Paylaş
Bir-iki dakika sonra içeriden 70’lerinde yaşlı bir adam çıktı. Gazeteciyim dedim. Türk olduğumu ve içeriyi görmek istediğimi söyledim. Ama ne gözleri tam görüyor ne de kulakları duyuyordu. Ben ısrar etmeye kalkınca da, durum kısa sürede şuna döndü: Brooklyn’de daha önce hiç gitmediğim bir mahallenin bir sokak arası kulübünde, öğlen vakti kapı eşiğinde yaşlı bir Amerikalı’nın kulağına eğilmiş, “Burası Bonannoların yeriymiş. İçeriyi gezebilir miyim” diye bağırıyordum.
Yaşlı adam dışındaki bütün mahalle muhtemelen durumumu öğrendi. Gazetecinin teki mafyanın yerine girmeye çalışıyor...
Olmayacaktı. Sonunda kapıyı tutup iyice araladım ve içeri kendim girdim. Ve benim girmemle, girişin hemen solunda, iki poker masası konulmuş ufak odadan 2 metre boyunda, 40 yaşlarında, ince yapılı, üstünde eşofman, ayağında spor ayakkabı birinin çıkması bir oldu.
Gülerek, İstanbul, dedi. “Ne güzel bir yer.” Demek biliyorsunuz, dedim. Cevap vermedi. Ardından, çıktığı odada oturan, yine 70’lerinde, zor yürüyen yaşlı birinin koluna girip kapıya doğru yürümeye başladı.
New York’ta yabancı bir gazeteci olmanın en büyük avantajı yabancı olmak. Örneğin Aksaray’da Çakıcı’nın adamlarının gittiği bir lokale gitsem buradaki kadar rahat çalışabilir miyim bilmiyorum. Çünkü ben onları nasıl merak ediyorsam, onlar da yabancı olduğum için beni merak ediyorlar. Kapısında İtalyan bayrağı asılı bir kulübe girip bölgenin mafya ailesiyle ilgili sorular sormamı anlamaya çalışıyorlar.
Eşofmanlı adam kapıya yürürken “Ne yapıyorsunuz burada” dedi. Anlattım. Buranın Bonannoların yeri olduğunu öğrendim, o yüzden geldim, dedim. Yanındaki adama döndü. Tekrar koluna girip dışarı çıktı.
Poker odası dışında sadece giriş kısmı olan ufak bir yer. Köşede küçük bir televizyon. Yanında bir mini bar. Duvarlarda yaşlı insanların poker oynarken çekilmiş fotoğrafları. Girişte de bir tane ayaklı masa...
Bir süre etrafa baktım. Kimsenin olmadığını görünce arkalarından ben de çıktım. Eşofmanlı olan bekliyordu. Koluna girdiği yaşlı adam ise gözden kaybolmuştu.
Çıkınca bana döndü. İstanbul derkenki gülümsemesi yoktu bu sefer. Yüzüme bakıp “Bonanno kim!.. Ben bilmiyorum” dedi.
Cevap bekleyerek söylemediği için bir şey demedim. Bir süre telefonuna baktı. Sonra da asıl meseleyi sordu. Bu yeri nereden öğrendiğimi. Bir gazeteciden dedim. İnanmadı!..
Bunun üstüne ben sordum. İçerisi ne dedim. Kulüp mü, kafe mi, ne?.. Hiçbir şey dedi. Ardından hafifçe eğildi. Gözlerimin içine bakarak, tekrar etti. Hiçbir şey!..
Konuşma gittikçe Baba filmine dönmüştü. Tek fark, 70’lerin takım elbiseli Corleoneleri yerine, karşımda 2000’lerin eşofmanlı Sopranolarından biri vardı. Ve bana bilgi vermeyeceği belliydi.
Sokağa baktım. Kimseyi göremedim. İçeride de kimsenin kalmadığını ve benim konuşacak birilerini aradığımı söyleyerek son bir kez ne önerebileceğini sordum. “Acaba 1-2 saat sonra mı gelmeliyim” dedim. Arkasını döndü. Uzaklaşırken cevap verdi: “Belki de Türkiye’ye dönmelisiniz...”
Kulübün önünde bir süre daha bekledim. İçerideki ayaklı masanın üstünde iskambil falı açan yaşlı, sağır adam dışında kimseyi bulamayınca ben de ayrıldım.
HALA AYAKTALAR
Bundan birkaç ay önce Staten Island’da bir inşaat işçisi vuruldu. 46 yaşında, komşularının “çok iyi insandı” dediği adamın sonra Bonannoların kumar işlerini ayarlayan üyesi olduğu anlaşıldı.
Florida’da hafta içi yine bir mafya davası vardı. Orada da yargılananlardan biri, Bonannoların Güney Florida’daki haracını toplayan kişi olduğunu itiraf etti. O da kuafördü.
Mafya denilen, bir zamanlar kimsenin ismini ağzına alamadığı ama bugün dizilerle, kitaplarla mahremiyeti ayağa düşmüş şey hâlâ var. İnşaat işçisi, kuaför ya da sendikacı görünümünde ama New York’ta halen ayakta.
Kulüpten çıktıktan sonra bilgi almak için bölgedeki polis karakoluna gittim. 62. Polis İstasyonu’na... Kulübü anlatınca, bu konuyla merkezdeki özel birimin ilgilendiğini söylediler. Brooklyn’de mafyanın etkinliğini sordum. Hâlâ olduğunu ama zayıfladığını anlattılar. Bir de eskiden sadece İtalyanların sözü geçerken şimdi Ruslarla Arnavutların ağırlık kazandığını söylediler.
SON OMERTACILAR
New York’un beş büyük suç ailesinden biri olan Bonannolar tek örnek değil. 4 gün önce Queens’te yakalanan ve Gambinolar ile Genoveseler için yasadışı bahis oynattığı anlaşılan 30 kişi, diğer ailelerin de halen ayakta kalmayı başardığını gösteriyor. Polisin elindeki onca teknolojiye rağmen. Daha önemlisi, çıkıp anlatan herkesi zengin etmeye hazır medya düzenine rağmen...
Çünkü konuşmak o kadar cazip ki, mafya davalarında artık herkes anlatıyor. Hatta aile üyeleri hayat hikâyelerini açıklayıp bunun üstünden paralar kazanıyor. Örneğin Gambinoların 7 yıl önce hapiste ölen lideri John Gotti’nin kızı Victoria Gotti, 1 buçuk yıl televizyonlarda “Gotti Olarak Büyümek” diye bir reality şov yaptı. Ailesiyle ilgili 4 kitap yazdı. Yetmiyormuş gibi geçen ay “Şu Benim Ailem” diye yeni bir kitap daha yayınladı.
İyi ki o kulübe gitmişim. Çünkü kapıdaki yaşlı sağırla eşofmanlı adam, sanırım hayatını omertaya uygun yaşayan son New Yorklulardı... Görmüş oldum.
Paylaş