle hiç konuşmadılar mı" dedim, "Hayır" dedi. Demek bir yerden makalesini bulup koymuşlar diye düşündüm. O da değil. Çünkü Güleç, dizide yalan yanlış bilgiler olduğunu, tam tersine yazılanların çoğuna karşı çıktığını anlattı. Sonra ben de okudum, "Etinizi soslu yiyin" gibi laflar edilmiş. Ne diyeceksiniz şimdi! Hangisi daha vahim: Bir doktorun adının bu şekilde kullanılması mı? Türkiye’de birçok ailenin, Amerika’daki bir nükleer tıpçı öyle dedi diye kanserden korunmak için bir aydır etini soslu yiyor oluşu mu?
Yeni oyuncağın Twitter
Küçük olan güzelleşirken, romanlar öykü, öyküler deneme, denemeler de memo oldu. Senin vaktin yok çünkü. Önüne çıkan şeyin hemen sadede gelmesi, öyküsü neyse hemen anlatması lazım.
Sıkılıyorsun.
Kimsenin karşına geçip uzun uzun "yüksek" düşüncelerini anlatmasına tahammülün yok. Daha yalın, daha mesafeli ilişkiler istiyorsun.
Bir sene önceye kadar Facebook vardı. Arkadaş sayısı 500’e varınca o da bıkkınlık verdi. Halbuki açılış sayfandı; sabah işe gider gitmez bir şeyler ekliyordun ama şimdi hangi birine yetişeceksin. Azaltmaya kalksan o da olmaz, ayıp.
Bundan sonraki oyuncağın az ve öz olmalı o yüzden. Kimi merak ediyorsan ona bakmalısın. Facebook’ta her geleni aldın, bu sefer öyle olmayacak. Az sayıda arkadaş, bir de merak ettiğin birkaç bilinen insan...
Uzun uzun yazmalarına gerek yok. Sen her şeyi biliyorsun, bilmediğin bir şey olursa da Google eder bulursun. Tek cümlede neredeler, ne yapıyorlar, yeter. Daha fazlası değil.
Ayrıca bunların hepsi cep telefonuna gelmeli. Anında program yapabilmen için önemli bu. İyi bir işin var, çevren var, onlara bu akşam işim yok demek istemezsin. Burası yeni bir mecra olacak senin için. Yeni bir isim, yeni bir fotoğraf, yeni bir kişilik edineceksin. Yeni bir hayat gibi.
O yüzden daha öncekilerde hata yaptıysan, aynılarını tekrarlamamalısın. Twitter başlamadan önce bütün hikayeni iyi kurgulamalısın.
Obama Türkiye’ye neden geldi?
Bu soruyu, önce salı günü Columbia Üniversitesi’nde konuşan yazar David Ignatius’a sordum. Davos’taki olaylı panelin moderatörüne. "Türkiye ılımlı İslam modeli olduğu için Obama İslam dünyasına Türkiye’den seslenmek istiyor" diye cevap verdi. Türkiye’nin politikalarını çok beğendiğini söyledi ama sonra açık açık Türkiye için "İslam Devleti" dedi.
Aynı soruyu iki gün sonra New School’un siyaset ve anayasa profesörü Andrew Arato’ya da yönelttim. New York’ta Türkiye’yi en iyi bilen akademisyenlerden biri. O da aşağı yukarı aynı şeyi söyledi. "Amerika Türkiye’nin İslam ülkelerine model olmasını istiyor, Hüseyin Obama o yüzden Türkiye’ye geliyor" dedi.
Bu laflar Obama’nın gezisi ilk duyulduğu zaman çıkmıştı ve Beyaz Saray hemen yalanlamıştı. Ancak duruma bakılacak olursa kimsenin yalanlamaya aldırdığı yok. Amerika’da birçok kişi, Türkiye’yi kafasında ılımlı İslam modeli olarak oturtmuş durumda. Hele Davos’tan sonra artık iyice... Meselenin aslını biz de bugün yarın öğreniriz herhalde.