Paylaş
Kendinizi Amerikalıların yerine koysanıza. Gezi’den sonra müttefikiniz sizden uzaklaşmış... Dış politikada bambaşka yerlere savrulmuşsunuz. Ama sonra size bütün yaz sayıp söven, uçuk komplo teorilerine bulaştıran aynı müttefik fikir değiştirip barışmaya karar vermiş. Dışişleri Bakanı’nı başkentinize yollamış.
Karşılıklı oturuyorsunuz. “Suriye” diyorsunuz. “İstediğiniz gibi olsun” diyor. “İran” diyorsunuz. “Açık çek” diyor. “Irak” diyorsunuz. “Yeni oradaydım, halloldu” diyor. “Çin füzeleri” diyorsunuz. “Baştan başlarız” diyor. “Peki ya Gezi?” diyorsunuz. “Gurur duyuyorum” diyor. Ne yaparsınız? “Memnun oldum, o halde ortaklığımız hayatidir” der, öyle uğurlarsınız elbette.
İşte bunları görünce, geçen hafta Ahmet Davutoğlu’nun Washington ziyareti için ‘Mission Impossible’ diyerek ne kadar doğru bir analoji seçtiğimi anladım ben de. Çünkü diziyi izleyenler hatırlayacaktır. Her bölümün sonunda bir maske takar işi hallederlerdi. Davutoğlu’nun yaptığı da aynen bu. Amerikalılar onu nasıl görmek istiyorsa, seçimlerden önce arayı düzeltip dış politikada nefes almak için onların gözüne öyle göründü. Türkiye’ye ayak basar basmaz da, maskeyi çıkardı, Gezi’yi inkâr etti. Hiç gazeteci yokmuş gibi.
Şimdi ben aradan çekileceğim ve Davutoğlu’nun Washington’a geldiğinde Gezi olaylarına değindiği Brookings Enstitüsü’ndeki o tarihi konuşmasını aynen aktaracağım. Kelimesi kelimesine. Virgülüne dokunmadan. Okuyun… Ve Türkiye’nin dış politikası ‘ilkeli’ mi yoksa ‘maskeli’ mi siz karar verin:
“Bizim politikamızda, ana prensiplerden biri tek ve tutarlı bir yaklaşıma sahip olmaktır. İç politikada kendi halkımıza ne söz veriyorsak, başka halkların aynı yöndeki taleplerine saygı gösteriyoruz. Bu yüzden Arap Baharı’nda, haklı talepler Arap meydanlarında dile getirildiği zaman biz destekledik. Ne istiyorlardı? Özgür ve adil seçim, özgür medya, düşünce özgürlüğü, hukukun üstünlüğü, insan haklarına dayalı anayasal düzen istiyorlardı. Şimdi eğer bunlar ana prensiplerse, aynı prensipler iç politikada bizim partimizin ana prensipleriydi. Bu yüzden biz bu talepleri destekledik. Eğer talepler bunlarsa, eminim siz bu taleplerin hepsinin Türkiye’de yerine getirildiğini kabul edeceksiniz. (Türkiye’de) Özgür ve adil bir seçim olduğuna şüphe yok. Kimse Türk düşünce özgürlüğünü çevre bölgesindeki diğer ülkeler hatta Avrupa’yla bile karşılaştıramaz. Toplanma özgürlüğü, gösteri özgürlüğü… Ama hiçbir politikada, mükemmel olduğunuzu iddia edemezsiniz. Dünyada hiçbir yerde politikacılar ‘Biz mükemmeliz’ diyemez. Eğer biri kişisel olarak mükemmel olduğunu iddia ederse, bu ilerlemenin sonudur. Elbette Türkiye demokrasisinde üstesinden gelmek zorunda olduğumuz birçok zorluk var. Ama bir şeyi tamamen değiştirdik. İç tehdit konseptini ortadan kaldırdık. Kimse Türkiye’de cumartesi günü, Diyarbakır’da Sayın Barzani, Başbakan Erdoğan ve on binlerce kişinin barışı kutladığını hayal edemezdi. Bu, Kürt meselesinin bir iç tehdit olarak görülmesinin sona erdiğinin bir deklarasyonuydu. On yıl önce, Türkiye’de herkes değişik sebeplerden dolayı bir tehditti. Ve tüm çevre ülkeler değişik sebeplerden bir tehditti. Ama bugün, Türkiye’de böyle bir iç tehdit görmüyoruz, kabul etmiyoruz. Ama eğer Türkiye’deki gösterileri kastediyorsanız, herkesin Avrupa ülkelerindeki gibi gösteri yapma hakkı vardır. Ve Türkiye’deki gösteri yapma hakkını ve örneğin Gezi Parkı olaylarını Ortadoğu ülkeleri ya da diğer şartlarla değil sadece Avrupa ülkeleriyle karşılaştırabilirsiniz. Ekonomik kriz sırasında değişik sebeplerden gösterilerin olduğu Atina, Londra, Frankfurt ve diğer yerler gibi. Türkiye’de değişik sebeplerden gösteriler oldu. Saygı duyarak, Avrupa polisi ve oradaki güvenlik önlemleri gibi aynı metotlar kullanıldı. Hatalar var mı? Evet. Ne zaman hatalar olur, elbette Türkiye’de hukukun üstünlüğü (vardır) ve bu hatalar mahkemeye taşınır. Herhangi bir suç ya da hatayla ilgilenilir. Kimse Türkiye’yi basın özgürlüğü, düşünce özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, özgür ve adil bir seçimin olmadığı ülkelerle karşılaştıramaz. Biz Türkiye’deki bu gösterilerin Avrupa’daki gösterilere benzemesinden gurur duyuyoruz. Gelecekte benzer zorluklar olacak, biz bunların üstesinden geleceğiz. Bir gün umarım mükemmele yakın olacağız. Ama ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri dahil hiçbir ülke demokrasilerinin mükemmel olduğunu iddia edemez. Biz mükemmelleşme yolundayız. Ama dediğim gibi bu doğrultuda diğer Avrupa demokrasileri gibi bu konuda kendinden daha emin olmak için yapılması gereken çok şey var.”
2014 düellosu
Geçen hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkan-lığı adaylığına hazırlandığını yazmıştım. Kılıçdaroğlu iddiayı reddetti. Yazıyı dayandırdığım görüşmenin tarihi, detayları bende. Son bir ay içinde fikrini değiştirdiyse bilmem. Benim gördüğüm… Türkiye, Kemal Kılıçdaroğlu ve Tayyip Erdoğan arasında yaşanacak, birinin seçilip cumhurbaşkanı olacağı diğerinin ise aktif politikadan ayrılacağı bir düelloya doğru gidiyor. Ama kimse belediye seçimleri öncesi bunu dillendirmek istemiyor.
Paylaş