Paylaş
O gün basın toplantısı başka odaya alındı. Bekliyoruz. 15 dakika... Yarım saat... Dışişleri Sözcüsü Victoria Nuland tam 45 dakika gecikti. İçeride telefonlar da çekmiyor. Oturacaksın. Öyle bekleyeceksin. Nuland geldi. “Kuzey Kore ile görüşmeler yeniden başladı. Az önce size duyurusunu gönderdik, okumuş olmanız lazım” deyince de kıyamet koptu. Haber ajansı Associated Press’in muhabiri Matt Lee ayağa kalktı. “45 dakika bizi burada bekletiyorsun. Sonra da görmemin imkansız olduğu bir bildiriyi okuduğumu varsayıyorsun” diye Nuland’ı azarladı. Sonra da salonu terk etti.
Dışişleri’nde gazetecilere ayrılan ‘bullpen’deyiz (boğa ahırı). “Korku mu, saygı mı, nefret mi? Hükümet senin için ne hissediyor olabilir” dedim. Güldü. “Kendini beğenmiş ve kaba olduğumu söyleyenler çok. Ama herkes onlarla kişisel bir problemim olmadığını bilir. Bu bir satranç maçı. Ve ben onlara saldırıyor gibi görünüyorsam, aslında amacım, hükümetin işini iyi yapma konusundaki niyetini göstermesine yardımcı olmaktır” dedi.
Matt Lee (47), bugün Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nı takip eden en kıdemli muhabir. Bakanlık her gün basın toplantısı düzenler. Her gün en ön sıranın en sağındaki Lee de ilk soruyu sorar. Beyaz Saray’da, Pentagon’da böyle bir duruma rastlamazsınız. Ama Dışişleri Lee’nin yeridir. Ve salondaki tüm gazetecilerin uyduğu bir teamül gereği o başlar. İstediği kadar devam eder. Sıkıştırır. Kafasına yatmayan cevaplarla dalga geçer. Bazen de sözcüler hata yapınca anlattığım olaydaki gibi azarlar.
HALKLA İLİŞKİLER Mİ GAZETECİLİK Mİ
“Yaptığımız işin en heyecan verici kısmı, hükümetin yaptığı yanlış bir işi duyurmak, bir yetkiliyi sorumlu tutmak.” Lee’ye “Portreni yazacağım. Washington’da bir gazeteci huysuz kalabilmeyi nasıl başarır formüle etmek istiyorum” dediğimde bana böyle söyledi. Bu cümleyi anlamak iki kesim için de önemli. Hem kalemini bir süre sonra cebine sokup haber kaynaklarının sırdaşına dönüşmeye başlayan başkent gazetecileri için. Hem de gazetecilerin işiyle barışmak zorundaki hükümet temsilcileri için.
“Şimdiye kadar 12 sözcü gördüm, hepsiyle de arkadaşız. Salonda ne kadar tansiyon ve öfke olsa da, dışarıda dostuz” dedi. “Hem bu kadar katı olup hem de nasıl dost olduğunu savunabiliyorsun” dedim. “Çünkü iki seçeneğin var. Ya halkla ilişkilerci olur arkadaşlarını parlatırsın. Ya da gazetecilik yaparsın. Bu onların brifingi. ABD’den başka dünyada her gün brifing yapan başka bir dışişleri bakanlığı yok. Bunu takdir ediyorum. Ama mesajın güvenilir bir kanaldan dağılmasını istiyorlarsa, tarzımı kabullenmek zorundalar.”
HÜKÜMET KARIŞAMAZ
İlk soruyu Lee salondaki diğer gazeteciler olur verdiği için soruyor. Dışişleri Bakanları’nın yedinci kattaki basın toplantılarında da kimin soru soracağını yine bullpen’deki gazeteciler seçiyor. Hiçbir hükümet yetkilisinin bu konuda inisiyatifi olamaz. Farkı anlamanız için söylüyorum. Şubatta Ahmet Davutoğlu geldiğinde Clinton’la ortak basın toplantısı yaptılar. İki taraf ikişer soru alacaktı. Amerikan tarafının iki soru kontenjanını yine gazeteciler seçti. Türk tarafının soru kontenjanı için kimin soru soracağına Türk Dışişleri karar verdi: Zaman ve Anadolu Ajansı.
“Hiç şikâyet gelmiyor mu” dedim. Öyle bir baktı ki, sorduğuma pişman oldum. “11 yıldır soru soruyorum, şimdiye kadar tek bir editörüm bile bir konuya girmemem ya da fazla ileri gitmemem konusunda bir yorumda bulunmadı. Eğer şikâyet eden olduysa da bana yansımadı” dedi.
“En azından daha büyük bir haber için ufak haberi yazmadığın oldu mu” dedim. “Her yazmadığımdan editörümün haberi vardır. Ama dürüst olmak gerekirse, bir gün sonra Bin Laden’i öldüreceklerini öğrenseydim sanırım yazmazdım” dedi. “Vatansever olmamakla suçlayan oldu mu” dedim. “Vatanseverlik hiç ölçü olmadı. AP bir Amerikan kuruluşu. Amerikan vergi mükelleflerinin hakları nedeniyle Amerika haberlerine elbette ağırlık veriyoruz ama gazeteciliğin evrensel kurallarına bağlıyız” dedi.
HERKES ÖĞRENECEK
Dünyada hiçbir demokrasi, özgür bir basın olmadan sağlanamamıştır. Kamunun denetimi, sizlerin haklarının korunmasında özgür, dürüst bir basından daha önemli bir araç yoktur. Ve bu yüzden de bir insan nasıl yarı hamile olamazsa, özgür bir basını yoksa yarı demokrat da olamaz.
Şimdi sanırım bu aşamadayız. Çünkü işe pragmatist bakanlar için söylüyorum... Türkiye eğer Ortadoğu bataklığına ip olacak bir ‘proje’yse, bunu özgür bir basınsız yapamayacağının sonunda herkes farkına varacak.
İki hafta önceydi. Amerikan Dışişleri basın özgürlüğü konusunda bir basın toplantısı düzenledi ve ben de bunu Bakan Yardımcısı Michael Posner’e sordum. “Amerika’nın düşmanı olarak tasvir edilen ülkelerdeki basın özgürlüğü sorunlarını dile getirmek mesele değil. Ya müttefikler?” dedim. “Bütün kanalları kullanıyoruz” dedi. Ve Obama da perşembe günü basın özgürlüğü mesajı yayınladı. Şimdilik sadece Suriye, Küba gibi ülkelerden bahsetti.
Lee, “Elbette burada da Obama Yönetimi tarafından bilgi sızdıranlarla konuşan gazetecilere baskılar uygulanıyor. Ama ABD basın özgürlüğünde çok ileride. En büyük dileğim, gazetecilerin dünyanın her yerinde hayati risk taşımadan ya da hapse düşmeden bu işi yapabilmesi” dedi.
Başbakan Matt Lee’ye tahammül etmesi gerektiğini öğrenecek. Çünkü bırakın gerçek bir demokrat olmayı. Başka türlüsüne konjonktür müsait değil.
Paylaş