Paylaş
“Mülkiye Siyasal Bilgiler’de okuyorum. Valla işte... Siyasi bir şeyimiz yoktu ama... Problem yarattık herhalde. O zaman yerel bir gazete çıkarıyordum. Bir şeyler yazdım. Ya şöyle... Herhalde kişilik olarak duyarlı biriydim. Kürt olarak bölgemdeki haksızlıklara, yanlışlıklara karşı bir şeyler yazmış olabilirim. Gazetenin adı Erzincan İliç’in Sesi. Siyasal’da bir grup arkadaştık. Böyle şiddet, şu, bu olaylarını sevmem. Sene 1991-1992. Zaten ailede de böyle bir şeyimiz yok. Ama yanlışlıklara da duyarsız kalamazsın ki... İşte gençlik... Hayatımda gazete nasıl çıkarılır bilmem de... Matbaaya ilk gittiğim günü hatırlarım. Amacım o zaman neydi? İşte kasabada etrafımızdaki yanlışlıkları yazabilmek. İki sene sonra herhalde insanları kızdırmışız. Okul değil de dışarıdan biraz sorunlar oldu. Yargılanmadım. Sorguya alındım. Polis tabii. Gözaltı... Ama çok kısa bir süre. Belki bir gün. O zaman anladım yani. Ya susacaksın. Ya şiddete karışacaksın. Ya da geçip gideceksin. Üçünden bir tanesi... İşte biz geçip gitmeyi seçtik. Sene 1994...”
İÇERİDE NELER DEDİLER
O polis sorgusunda ne oldu? İçeride neler yaşandı bilmiyorum. Çok sordum. “Kötü muamele var mıydı” dedim. Hep, “Yoktu işte” dedi. Ama artık ne dedilerse... Nasıl korkuttularsa... O olaydan sonra 8 bin kilometre öteye kaçıyor Hamdi Ulukaya. Ve bugün 1 milyar dolarlık cirosu, 1.200 çalışanı, yüzde 20 pazar payıyla Amerika’nın en büyük yoğurt üreticisi haline gelen Chobani’yi kuruyor.
Türk-Amerikan Konseyi’nden ödül almak için geldiği Washington’da bir otel kafesinde buluştuk. 40 yaşında. “Benimki sadece bir yoğurt firması değil. Bir life-style markası” dediği Chobani için halen gece-gündüz çalışıyor.
Ben de aslında onu merak ediyordum. Amerika’ya gelip bizdekinden farklı, Yunan usulü ürettiği süzme yoğurtla nasıl bir milyardere dönüştüğünü... Sağlıklı beslenmenin gittikçe bir takıntı haline geldiği Amerikalılara Chobani’yi nasıl pazarladığını... Ama hikâyenin arkasından Türk polisi çıktı.
GÜMBÜR GÜMBÜR BÜYÜYOR
Verdiği röportajlar, aldığı ödüller bir yana halen büyümeye devam ediyor Ulukaya. Ve Idaho eyaletinde kurduğu yeni fabrika... Avustralya ve Kanada’ya genişlettiği operasyonu.... Harvard işletme mezunu gençlerden kurduğu takımıyla da gümbür gümbür ilerliyor. Ama en önemlisi... Konuştuklarımızdan anladığım, Mülkiye’de okurken kendi kasabasındaki yanlışlıklara üzülen o genci de halen koruyor. Hem de hiçbir önyargı, hiçbir kötü duygu beslemeden.
Önemli mi? Birileri için hiç önemi yok demek... Çünkü size asıl trajikomiğini söyleyeyim: Şimdi Çoban Armağanı Vakfı adıyla bir yardım örgütü de kurmuş Ulukaya. New York’ta. Somali’ye tek başlarına 1 milyon dolarlık yardım yollamışlar. İstanbul’a da bir vakıf açmak istiyormuş. “Ne tür yardımlara odaklanacaksınız Türkiye’de. Burs mu, yoksullara yardım mı” deyince ben, güldü. “Bir senedir uğraşıyoruz. Bürokrasi izin verirse... Vakıf izni almak için uğraşıyoruz. Çok ilginç” dedi. “Anladım” dedim. Güleyim mi, ağlayayım mı karar veremedim.
TREND
31 milyar dolarlık pazar
Araya polis konusu girince anlatamadım. Google’a girip ‘Chobani Yogurt’ yazdığınızda, bugün size altta önerilen ilk kelime ‘healthy’ (sağlıklı) oluyor. Çünkü Ulukaya’nın dediği gibi, yoğurdu keşfeden Amerikalılar sağlıklı diye yoğurt ararken en kalitelisi Chobani’ye yöneldikçe, markanın sağlıklı ürün algısı da her geçen gün yükseliyor.
“Nasıl yararlanacaksınız bundan” dedim. “Yoğurtla başladık, onunla büyüyoruz. Ama çok büyük fırsat var. Bir-iki sene içinde pazara sunacağımız çok farklı ürünler olacak” dedi.
Amerikan medyasının Ulukaya’nın peşinden koşmasının arkasında da işte bu var. 31 milyar dolarlık bir organik ürün pazarı var bugün Amerika’da. Ve Chobani de, o pazar büyüdükçe potansiyelini artırıyor. Üstelik daha halka açılma, yatırımcı kabul etme faslına gelmeden. Şirket tamamen Ulukaya’nın kontrolünde. Yatırımları da kendi özkaynağı.
Amerikalılar “Biz neden obez olduk” diye her gün kendi kendilerine sorarken, Fransızlar içine şeker koyup yoğurdu murdar etmeye daha devam etsin.
İŞADAMI
Nükleerci müteahhitler
Konu yoğurt olunca, içine ne kadar pazarlama becerisi girse de iş fazla komplike olamıyor. Ulukaya’nın öyküsü de, başka bir açıdan “Beş parasız geldi, bulaşıkçılık yaptı, baba mesleği mandıracılıkla yoğurt kralı oldu” türü bir Yeşilçam öyküsü.
Ama Ulukaya’yla görüştüğümüz Amerikan-Türk Konseyi toplantısında fark ettiğim, her şeyin yoğurt üretmek gibi olduğunu zanneden birtakım iş adamları var ki, işte orası endişe verici. Endişelendim çünkü nükleer santral yapmak için fırsat arayan müteahhitlere rastladım.
Soruyorum. “Sizin grup şimdi hangi alanlarda” diyorum. Sayıyor: “İnşaatlar var. Orada bir termik santral, şurada bir hidroelektrik...” “Enerjide mi büyüyeceksiniz” dediğimde de, “Türkiye’de bu konuda çok alan var. Nükleer enerjide de bir fırsat çıkarsa neden değerlendirmeyelim” diyor. Sadece bir kişi de değil. Harıl harıl nükleer uzmanı arayanlar varmış.
Özgüven iş dünyasında her zaman iyidir elbette. Türk işadamlarının da uluslararası bir toplantıda kendilerinden emin olduklarını görmek insanı ancak mutlu eder. Ancak nükleer enerji santral gibi dünyanın en sofistike, en tehlikeli işlerinden birine kalkışırken ihtiyacınız olan özgüven değil, bilgi, birikim ve sermayedir. 2-3 milyar dolarlık ciron ve hidroelektrik santrali tecrübenle 15 milyar dolar yatırım gerektiren bir nükleer santral kurmaya kalkarsan sonunda ya batarsın ya da ülkenin başına bela açarsın. Ne kadar trajikomik olsa da... Gülelim diye anlatmadım.
Süper Cobra’lar 8 aydır yok
Konferansa dair son bir not... Çoğunuz şimdi hatırlamayacaktır. Bundan sekiz ay önce Amerika Türkiye’ye üç helikopter satmaya karar verdi diye büyük bir gürültü kopmuştu. Türkiye PKK’ya karşı kullanmak için insansız hava aracı istiyor. Amerikan Kongresi, Türkiye’nin İsrail ile arası kötü diye karşı çıkıyor. Ve onun yerine Afganistan’da Amerikan deniz piyadelerinin kullandığı üç Süper Cobra’nın Türkiye’ye satılması formülü bulunuyor. O dönem söylenen, helikopterler 2011 sonuna yetişecek, Kara Kuvvetleri’nin kullanımına verilecekti. Ama yeni öğrendim. Meğerse o helikopterler sekiz aydır ortada yokmuş. Gecikmenin sebebi Amerikan bürokrasisi, diyorlar. Türkler, deniz piyadelerine ait Norfolk yakınlarındaki bir üste bekleyen helikopterleri çoktan gidip kontrol bile etmişler. Ancak Amerikan tarafı, satışla ilgili ‘kabul mektubu’nu Türkiye’ye ancak geçtiğimiz haftalarda yollamış. Ve asıl ilginci... İtalyanlarla ortak üretilen kendi saldırı helikopteri projesi hızlı ilerlediğinden Türkiye artık geciken Süper Cobra’ları almaktan vazgeçmeyi düşünmeye başlamış. O mektup neden o kadar gecikti belli değil. Ama özgüveni her zaman en tepede olan Ahmet Davutoğlu’na duyurulur.
Paylaş