Paylaş
Mary ve John bir gün evde otururlarken dışarıdan gelen bir gürültü duyuyorlar. Ve pencereye koşup uzaklaşan bir otomobil fark ediyorlar. Olay önemli çünkü belki de bir vurup kaçma vakası. John, ilk bakışta “Bronz bir Ford’du” diyor. Mary ise “Kahverengi bir Chevy’ydi.” Tartışmaya başlıyorlar. Mary, John’un dürüstçe olayı ortaya çıkarmaya çalışan biri olduğuna inandığından düşüncesini gözden geçiriyor. Aynı şeyi John’un da yapması beklentisiyle… John da ilk bakışta herkesin yanılabileceğini kabul edip Mary’nin görüşüne göre kendi fikrini yeniliyor. İkisinin de öncelikleri ortak: Gerçeği bulmak. Ne Mary ne de John kendi fikrine karşısındakinin fikrine göre ağırlık verme gereği duyuyor. Çünkü mesela ikisinin de gözleri iyi görüyor, kimse miyop değil. İkisi de olayın dışında. Ve karşılıklı fikir değiş tokuşu sonrası, bir süre sonra fikir revizyonu bitiyor. Ortaya tek bir kanaat çıkıyor. O da ortak fikir oluyor. Ortak öncelik ortak bir bilgi doğuruyor.
İşte 2005’te Nobel ödülü de alan büyük matematikçi Robert Aumann’ın 1976’dan beri hâlâ hiçbir oyun teorisyeni tarafından çürütülemeyen teoremi bu: Dürüst anlaşmazlık yoktur. Mary ve John gibi rasyonel davranan iki kişi hiçbir zaman anlaşmazlık yaşamaz. Çatışma doğduğundaysa bu, iki taraftan birinin önceliğinin farklı olmasından kaynaklanır.
Geçenlerde ekonomistler arasında yaşanan bir tartışmada referans verildiğini görünce merak edip okudum ben de. Hâlâ Aumann’ı yıkmaya çalışan iki genç akademisyen “Anlaşmazlıklar dürüst müdür?” deyip uzun bir makale yazmış. Ve Aumann’ın gerçekten haklı olup olmadığını araştırmış.
Sonunda teoremin karşısında onlar da eğilmiş. Ve işi anlaşmazlıkların aşılması için tavsiye vermeye kadar vardırmış.
Bireyi gerçeği aramaktan saptıran önceliklerin nasıl oluştuğunu inceliyorlar örneğin bir yerde… Ve Amerika’daki üniversitelerde profesörlerin yüzde 94’ünün kendisini meslektaşlarından daha başarılı bulduğunu fark ediyorlar. Sosyologlarda durum daha keskin. Yarısı, kendi alanında en iyi 10 akademisyenden biri olacağına inanıyor. İşte kendini olduğundan daha değerli görme de, kaçınılmaz olarak irrasyonel bir çatışma doğuruyor. Çünkü öncelik değişiyor. Gerçek değil, benlik öne çıkıyor. Sonra da onun doğurduğu fikir, başkalarının aynı yoldan yarattığı diğer fikirlerle savaşa başlıyor.
BASİT FORMÜL: İNKÂR
Nitekim psikologların da söylediği şu: Toplumdaki fikir ayrılıklarının büyük çoğunluğu, bireyin başkalarından daha iyi olduğuna olan inancından kaynaklanıyor. Ben daha bilgiliyim, ben daha zekiyim, daha başarılıyım düşüncesinden...
“Peki” diyor makalenin yazarları Tyler Cowen ve Robin Hanson … “Bu çatışmada zekânın rolü ne?” Şu: İstisnasız herkes yaşadığı anlaşmazlıkların bazılarından sonra görüşünü değiştiriyor. Ama IQ’su yüksek olanlarda bu değişim daha az fark ediliyor. Hayır. Daha zeki olanlar daha az anlaşmazlık yaşadığı için değil. Ortalama bir zekâ ve yüksek bir zekânın yaşadığı günlük çatışmalar neredeyse aynı. Çünkü anlaşmazlık yaşamak toplumsal olarak utanç verici bir durum olarak görülmediği gibi, tam aksine kolay ikna edilebilir olmak bir zayıflık addediliyor. Ama IQ’su yüksek kişiler zikzak çizerken bunu çok daha ustaca yapıyor.
Nasıl mı başarıyorlar? Çok basit bir formülle…
İnkâr ederek. Kendini önceliğe aldığı için irrasyonel davrandığını kabul etmeyerek. Hatta öyle ki… Bu yaklaşımı sadece karşısındakine değil kendisine de kabul ettirerek. Kendini aldatarak. Anlaşmazlık yaşamasının tek sebebinin argümanlarının daha doğru olmasından kaynaklandığını iddia ederek. Asla taviz vermeyerek. Bunu yaparken de güçlü bir hafızayla kendisiyle çelişkiye düşmeyecek kadar dikkatli olarak.
Sonuç…
Hayatta daha ‘başarılı’ olma… Kendine daha çok güvenme… Daha az psikolojik problem yaşama… Daha az depresyona girme…
Ne mi yapılmalı?
“Herkes için geçerli olacak bir formülümüz yok” diyor Cowen ve Hanson. Ama sonra ekliyorlar:
“Belki de sorunun zorluğunu kabul etmek, anlaşmazlık halinde bizi en azından kendi kanaatlerimizle ilgili daha temkinli yapabilir.”
Paylaş