İş dünyasında sık kullanılan ‘best practice’ diye İngilizce bir tabir var. Alanındaki en iyi uygulama demek. Akademisyen kovan üniversiteler...
Performansların iptal edildiği galeriler... Türkiye’den üst üste hikâyeler okuyunca belki bu konuda örnek bir başarı öyküsüne ihtiyaç olabilir diye düşündüm. Ve Washington’dan sansürde bir ‘best practice’ anlatmak istedim. Geçen ay Smithsonian Müzesi’nde yaşanan, dünyada epey gürültü koparan bir olay bu. Ulusal Portre Galerisi’nden kaldırılan bir İsa videosuyla ilgili. Acemi sansürcüye bir rehber gibi düşünün. Sansürlerken nasıl davranması gerektiği konusunda... Bir daha işi eline yüzüne bulaştırmaması için... Tavsiyeler!..
1- Her zaman tetikte bağırmaya hazır olmalısın Tartışmayı başlatan serginin adı ‘Saklambaç’. Eşcinsellik temasını işleyen 150 eserlik bir gösteri. 30 Ekim’de başladı. David Wojnarowicz’in 1987’de yaptığı, İsa’yı çarmıhta karıncaların altında gösteren videosunun kaldırılması ise 30 Kasım’ı buldu. Niye?.. Çünkü o güne kadar hiçbir bağnaz o videodaki İsa bölümünü fark etmedi de ondan. Videonun orijinali 13 dakika. Küratörler edit edip dört dakikaya indirmiş. İsa’lı kısım ise sadece 11 saniye. Örneğin ben alt kattaki Katharine Graham sergisini görmeye gittiğimde Saklambaç’a da bakmıştım. Ama tartışma patlayana kadar... O sergide, o videonun içinde, hızlı hızlı akan görüntüler arasında, İsa’nın 11 saniyeliğine karıncalara sunulduğunu fark etmemiştim. Bir sansürcü hiçbir detayı atlamamalı!.. Her zaman dikkatli, tetikte, bağırmaya hazır olmalısın!..
2- Yalnız dolaşma kalabalık olup öyle bağır Videonun yaratıcısı David Wojnarowicz, bir eşcinsel. Sevgilisi fotoğrafçı Peter Hujar, 1987’de AIDS’ten ölüyor. O da New York East Village’da bir kuşağı yok etmeye başlayan AIDS’e karşı çaresizliği anlatmak için bu videoyu hazırlıyor. Elleri çivilenmiş, karıncalara direnemeyen İsa’yla... Ancak işin içeriğinin önemi yok. Olay Hıristiyanların forumlarına düşüyor. Ve ilk taş Katolik Ligi’nden geliyor. Dine hakaret diye... Sonra onların Kongre’de destekledikleri politikacılar giriyor devreye. Ve seçimlerden muzaffer çıkan Cumhuriyetçilerle kapışmak istemeyen müze, videoyu apar topar kaldırıyor. Yani neymiş?.. Yalnız dolaşmayacakmışsın!.. Hele politikacı arkadaşların varsa daha hızlı sonuç alırsın!..
3- Sansürü mutlaka inkar et O videoyu çektikten beş yıl sonra öldü Wojnarowicz. 37 yaşında. Tıpkı sevgilisi gibi AIDS’e teslim olarak... Videoyu sergiden kaldırma kararı aldıktan sonra açıklama yapan müze direktörü Martin Sullivan ise aynen şöyle dedi: “Bu karar teslim olmak değildi.” İnkar et!.. Bütün değerler allak bullak. Kavramları herkes kendine göre çekiştiriyor zaten. Kaç kişi bilecek?.. Kim adını koyacak?.. Sansür yok de, geç!..
4- Geride iz bırakma Yıl 2005. O seneki İstanbul Bienali’ne konulan ‘Free Kick’ adında bir sergi. Kataloglar basıldı. İşler yerleşti. Basın bültenleri gitti. Ama tam serginin açılmasından önce... Bienale katkı sağlayan vakıf, sergideki bir fotoğrafı görüp kaldırılmasını istedi. Bir askerin karşısında durup arkasında satır saklayan bir sivil fotoğrafı... Aynı hafta ülkücüler İstiklal’de 6-7 Eylül sergisini basmış. Bozüyük’te Kürt-Türk çatışması çıkmış. Bienalin küratörü, serginin küratörü, işi yapan sanatçı da, fotoğrafı kaldırmayı kabul etti. Sorumluluk sahibi anarşizm!.. Ancak sorun, fotoğraf öyle apar topar indirildi ki... Sergi açıldığında fotoğrafın izleri hâlâ duvardaydı. Ama gidin şimdi Saklambaç’ı gezin. Videonun esamisi okunmuyor. Ayrıca ne katalogda ne de başka bir dokümanda tek satır bahsi geçiyor. Tertemiz!.. Unutma, geride hiçbir kanıt bırakmayacaksın. YouTube’da gerçi video şimdi rekor kırıyor ama olsun. Sansürün kendisi, zaten kaçınılmaz olarak preinternet. Orasına takılma!..
5- Sonra uzun süre ortadan kaybol İzler ne kadar kaybolsa da... Müze yönetiminin davranışından sonra ufak çaplı bir kıyamet koptu tabii. Katoliklerin taşladığı Smithsonian, bu sefer sanatçıların hedefi haline geldi. Öğrenci gösterileri... New York’tan, San Francisco’dan gelen, “Getirin o videoyu biz gösterelim” mesajları... Ancak ilk açıklamadan sonra müzeden bir daha hiç ses çıkmadı. Sözcü Bethany Bentley’yi aradım. Böyle böyle bir yazı hazırlıyorum diye. “Artık bu konuda konuşmuyoruz” dedi. Sergiyle ilgili görsel bulmam için bir link gönderdi sonra. Link bile çalışmıyor. İlk şok sarsıcı olabilir. Ama sakın korkma!.. Kendine bir delik bul!.. Bir süre dışarı çıkma!.. Geçer... Bak iki ay olacak neredeyse. Hani video!..
6- Argümanların sağlam olsun Müzeciler konuşmuyor. İtirazcılardan Meclis Başkanı John Boehner’in sözcüsü Kevin Smith’le görüşmek istedim. Orada da kapı duvar. Ama Katolik Ligi hâlâ beyanata hazır. Örgütün temsilcisi Jeff Field ile telefonda uzun uzun konuştuk. “Biz sansür istemedik ki” diyor. “Smithsonian devletten destek alan bir müze. Smithsonian’a bizim vergilerimiz gitmesin istedik. Sonra isteyen istediği videoyu yayınlasın.” Üniversitedeyken münazaralar olurdu. Field ile konuşurken kendimi orada hissettim. Zaten o kadar parlak ki, şimdi Hıristiyan örgütler ateistlerle televizyon tartışmalarına onu göndermeye başladı. Ne söylesem, sağlam. Ne sorsam, tutarlı. Sadece tek bir yer olmadı. “O zaman 2005’te niye peygamber karikatürlerinin gazetelerde yayınlanmasına karşı çıktınız” dedim. “O benden önceydi” dedi. Sansürün bile güçlü bir argümanı olabilir. Sanatçılar genelde zeki olur ama sakın karamsarlığa kapılma. Biraz kafanı çalıştır... Mutlaka bir açık bulursun!..
7- İşin iyi yanlarına odaklan Argüman bulmakta zorlanırsan da başka bir yöntem... Sergiyi gezerken müzedeki iki yöneticiyle konuştum. “Sansür için ne diyorsunuz” diye... “Biz konuşmaya yetkili değiliz ama tartışma sergiye ilgiyi artırdı” dedi biri. Aynı şeyi küratörlerden de duydum. Saklambaç’ı yaratan Jonathan Katz ve David Ward, Artinfo’ya bir mülakat vermişler. Ward, “Tartışmanın ilgiyi artırmasına memnunum” diyor. Katz’ınki daha iddialı. Sansürü protesto edenlerden kendine pay çıkarıp, “Hayatında hiç protestoya katılmamış gençlerin katılımcı demokrasiyi keşfetmesine mutluyum” demiş. Pişkin ol!.. Kendine pay çıkar!.. Ve her fırsatta konuyu dağıt!..
8- İşin aslını ise her zaman gizle Ve en kritik kısım... New York Times’dan Frank Rich yazdı. Washington bunu hep yapıyor, 1989’da da Corcoran Müzesi’nde Robert Mapplethorpe’u sansürlemişlerdi diye... Rich’in bahsettiği ortak nokta sadece sansür değil. Eşcinsel Mapplethorpe’un o sergisi de, sanatçı AIDS’ten öldükten sonra açılmıştı. Ve baştan aşağı homoseksüel temalarla doluydu. İşte Rich, bu olayda da asıl hikâyenin Washington’da eskiden beri değişmeyen homofobik alışkanlıklar olduğunu savunuyor. Öyle bir İsa tasviri birçok sergide varken, neden homoseksüelliği ele alan bir sergide göze battı diye... Ancak tartışmanın geneline bakın. Birkaç kişi dışında kimse işin bu kısmına değinmiyor. Gizle!.. Sansürlerken hedefi saptır!.. Ve asıl niyetini asla belli etme!.. Bırak İsa zannetsinler!..