Paylaş
Geçen hafta yayımladığınız raporda Türkiye’deki ihlallere 48 sayfa ayırarak bunu ifade ettiniz ama Türkiye’yi basın ve ifade özgürlüğünde nerede görüyorsunuz?
- Türkiye bir NATO müttefiki ve Türk-Amerikan ilişkileri çok önemli. Birçok önemli meselemiz var. Suriye, Ortadoğu... Ancak böylesine önemli bir ilişkimiz olsa da, basın özgürlüğü konusunda yüksek sesle konuşuyoruz. Güçlü biçimde inandığımız doğruları saklamayız.
Bu, derin bir çelişki değil mi? Hem müttefik olmak hem de bu konuları gündeme getirmek. Nasıl hallediyorsunuz?
- Hem özel görüşmelerde hem de kamuoyu önündeki açıklamalarda gerçeklere dayalı konuşarak. Ortaklarla konuşurken bunu halletme yönteminiz hem çok samimi hem de gerçeklere dayalı olmalı.
Nedir onlar?
- Türkiye’nin anayasa reform süreci, azınlıkların, kadın ve çocukların haklarını koruma, basın özgürlüğünü genişletme potansiyeli içeriyor. 2012 yazında geçen yargı reform paketi, yargılaması süren belki 20 bin tutuklunun salıverilmesini sağladı. Şimdi kaygılarımız hakkındaki gerçeklere gelelim: Terörizm dahil devlete karşı suçlardaki bazı geniş kapsamlı yasalar, bazen davalarda soruşturmalardaki şeffaflıkta eksikliğe neden oluyor ve adalete erişimi kısıtlıyor. Birçok gazetecinin hapiste tutulması ve terörle mücadele yasalarından ya da yasadışı bir örgüt üyeliğinden yargılanmalarını da bir kaygı olarak dile getiriyoruz.
Her zaman vaka bazında...
- Ne görüyorsak onu sunuyoruz. Hem olumlu hem olumsuz olanları. Ülkeler arasında dürüst ve olgun bir ilişki de böyle olmalı.
Bunları dile getirirken özel görüşmelerdeki tonunuzla kamuoyu önünde yaptığınız açıklamalar ne ölçüde farklı?
- Diplomasi ve kamu diplomasisi farklıdır. Yetkililerin toplantılarda söyledikleri, basın toplantılarında söyledikleriyle birebir aynı olmayabilir.
Özel görüşmelerde daha sert eleştiriler getiriyor musunuz?
- Özellikle basın özgürlüğünde hem sessizce hem de kamuoyu önünde konuşurken bunu çok benzer şekilde gündeme getiriyoruz. Bu yeni bir durum değil. Gazeteciler hapiste mi değil mi? Yargı reformundaki yasa var mı yok mu? Ama insanların özel görüşmelerdeki ve basın toplantılarındaki konuşma şekli farklı olabilir.
Bunları ne sıklıkta gündeme getiriyorsunuz?
- Kamu görevlileri tarafından düzenli olarak gündeme getiriliyor. Nerede bir basın özgürlüğü sorunu varsa, orada konuyu gündeme getiren bir yetkili de vardır.
Sizce ne kadar etkili oluyor bu?
- Çok etkili olabiliyor. Çünkü somut olarak ya hemen ya da uzun vadede bir değişiklik olduğunu görüyorsunuz. Her zaman ya tutukluların serbest bırakılması ya bir yasa değişikliği ya yeni bir politika ya da sınırlamaların kaldırılması şeklinde somut sonuçlarla karşılaşıyorsunuz.
Türkiye’de sizce yasalar mı daha sorunlu, uygulama mı?
- Yasalar da önemli uygulama da. Sadece Türkiye için değil bütün ülkeler için bu böyle. Çünkü sadece yasaları değiştirmek yeterli değil, davranışı da değiştirmek zorundasınız.
Peki siz bunları dile getirdiğinizde Türklerin reaksiyonları nasıl oluyor?
- Karşılaştığınız insana göre farklı. Her insanın farklı önyargıları, farklı bir bakış açısı oluyor. Türkiye içinse söyleyebileceğim, basın, kamu diplomasisi ve medya benim portfolyomda olduğundan, bu konuları gündeme getireceğim biliniyor. İnsanlar bunları söyleceğimi tahmin ediyorlar.
Sizi görünce kaçıyorlar mı?
- (Gülüyor) Sadece ne geleceğini biliyorlar.
Mülakatın analizi
Evet söylüyorlar. Türklerle ne zaman bir araya gelseler, ister büyükelçi ister Dışişleri Bakanı düzeyinde, her seferinde basın özgürlüğünün önemini anlatıp sorunlu yanları dile getiriyorlar. Ve Sonenshine’ın dediği gibi, bana kalırsa da önünde sonunda etkili oluyorlar.
Odatv Davası’nın sanığı Müyesser Yıldız hapisteyken eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’a bir mektup yazmıştı örneğin. Kendisine gönderilen virüslü mesajlar için yardım istemişti. Geçen sene yaz sonu Clinton adına Yıldız’a bir cevap yazıldı. Türkiye’deki basın özgürlüğü kaygıları dile getirildi. Yıldız belki çoktan çıkmıştı. Ama sonra başka tahliyeler geldi.
Sorun şu: Bugün uluslararası baskı, Türkiye’de basın özgürlüğünü koruyan en güçlü mekanizma durumunda. İçeride Türkler istedikleri kadar konuşsun kimse dinlemiyor. Ama Sonenshine söyleyince, Ricciardone konuşunca, AB rapor yazınca önce köpürüyorlar. Sonra sıkışıp mecburen geri adım atıyorlar.
Bazen ben de eleştiriyorum. “Müttefikinizle çok işiniz var. İran, Suriye... Basın özgürlüğü ajandanızın altında” diyorum. Ama “Basını Özgür Bırakın” diye dünya çapında bir kampanya başlattıkları gün, bir Türk gazeteciyle konuşmak isteyecek kadar da açık davranmaya çalışıyorlar.
Dış politikasını eleştirebilirsiniz. İsrail’e toleransını, askeri hırslarını... Sonuna kadar da haklısınız. Ancak bunların yanında, basın ve ifade özgürlüğü gibi insan haklarındaki takipçiliği de Amerika’yı başka ülkelerin insanlarına çok güçlü bir şekilde yaklaştırıyor.
Geçen gün bir dostumla konuşurken söylüyordum. “Amerika’nın NATO’dan beri Türkiye’de insan haklarının gelişmesine ne zaman katkısı olmuş! Hep ortada Pentagon’un bir alışveriş listesi. Şuraya radar, buraya üs... Diplomatlar ellerinde o listeyle dolaşmışlar. İnsan hakları hiçbir zaman öncelik değilmiş” dedim. “Haklısın” dedi.
İşte bir fırsat... Türkiye kritik bir dönemeçten geçerken... Ya özgürlükçü, çağdaş bir anayasa ile gerçekten gelişmiş demokrasilerin arasına katılacak. Hiçbir gazeteci yazdıklarından dolayı hapse atılmayacak, hiç kimse ifadeleri yüzünden baskıya uğramayacak, kimsenin adil yargılanma hakkı engellenmeyecek. Ya da istikrar, kalkınma uğruna otokratik blokun içinde başka bir ülkeye dönüşecek.
Avrupa Birliği’ni biliyoruz. Onların romantizmi zaten başka türlüsüne müsaade etmez. Ama bakalım rasyonel Amerika bu dönem Türkiye ile öncekliklerini nasıl ayarlayacak... Umutluyum. Çünkü Sonenshine benimle konuşmayı kabul etti.
Paylaş