Paylaş
Adım ‘Hack’. Gazeteciyim. Kazıyorum, tırtıklamaya çalışıyorum. Konuştuğum kişilerse yaka kartlarında yazdığı şekliyle ‘Flack’. Devletin halkla ilişkilerini yapıyorlar. Gazetecilere, kayadan kopardıkları parçacıkları serpiştiriyorlar.
‘Hack&Flack’ toplantıları, Washington’da ilk defa sekiz yıl önce başlamış. Amaç, 11 Eylül’den sonra kurulan İçişleri Bakanlığı’nın bilinirliğini artırmak. Gazetecileri bürokratlarla buluşturup, içeriden bilgi vermiş... Ve insanları böyle bir bakanlığın lüzumsuz yere kurulmadığına ikna etmeye çalışmışlar.
Sonra iş büyümüş. Sadece İçişleri değil, buluşmalara diğer ulusal güvenlik birimleri de dahil olmuş. Ve New York’a da yayılan... Birkaç gün öncesinden belirlenen bir yerde her ay düzenli toplanan... Savunma Bakanlığı’dan NSA’ye (Ulusal Güvenlik Ajansı)... DEA’dan (narkotikçiler) Adalet Bakanlığı’na devletin adamlarının gazetecilerle off the record konuşmalar yaptığı kapalı toplantılara dönüşmüş.
Hadi biraz Meksikalı öldürelim
Perşembe gecesi. Asansörden indim. Gecenin sponsoru... Amerikan Hükümeti’ne siber güvenlik hizmeti veren bir şirketin binasının terasına çıktım. Ve insanların öbek öbek toplandığı... Aşağı yukarı 100 kişilik topluluğun arasına karıştım.
İçeri girince bakışları hissediyorsunuz önce... Kasabaya yeni gelen yabancı.
Ama sonra... Madem davet edildiniz... Kimsiniz merak ediyorlar. Ve şak... Hemen kartvizitler çekiliyor. “Ne kadardır Washington’dasın” sorusuyla da hikâye başlıyor...
- Her şeyin kesinlikle off the record olacağı, önceden yollanan davette yazılı aslında. Ama buna rağmen... Konuşmaya başladıklarında üstüne basa basa tekrar ediyorlar. “Adımı yazmayacaksınız değil mi?..”
- Herkesin her şeyden haberi var. Türk olduğumu öğrenen, Türkiye son bir aydır ne tartışıyorsa onlardan bahsetti. Asıl ilginci... Bir konu açıyorlar. Ve üstüne yeterince düşündükleri bir kanaatleri her zaman oluyor.
- Kontrollü olan da var, destursuz giden de... Amerikan Hava Kuvvetleri’nden biri. İran hakkında bir şey söyleyecek. “Kendini rahat hissedeceksen, İran hakkında ne düşünüyorsun” diyor. Yarı-düşman İran’la ilgili düşünceniz Washington’daki en önemli referans çünkü.
- Ama bazen de öyleleri oluyor ki... DEA’dan biriyle konuşuyoruz. Türkiye ilişkilerinin tarihçesini anlatıyor. 70’lerdeki afyon krizinden bugünkü işbirliğine... Yanımıza tanıdığım bir lobici geldi. Selamlaştık. Konuştuğum kişinin yaka kartında DEA yazdığını görünce de adamın omzuna vurup, “Hey hadi gel biraz Meksikalı öldürelim” dedi. Gülsen gülemezsin!.. Terslesen, ‘Partinin kılçığı’ diyecekler!.. Hiçbir şey söyleyemedi narkotikçi.
- Bürokratlar, ama çoğu politik atama. “Ben Cumhuriyetçiyim. Bush döneminde girdim, değiştirmediler” diye anlatıyor mesela. Ya da “Ben Demokratım. Ohio’da Demokratların kampanyasında çalışırken bu pozisyonu buldum” diyor.
- Hava Kuvvetleri, en kalabalık gelen gruptu. Ve neredeyse hepsi en az bir kere Türkiye’ye gitmişti. En rahat davranan topluluk... En bir arada duran ve sadece tanıdıklarıyla konuşanlarsa Ulusal Güvenlikçiler’di.
- Adalet Bakanlığı’nın ekibiyle konuşuyorum. Yine çok genç bir metin yazarı vardı. Güneş gözlükleri hava kararıncaya kadar çıkmadı. “Bu kentteki bütün metin yazarları çok genç” dedim. Ekipten biri araya girdi: “Çünkü gençler her şeyi bilir.”
- Pentagon’un çıkardığı dergilerden birinin editörüyle tanıştık. Dert yanıyor. “Söylüyorum sana, Amerika’nın tek sent parası kalmadı” dedi. “Ne demek bu” diye sordum. “Bir komutan şöyle açıkladı” deyip anlattı: “Geçen gün birliği toplamış. ‘Sakın kullandığınız araçları bozmayın. Çünkü yenisini alamayız’ demiş. Bu demek.”
- İlişki iki taraflı. Siz soruyorsunuz. Onlar da soruyor. PKK meselesiyle çok karşılaşıyorsunuz. Asker kökenlilerin hemen hepsi kariyerlerinin bir döneminde Ortadoğu’da bulunmuş ve PKK’yı öğrenmiş çünkü. “Hâlâ nasıl bitmez bu iş” dedi Hava Kuvvetleri’nden biri. Sonra Bağdat’ta bulunduğu sırada başına gelenleri anlattı. “Biz üstümüze düşeni yapıyoruz” deyip reçeteyi söyledi: “Kuzey Irak Yönetimi devreye girmezse PKK çözülmez.”
- Ve bütün bu ağır meselelerin yanında... Ulusal güvenlik işlerinin dışında... Herkeste bir Türk mutfağı hevesi var. Generallerin gidişinden bahsediyorlar. Ayrılırken de şunu soruyorlar: “Siz kentteki hangi Türk lokantasını seviyorsunuz. Hangisine gidelim?..” “Fark etmez” diyorum. “Çoğu iyi!..”
Paylaş