Olayın geçtiği yer bir otel. Spor kanalı ESPN’in sunucularından Erin Andrews’in peşindeki bir stalker... İşi ruhsal dengesizliğe taşıyan bir hayranı...
Andrews’ı kaldığı odanın kapı deliğinden izliyor. Soyunurken delikten filme alıyor. Sonra da internette yayınlıyor. Stalker’ı yakalıyorlar. 30 ay hapis alıyor. Andrews’ın avukatları da görüntüleri yayınlayan bütün sitelerden videoyu kaldırtıyor. Ancak bir site... Tek bir site kaldırmayacağım diyor. Mahkeme kararına... Andrews’ın baskılarına... Avukat tehditlerine rağmen... Görüntülerden fotoğraflar alıp yayına devam ediyor. Ve Andrews’a da bir mektup yolluyor. “Gerçek dünyaya tekrar hoş geldin. Senin hatan. Nik.” ORİJİNAL İÇERİK BU Bu iş, altı yıl önce asıl Perez Hilton’la başlamıştı. Müstear isimle dedikodu blogu hazırlayan, New York Üniversitesi’nde drama okumuş, Hollywood yıldızı düşmanıyla. Zevk için blogda diline doladıklarını rezil ediyordu. Sonra saldırgan blogger tavrı tuttu. Başka Perez Hilton’lar çıktı. Ve bugün internetin geleceği dedikleri, medya dedikodusu yapan Gawker’dan... Hollywood’da şirket dedikodusu yapan Nikki Finke’ye... Silikon Vadisi dedikoducularına... Bu siteler, kopyala-yapıştırıcılar dışında internetin orijinal içerik üretip trafik çeken en özgün yerleri oldu. KREDİ KARTI SATICISI Başta anlattığım hikâye, işte bu modelin en son çıkan, en üst versiyonuna ait. En acımasız, en çataldilli, en kural tanımayanına... Adresi thedirty.com. Hazırlayan ise Perez Hilton’dan esinlenip takma isim kullanan, Nik Richie adında eski bir kredi kartı satıcısı. Blogu 2007’de zevk olsun diye Arizona’nın gece hayatını yazmak için açıyor Nik. Scottsdale’de yaşayan herkesi muhabir ilan ediyor. Ve bir süre sonra, insanlar etrafta gördükleri sarhoş, yarı çıplak kızların fotoğraflarını çekip siteye yollamaya başlıyor. Kent, blogda birbirini doğruyor. ÜNLÜ KİMSE YOK Ünlü kimse yok!.. Yayınlananlar, kimsenin tanımadığı sıradan insanların fotoğrafları sadece. Her birinin altında da bir dedikodu. “Nik, bu adamın adı şu, herkese asılıyor ama evli!..”, “Nik, bu kızın poposu kocaman ama şu kulüpte ailesinden gizli striptiz yapıyor!..”, “Nik, bu kadın zengin erkeklerin peşinde koşan aç bir o..spu!” Amerikan yasalarına göre internette okuyucuların yaptıkları yorumlardan muafsınız. Thedirty.com da bundan yararlanıp hakkında açılan davalardan sıyrılıyor. Arada Teksaslı bir kadına ödemek zorunda kaldığı 1.5 milyon dolarlık tazminat cezası gibi kazalar dışında... Ama davalarla uğraşırken, bir yandan da Scottsdale’den çıkıp Amerika’nın başka kasabalarına doğru büyümeye devam ediyor. Harvard’dan yayılan Facebook gibi... FACEBOOK’UN İNEKLERİ Nik Richie, bugün kurduğu dedikodu krallığından zengin olmuş durumda. Siteye aldığı reklamlar dışında, düzenlediği partilerle gece kulüplerinden tek seferde 25 bin dolar para alıyor. Yakında bir yapım şirketi kuracak. Reality şov işine girecek. Ayrıca siteye fotoğraf geçen, binlerce gönüllünün olduğu, Dirty Ordusu için de kapalı bir sosyal ağ yaratacak. Ağ için herkesten 10 dolar aylık üyelik istiyor. Dört bin kişi şimdiden üye olmaya hazır. Biri Facebook’u hatırlatmış. “Onların hepsi inek. Bende iş zekası var” demiş. Dediği doğru. Nik Richie, interneti taşıyan ikinci ayağı temsil ediyor. Bir ayak Silikon Vadisi’nde kod yazıyor. Bir ayak da para kazanmanın yolunu arıyor. Bir ayak inekler. Bir ayak cingözler...
Madoff’un donu
İlkini geçen yıl yaptılar. Manhattan’daki penthouse’undan, Hamptons’ın ucunda Montauk’taki evinden buldukları bütün kıymetli eşyaları açık artırmaya çıkardılar. Geriye kalanlar için de dün ikinci bir müzayede düzenlediler. Wall Street Journal’ın bastığı fotoğrafı tarif ediyorum. Müzayedeci. 32 dişiyle gülmüş. Elinde bir boxer don. Yanlarından parmak uçlarıyla tutup gerdirmiş gazetecilere poz veriyor. Bu diyor, Bernard Madoff’un donu, bunu da satacağız. Aynı şeyi talk şovcu Bill Maher seçimlerden önce Delaware’deki Çay Partisi adayı Christine O’Donnell’a yaptı. Eylülde senatör adayı O’Donnell’ı programına çağırdı. Ve eğer gelmezse... 11 yıl önce çekilmiş, 30 saniyelik bir klibi her hafta yayınlayacağını söyledi. O’Donnell o dönem Maher’in programına katılmış. Ve bir dönem cadılıkla ilgilendiğini söylemiş. Maher dediğini yaptı. Ve O’Donnell gelmedi diye klibi döndürüp durdu. Biri, binlerce insanın parasını dolandırmış bir banker. Diğeri yarı deli bir Çay Partici. Savunulmaları çok zor. Ama bu kadarı da normal mi... Bu saldırganlık anlaşılır bir şey mi emin değilim... Nik Richie’nin başarısında, insanların birbirini ezme eğilimini keşfetmesi yatıyor. Bu saldırganlığın toplumun görünür ilişkilerine yansıması ise internetin etkisi. Nerede dengelenecek göreceğiz.
Olbermann’ınki balans ayarıydı
Programlarda hangi tarafı tuttuklarını açıkça söylüyorlar. Radyo yayınlarında ise canlı ilan (live read) okuyorlar. Bir adayı destekliyorsunuz diyelim. Ünlü bir radyo programcısına gidiyorsunuz. Bu metni okur musun, diyorsunuz. Parasını verdiğinizde oluyor. Üstelik isterse, o ünlü programcı kendi desteğini de açıklayabiliyor. Peki böyleyken... Üstelik medya patronları partilere milyonlarca dolar bağışta bulunuyorken... MSNBC’den Keith Olbermann’ın günahı neydi de 3 adayın kampanyasına bağış yaptı diye ceza yedi?.. Biraz durulsun diye... Öfkesi Demokratları bile rahatsız edecek hale ulaştı diye. Başkan Yardımcısı Joe Biden, bir kere yemeğe davet etmiş Olbermann’ı. “Ben de çok sinirleniyorum ama sen öfkeni çok iyi kullanıyorsun. Bana da söylesene nasıl yaptığını” demiş. O da anlatmış. Eğer ölçü Biden gibi ölçüsüz biri olacaksa tamam. Hatta internetle karşılaştırınca, yaptığına eleştiri bile denilebilir. Ama objektif olursanız... Giderek düşmanına benzemeye başlamıştı Olbermann. Fox’ın Bill O’Reilly’si gibi... İnsafsız birine dönüşüyordu!.. Bir denge kurma çabasıydı Olbermann olayı. İki gün uzaklaştırdılar. Şimdilik geçti.
Eski mutlu günlerdeki gibi
2000’lerin ortasında başlayan, fauxhemian diye bir akım var. Zengin biri. Ama düşük gelirli biri gibi giyiniyor. Gidip bir Ferrari alabilir. Ama eski bir otomobile biniyor. Bir tür yalancı bohemlik. Kendini sosyoekonomik olarak aşağıda gösterme eğilimi. Şimdi modadaki bu miş gibi yapma, reklamcılığa da sıçradı. İşsizliğin, durgunluğun vurduğu dönemle özdeşlemek istemeyen markaların başvurduğu bir kaçış taktiği oldu. Tanıtımlarında eski jingle’ları kullanıyorlar. Eski sloganlara döndüler. Hatta eski ambalajlarda mal satmaya başladılar. Çünkü insanlara eski mutlu günleri hatırlatmaya çalışıyorlar. Nostaljik pazarlama yapıyorlar!.. Kültür tarihçisi Paul Fussel’ın, ‘Sınıf’ kitabında bir sosisli analojisi var. Zengin biri diyor, sokakta sosisli yerse sınıfsal olarak aşağı sayılmaz. Bir ilginçlik diye görülür. Ama eğer alt sınıftan biri sosisli yerse, bu bir aşağı sınıf davranışı kabul edilir. Fauxhemian’ların davranışı meşru. Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar... Etrafta ne kadar pejmürde dolaşırlarsa dolaşsınlar... Hep ne kadar ilginç olmuş denilecek. Reklamcıların nostaljik pazarlaması da meşru. Çünkü onlar da ne üretirlerse üretsinler. Hatta üretmeyip eskileri kullansınlar. Ne kadar yaratıcı olmuş diyecek birileri hep olacak.
Bir başkan niye kitap yazar
Bizde politikacıların ihtiyaç duymadığı iki sebepten. Biri tarihe yön verme çabası. İkincisi para. George W. Bush’un hafta içi çıkan hatıralarında da bunlar rol oynuyor yine. Daha doğrusu biraz para... Çokça tarih kısmı. Ne diyordu Roman Polanski Ghostwriter filminde. Telif için 10 milyon dolar ödersin. Ama bir politikacının anıları okunmaz. Aynı şeyi zamanında Ronald Reagan’ın hatıralarını hazırlayan Michael Korda da söylemiş. “Başkanlık hatıraları bir mobilyadır” demiş. Harry Truman’dan... Para karşılığı David Frost’a konuşmayı kabul edip elektronik hatıra yayınlayan Richard Nixon’a... Amerika’da anılarını kayda geçirmek bir başkanlık geleneği. Sorun... İlk çıkışta büyük gürültü koparıyorlar. Sonra hiçbir olayda referans haline gelemeden... Şaşırtmayan, temkinli üsluplarıyla unutulup gidiyorlar. Çoğu zaman yayıncısına da para kaybettiriyorlar. Peki bizdekiler niye hiç hatıra yayınlamıyor!.. Bu başarısızlık korkusu değil herhalde... Siyasi hayatları bitmesin diye koşturmaktan yazmaya vakit bulamadıkları için mi?.. Yoksa baştaki iki meseleyi görevdeyken hallettikleri için mi!..