Paylaş
1) Obama Yönetimi, bugün Suriye meselesini nasıl ele alıyor?
Geçen hafta Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry Avrupa’daydı. Ülke liderleriyle yaptığı toplantıların dışında, 14 Ocak 2015’te de Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura ile bir araya geldi. Ve görüşmeyle ilgili gazetecilere çok kısa ancak çok önemli bir açıklama yaptı. Suriye’deki muhaliflerin ağır şekilde eleştirdikleri… Hatta iki hafta önce başkanlığına Ankara Yönetimi’nin desteklediği, 30 yıldır Türkiye’de yaşayan bir doktor olan Halit Hoca’nın seçildiği Suriye Ulusal Koalisyonu’nun “Katılmayacağız” diyerek reddettiği, 26-29 Ocak’ta Moskova’da Kremlin’in inisiyatifiyle toplanacak Suriye konferansı için aynen şunu söyledi: “Başkan Esad için şimdi halkını birinci sıraya koyma ve Esad’ı devirmek için Suriye’ye git gide daha fazla terörist çeken eylemlerinin sonuçları hakkında düşünme zamanı. O yüzden umarım Rus çabaları işe yarar.” Bitti. Çoktan bitmişti aslında ama… Bu açıklamayla birlikte, Amerikalıların 18 Ağustos 2011’de Beyaz Saray’ın Başkan Obama’nın ağzından yayınladığı “Esad gitmeli” açıklamasının ardından başlattığı “Suriye’de Esad’sız geçiş” politikası, retorik olarak resmen sona erdi. Ve Suriye, Washington için artık salt bir terörle mücadele meselesine döndü. Öyle ki, o kadar uzun uzun bile söylemiyorlar. Sadece “CT” (‘siti’ okuyun) diyorlar. İngilizce terörle mücadele anlamına gelen “counterterrorism”in kısaltması.
2) Böyle bir politika değişikliğini sadece Kerry’nin bir açıklamasına dayandırmak doğru mu?
Sadece bir açıklama değil elbette. Kerry’nin yorumu, Washington’da Suriye üzerine çalışan birçok Yönetim yetkilisinin de pozisyonunu özetliyor. Nitekim New York Times gazetesi de, Kerry’nin artık “Esad gitmeli” demekten kaçındığına vurgu yaparak önceki gün “ABD, Suriye iç savaşının nasıl sona erdirileceği konusunda değişiklik sinyali veriyor” başlığıyla kapsamlı bir hikâye yayınladı. Kaldı ki, dün akşam Başkan Obama'nın yaptığı Birliğin Durumu konuşması da Kerry'ninkiyle aynı çizgdeydi. Bir kere bile "Esad Rejimi" demedi Obama. Ve Irak-Suriye meselesini bütünüyle bir terörle mücadele konusu olarak ele aldı. Ayrıca iki hafta önce Pentagon’da görüştüğüm yetkililer de, artık Esad’ın adını anmayı bırakıp ABD’nin hedefinin IŞİD olduğunu net biçimde dile getirmeye başlamıştı. Böylece Obama’nın “Esad gitmeli” açıklamasının üzerinden bir yıl geçmeden Amerikan diplomasisinin Haziran 2012’de Cenevre’den çıkarttığı “Esad’sız geçiş planı” kararının şimdilik rafa kalktığı artık iyice anlaşıldı.
3) Tam olarak ne zaman oldu peki bu politika değişikliği?
Bu sorunun kesin bir cevabı yok tabii. 2017’de Oval Ofis’teki görevinden ayrılıp anılarını yazdığında belki bize bunu Başkan Obama söyler. Ancak Türkiye’deki birçok gazeteci, Washington’daki bu yaklaşım farklılığı konusunda uzun süredir yazıyordu. Amerika’nın Suriye’de bir dezangajman sürecine girdiğine dair ta 2013’te yayınlanan makalelerden 2014’e gelindiğinde Ankara’nın ısrarla istediği Suriye’de uçuşa yasak bölge ya da güvenli bölge oluşturulması fikrinin Washington’da rağbet görmediğine dair haberlere bu hep söylendi. Yetmedi bir daha. Yetmedi bir daha. Fakat çok üzüntü verici bir biçimde, Ankara’nın Türk kamuoyuna yönelik içeride vermeye çalıştığı görüntü, konunun Türkiye’de rasyonel biçimde tartışılmasına engel oldu. Çünkü Ankara Yönetimi hep şunu iddia etti: “Biz o kadar etkiliyiz ki, Amerika’yı da kendi çizgimize getirdik ve Suriye konusunda bizim dediğimiz oluyor.” Özetle, öyle olmadı.
4) Peki Washington neden böyle bir değişikliğe gitti?
İki temel sebepten. Bugün artık birçok bölge uzmanının da üzerinde birleştiği biçimde, İran ve radikaller yüzünden. İlk sebepten başlarsak… Obama Yönetimi, İran’la yürütülen görüşmeleri Suriye konusundan daha önemli gördü ve Suriye’yi de İran’la nükleer programı nedeniyle müzakere ederken Tahran’a sunulacak bir pazarlık unsuru olarak değerlendirdi. Obama’nın 2012’de ikinci kez başkan seçilmesinden hemen sonra başladı bu politika. Ve 1 Mart 2013’te Amerikalı ve İranlı yetkililerin Umman’da gizlice görüşmeye başlamalarıyla resmen uygulamaya geçti. Ancak o kadar gizli yürütüldü ki her şey… Obama bu konuda Erdoğan dahil kimseye renk vermedi. Zira Obama ve Erdoğan 16 Mayıs 2013’te Beyaz Saray’da bir araya geldiklerinde Türkiye, Amerikan Yönetimi’ni Suriye konusunda ikna edebileceğine halen inanıyordu. İkinci sebebe gelince… Suriye’deki radikaller de aslında daha Ekim 2012’de Amerika için öncelikli ulusal güvenlik tehdidi olarak çoktan öne çıkmıştı. Bu konuyu, 14 Mart’ta satışa çıkacak kitabımda da detaylı olarak aktarmaya çalışıyorum. Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ait, ilk defa okuyacağınız belgeler eşliğinde… Ve başta Türk Hükümeti ve Türk basını olarak hepimizin 2013 başında hikâyeyi nasıl yanlış okuduğumuzu kanıtlarıyla ortaya koymaya çabalıyorum. Ancak sorun… Birçok tarafsız gözlemci 21 Ağustos 2013’de Esad Rejimi tarafından düzenlendiği öne sürülen Suriye’deki kimyasal silah saldırısına Obama Yönetimi’nin verdiği tepkiyi görünce durumu daha net biçimde ele almaya başlamışken... Türk Hükümeti’nin bunu kabul etmeyip “Amerika bizim çizgimize gelecek” diye diretmeye devam etmesi oldu.
5) Bu değişikliğin Washington’daki politik çevrelere yansıması nasıl gerçekleşti?
Kentte Suriye konusunda çalışan, Suriyeli muhaliflerin temsilciliğini yürüten birçok Amerikalı işi bıraktı. Çünkü Yönetim fonları kesti. O gruplardan birinin, kentteki lobicilerin toplandığı K Street üzerinde çok pahalı bir ofisi vardı örneğin. Kapattılar. Çalışanlardan kimisi üniversitede doktoraya başladı. Kimisi de Amerikan Kongresi’nde yeni bir işe girdi. Ancak tabii şu da var… Amerika’nın Suriye’de daha müdahaleci bir çizgi izlemesini isteyen bazı Kongre üyeleri de konuyu takip etmeyi hiçbir zaman bırakmadı. Hatta şimdi 2016 başkanlık yarışının en güçlü adayları Demokrat Partili Hillary Clinton ve Cumhuriyetçi Jeb Bush da bu müdahaleci politikayı savunan isimler arasında. Öyle ki, Suriye muhalefetinin Washington’da lobisini yapmaya halen devam eden, geriye kalan iki temsilci, şimdi bu adayların kampanyalarıyla çalışacaklar. Biri Clinton’ın Suriye danışmanı olacak, diğeri de Jeb Bush’un. Böylelikle kim kazanırsa kazansın, Obama’dan sonraki başkan, Suriye konusunda Amerika’nın daha aktif davranmasını isteyen bir isim olacak. Ama önemli olan… 2017 başına kadar böyle. Obama ofiste olduğu müddetçe İran Suriye’den daha önemli.
6) Peki bu durum Türk-Amerikan ilişkilerine nasıl yansıyor?
Ankara’nın IŞİD yerine Esad’ı öncelik alan, IŞİD’in vurduğu Kobani yerine Esad’ın askerlerinin savaştığı Halep’i önemli gören politikası devam ettiği müddetçe ikili ilişkilerde uzun süredir var olan gerginlik de sürüyor elbette. Amerikan askeri istihbaratında görev yapmış iki isim aktardı bunu bana. Türkiye ve ABD arasında, Suriye’de kurulması düşünülen uçuşa yasak bölgeler için Aralık itibarıyla iş detay aşamasına geliyor. Amerikalılar böyle bir harekâtta Suriye güçlerini hedef almayacaklarını açıkça söylüyorlar. Ankara da bunun üzerine, Suriye’nin bölgedeki hava savunma sistemleri imha edilmeden kurulacak uçuşa yasak bölge planlarını sunuyor. Ancak Amerikan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Martin Dempsey, bunun Amerikan güçleri için bir “intihar” olacağını söyleyip onu da reddediyor. Çok temel bir yaklaşım farkı var iki taraf arasında. Ve nasıl aşılacağı belli değil.
7) Bu durumda Suriyeli muhalifler için Türkiye’de yürütülecek eğit-donat programı da suya düşebilir mi?
İşin Amerikan-Türk işbirliği boyutu suya düşebilir, evet. Çünkü Pentagon yetkilileri, ısrarla, eğitilecek muhaliflerin Esad’la değil IŞİD’le savaşacaklarını vurguluyorlar. Hatta Obama da dün akşamki konuşmasında bunu bir kez daha tekrarladı. Ankara ise “Esad” diyor. Bunun bir orta yolu yok. Ancak işin asıl çarpıcı kısmı... Bu farklılıklar aşılamasa bile Türkiye programa tek başına da girişebilir. Öyle ya, neden olmasın! Zira Amerikalılar Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün’ü de içeren bu programda çok riskli bir kapı açtılar. Neden mi? Çünkü bir defa işin en problemli yanı, Türkler ve Amerikalıların başlatacakları böyle bir eğit-donat faaliyetinin sağlam bir yasal dayanağı zaten yoktu… İki ülke hangi uluslararası hukuka dayanarak yabancı bir ülkede savaşmaları için silahlı grup eğitiyor, belli değil! Ancak işin yasal zemini olmasa bile ta Kasım 2014’te, Kırşehir’de bunun için yer ayarlandığı haber verildi. Üstüne, bir Türk Dışişleri yetkilisi, 5 Ocak 2015’te Reuters’a konuşup Türkiye ve ABD’nin Suriyeli mufaliflerin eğitilip donatılması için Ocak’ta bir anlaşmaya varacaklarını söyledi. "Mart'ta başlanılacak" dedi. Bu durumda eğer o tarihe kadar iki taraf halen düşmanda anlaşamamış olursa, Türkiye’nin “Amerikalılar gelsin gelmesin ben kendim başlıyorum” demesini engelleyecek ne var? Dediğim gibi işin zaten yasal bir boyutu yok ki! Washington ne diyecek Ankara’ya? “Sen eğitemezsin sadece ben eğitirim” mi?
8) O zaman eğitimi Türk subayları mı verecek?
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin hükümete çekincelerini belirtmesi mümkün elbette. Ama bu durumda da, Ankara isterse eğitim için taşeron tutmaya kadar pek çok yeni formül geliştirebilir. Mesela Sadat Uluslararası Savunma Danışmanlığı gibi bu tür konularda çalışan, muhafazakâr çizgide, hükümete yakın pek çok savaş eğitimi sağlayan şirket çıktı Türkiye’de. Ankara isterse pekala bu firmalarla da yapabilir.
9) Bu durumda Washington'ın Esad konusunda belirlediği yeni çizgi, iki NATO müttefiğini Suriye'de çok tehlikeli bir noktaya sürüklemiyor mu?
Evet öyle. Ve şimdiye kadar olduğu gibi iki taraf bundan sonra da meseleyi taviz vermeye yanaşmadan sürdürürse NATO'da benzeri görülmemiş bir durum yaşanabilir. Zira iki müttefik, savaş alanında kendilerini farklı tarafları desteklerken bulabilirler. Obama Yönetimi'nin Esad'a yönelik yaklaşımını değiştirdiğini asla açıkça kabul etmeyecek olmasının sebebi de bu. Tabii başka bir açıdan, bu olay, ülkelerin uluslararası hukuka bağlı kalmalarının ne kadar önemli olduğunun da bir kanıtı. Bu eğit-donat işi ilk çıktığında muhalefetin de bu yüzden plana güçlü bir şekilde karşı çıkması gerekiyordu. Ancak olmadı.
10) Yine de hem Amerikan tarafı hem Türk tarafı tüm farklılıklara rağmen uzlaşma çıkacağı yönünde mesajlar vermiyor mu?
Evet doğru. Ama bu tavır da artık çok alışık olduğumuz bir biçimde, iki ülke yönetiminin aralarındaki sorunları gizlemeye dönük çabalarının bir parçası aslında. Ve durum o kadar vahim ki... 5 Ocak'ta uluslararası medyaya konuşan ve Türkiye ile Amerika'nın Suriye'de aynı düşündükleri yönünde bir hava vermek isteyen o Dışişleri mensubunun gayretlerine rağmen Washington artık Ankara'daki en büyük problemin koordinasyon sorunu olduğunu düşünüyor. Bunu da bana bir terörle mücadele uzmanı söyledi: "Dışişleri'yle konuşunca her şey iyi. Ama sonra başka bir süreç başlıyor. Ve her şey başa dönüyor. Türk Hükümeti'nde bir koordinasyon yok" dedi.
Paylaş