Paylaş
30 yaşında... Ailesi, Reagan’ın 80’lerde kontralara silah ve para akıttığı dönem Nikaragua’daki karışıklıktan kaçıyor. Reagan’ın ülkesine geliyor. Ve Washington’da... Reagan’ın yaşadığı Beyaz Saray’ın birkaç blok uzağına taşınıyor. Burnunun dibine...
O zaman kent çetelerin kontrolünde. Sokağa çıkmak isteyen her çocuğun kendine bir grup bulmak zorunda olduğu yıllar. Peralta da kurala uyuyor. Ve tarzını, stilini sevdiği bir tayfaya o da katılıyor.
Sokaklar eğer bir muharebe alanıysa... Hangi çetenin nerede yaşadığı... Kimin bölgesinin neresi olduğu... Kimin bileğinin güçlü olduğuyla ilgiliyse... İz bırakmaya başlıyorlar!.. O meşhur fotoğraftaki, “Clapton Tanrı’dır” yazısının altına işeyen köpek gibi... Neresi kendi bölgeleriyse, orayı gelişigüzel boyuyorlar. İşte Peralta da zamanla o imzacılardan oluyor. Ve 13 yaşında duvarlara graffiti yapmaya başlıyor.
Hikâyenin bundan sonrası... Bugün toplumların içine düştüğü bir paradoksun kusursuz bir özeti...
Çeteleri yok etmek için sosyal projelere milyonlarca dolar akıtıyor Amerikan Devleti. Ve yıllar içinde... Deneme yanılmayla en gerçekçi çözüme ulaşıyor. Önce graffitiyle barışıyor. İşi bir sokak sanatı kabul edip graffiti programları açıyor. Sonra da ders verdiği çocukların graffitiden para kazanabilmeleri için kanallar yaratıyor. Bazen kendi bütçesinden fonlayarak... Bazen de sivil toplum örgütlerine göndererek...
Bu işten en çok yararlananlar çete elemanları oluyor... Hedef de bu zaten. Buraya kadar yanlış yok. Ancak bir süre sonra... Şöyle garip bir durum ortaya çıkıyor.
Bu işten en çok çete elemanları para kazanıyor. Çünkü bu işi en iyi onlar yapıyor.
Bu işi en iyi onlar yapıyor. Çünkü geceleri yasadışı yollardan en çok onlar pratik ediyor.
En çok onlar yasadışı olmayı göze alıyor. Çünkü bu işe en çok onlar kendilerini adıyor.
Böylece en renkli işleri... Her zaman hep çete üyeleri çıkarıyor.
Devletin ehlileştirmeye çalıştığı bir altkültür, sistemden yararlanırken, bunu aslında sistemin dışında kalmayı sürdürürken edindikleriyle başarıyor.
Acımasız kurallar
Graffiti, dünyada herhalde üzerine en fazla tartışma yaşanan sanat alanlarındandır. Hatta kimine göre yakın dönemin en güçlü sanat akımı. Bazılarına göre ise sanat bile değil, vandalizm.
Tarih öncesi mağara resimlerine dahi graffiti diyen sanat tarihi bir yana... Şimdiki formuna 70’lerde kavuşuyor graffiti. Ve her kentte farklı bir altkültürün ürünü haline geliyor. New York Williamsburg’e gittiğinizde farklı... Los Angeles’ta çetelerin öbek öbek dolaştığı Venice Plajı’nda farklı... Washington’da farklı!.. Muhtemelen mesela Rio’da ise bambaşka... Peralta’ya DC’deki şeklini sordum. Söylediği şunlar oldu:
? Her resmin bir hikâyesi, anlattığı bir öykü vardır. Örneğin ben U Street’e çizdiğim ‘Evrim’de, mahallenin yaşadığı dönüşümü anlattım.
? Genelde herkes öyküsünü ismi üzerinden anlatır. Graffiti, yazar (writer) için kişisel bir pazarlama aracıdır.
? İş kötü olduysa, sokakta fazla yaşamaz. Üzerine önce ‘Toy’ (oyuncak) yazarlar. Sonra başka bir resim yaparlar.
? Eğer resim güzel olmuşsa da, uzun yıllar kalır. Herkes saygı gösterir. Bu kurala uymayanlar genelde çetelerdir.
? Graffiti artık şekil değiştiriyor. Önemli olan ne kadar tehlikeli bir yeri boyadığından çok müze kalitesinde yapmak.
? Ve bunu her zaman bir tepki olarak değil, kurumsal bir işin parçası olarak da görebilmek. Bundan para kazanmak.
Çeteden olduğumu çocuklar bilmesin
Luis Peralta, bugün Washington’ın en ünlü graffiti sanatçılarından. Başta anlattığım döngüde, o da ilk defa graffitiden 16 yaşındayken para kazanmış. Devlete ait bir okul duvarına yaptığı figürle... Ancak çete üyeliğinden sonra yaşadıklarıyla... Sıyrılıp... Kısa zamanda bir istisnaya dönüşüyor. Şöyle...
Devlet graffitiyle barışınca, işin içine önce şirketler giriyor. Fitness salonları, McDonald’s gibi zincirler, Snapple gibi içecek şirketleri... Graffiticiler için parayla çalışabilecekleri binlerce alan açılıyor. Peralta, bir yandan bu şirketlerin şemsiyesine girip kurumsal graffitiyle tanışırken... Bir yandan da Corcoran Müzesi’nin sanat okulundan burs alıyor. Ve liseden sonra çeteden kopup... 5 yıl Beyaz Saray’ın yanındaki Corcoran’da okuyor.
Luis Peralta şimdi sadece bir sanatçı değil. Galerisi var ve yaklaşık 20 sanatçıyı temsil eden bir simsar. Aynı zamanda devletin sosyal kuruluşlarında çocuklara graffiti öğreten bir gönüllü.
Hafta içi, Peralta’nın ders verdiği, kentin fakir yukarı kesimlerindeki Street Outreach Network’te buluştuk. Sınıfına katıldım. Ve sonra öyküsünü dinledim. Geçmişine sünger çekmiş, bir çeşit tövbekâr. “Benim çoğu arkadaşım öldü. Yaşayanlar ise 20-25 yıl hapis cezaları aldı. Artık o dönemden konuşmak istemiyorum” dedi. Konuşmak istemedi çünkü ders verdiği, aralarında çete üyesi olduğunu bildiği çocukların onun geçmişine bakıp kendi durumlarını meşrulaştırmalarını istemedi.
Bir buçuk saat sürdü o akşam ders. İçeride sekiz çocuk vardı. Önlerinde Dr. Pepper’lar, eskiz çıkarıp renk seçtiler. Sonra dersin bitimine yakın başka bir çocuk daha girdi içeri. Kafasında kapüşon. Hiçbir şey konuşmadan bir sandalye çekti. Başını önüne eğip... Karakalem bir surat çizmeye başladı. Daha çocuk yaşta vücudu ağırlık çalışmaktan şişmiş. Öbür çocuklar “Frank, Frank” diye sürekli bir şeyler sormaya çalıştılar. Ama hiç oralı olmadı. Ders bitti. Tamamladığı suratı Peralta’ya gösterdi. Ve kağıdı verip, yine konuşmadan ayrıldı. Verdiği figür, sınıfın en iyi işiydi. Ve büyük ihtimalle de... O gece mahallede bir evin bahçe duvarına boyayacağı graffitinin eskiziydi.
Genç bilim adamına tavsiyeler
Hafta içi Amerikan Kongresi’nde tarihin en büyük bütçe kesintilerinden biri açıklandı. Tam 74 milyar dolar. Kesintilerin dökümüne baktım, çoğu da bilim ve eğitim alanında.
Miral Dizdaroğlu (65) Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından biri. Ve işte o kesintilerin vuracağı yerlerden... Ulusal Standartlar ve Teknoloji Enstitüsü’nün (NIST) de en kıdemli araştırmacılarından. Amerikan devletine ait, prestijli bilim merkezi.
DNA onarımı ve hasarı konusunda çalışıyor Dizdaroğlu. H indeksi, 58. Bütün dünyadaki Türk bilim adamlarıyla karşılaştırırsanız, ilk birkaç isimden.
Enstitüde buluştuk. Ve bilimin önümüzdeki yıllarda yaşayacağı zorlukları konuştuk. Sohbeti, genç bir bilimadamına tavsiyeler diye özetleyeceğim. Onun ağzından... Madde madde... Amerika’sı ya da Türkiye’si yok. Evrensel!..
? En başında, çalışacağınız alanı iyi düşüneceksiniz. Çünkü gerekirse 30 yıl o konuda çalışmayı göze alacaksınız.
? Zaman hızlandı ama bilimin hâlâ sabra ihtiyacı var. Dağılmadan, konunuza odaklanmayı öğreneceksiniz.
? Yıllarca kıyıda köşede kalmış araştırmaların sonra ödüller kazandığı vakidir. Umudunuzu kaybetmeyin. Bizim enstitüde biri yıllarca -273.15 derece santigrata (mutlak sıfır) yaklaşmak için çalıştı. Kimse umursamazdı. Nobel kazandı.
? Çok fazla yayın var. Bunlara erişim çok kolaylaştı. Bilgi denizinde boğulmamak için... Takip edeceğiniz yayınları iyi belirleyeceksiniz.
? Ödüller pratik yaşama etkisi olan buluşlara verilir. Ama o buluşlar için gerekli, temel araştırmaları hiçbir zaman hafife almayın.
? Bilim özgür olmak zorunda. Yağmurlu bir günde eve girdiğinizde pardösünüzü çıkartıp askıya astığınız gibi... Laboratuvara girerken de inançlarınızı kapıda bırakacaksınız.
? Dinin bilim üzerindeki baskısı artıyor. Amerika’da Bush dönemi bu baskı doruğa ulaştı. O yüzden kök hücrede Avrupa ve Çin şimdi Amerika’dan daha önde. Baskının bilimde geri bıraktıracağını aklınızdan çıkarmayın.
? Dünyanın en komplike bilim konulardan biri kanser araştırmalarıdır. Herkes konuya farklı bir açıdan yaklaşıyor. Yaratıcı düşünceden hiçbir zaman vazgeçmeyin.
? Ve akademi içinde yaşanan çekişmelerden uzak durun. “Ben en iyiyim” diyorsanız bunun somut verileri vardır. Endekslere baktığınızda ortaya çıkar.
Paylaş