Tolga Tanış

Nuri Paşa mı Washington mı

8 Ocak 2017
MAHALLEYE girdiğinizde sizi Doğu Türkistan’ın açık mavi renkleri karşılıyor. Lokantaların, eczanelerin, dükkânların vitrinlerine iliştirilmiş bir bayrak ya da amblem var çoğu zaman.

Amerika, Fransa nasıl gelir seviyesi düşük, sorunlu ülkelerden göç alıyorsa, Türkiye de kendi çevresinden insan çekiyor. Bu göçmenler Batı ülkelerinde nasıl uyum endişesiyle tanıdıklar bulup onların yakınına yerleşiyorsa, İstanbul’da da aynısı yaşanıyor. Ve böylece New York’ta nasıl Çin Mahallesi, Paris banliyölerinde Mağriplilerin bölgeleri varsa Zeytinburnu’ndaki Nuri Paşa Mahallesi de Uygurların alanı oluyor. Kentte bir “Küçük Urumçi” oluşuyor.

Konuştuğum bir esnaf, 60’lardan beri Uygurların mahallede olduğunu ama son iki senedir nüfusun iyice arttığını anlattı. Niye? Çin’de etnik kimliklerini, kültürlerini, dinlerini yaşamalarına izin verilmeyen bu insanlara baskı arttığı için mi daha çok kaçan oluyor yoksa sahte pasaportlarla ülkeden ayrılan bu insanlara yardım kanalları mı çoğaldı, bilmiyoruz. Ama mahallenin ortasındaki, 1967 kuruluşlu Doğu Türkistan Derneği’ni aşan, kendi aralarında bile bölünmeler yaşayan bir göçmen topluluğu büyüyor. Ve Küçük Urumçi giderek genişlerken, bölgeye gelen Afganların, Suriyelilerin de etkisiyle Zeytinburnu’nda yeni bir dünya kuruluyor.

*

BÖLÜNMÜŞLER bile, derken kendi aralarında dünya görüşleri farklı olan değişik gruplar oluşmuş. Reina saldırganının olay gecesi taksiye binip gittiği Mölcer Dağ Cafe, daha muhafazakâr olanların gittikleri bir yer örneğin.

Bölgedeki lokantalardan birinin sahibi olan Uygur, “Onlar farklıdır” dedi. “Bize gelen başkadır, Mölcer’e giden başka.” “Nasıl başkadır” diye sordum. Cevap vermek istemedi, ama bir tutulmak istemiyordu.

Mölcer’e girdim. İçeride çalışan genç, sakallı bir delikanlı ve siyah çarşaf giymiş genç bir kızdan başka kimse yoktu. Reina saldırganı o gece saat 3 sularında taksiden inince lokantada yatan çalışanlardan biri dışarı çıkıp para veriyor. Çoğu gözaltına alındı. İçeride görüştüklerim, biraz da çekingen, bilgileri olmadığını söyleyip konuşmak istemediler.

Ancak mahalleye gidip esnafla görüştüğünüzde size öyle hikâyeler anlatıyorlar ki. Sahte pasaport üretip satanlar var dedi mesela bir esnaf. Ki çoğu, 15 bin dolar karşılığı edindiği bir sahte pasaportla Çin’den ayrılmış kişiler bunlar. Saldırganın geçmişine, Türkiye’ye nasıl girdiğine dair öyle öyküler var ki... Doğrulayamayacağınız ama gerçekse işi bambaşka bir yere çekecek öyküler.

Tabii Uygur olmayabilir de saldırgan. Türkiye’deki Uygur kökenlilerin liderlerinden

Yazının Devamını Oku

Reina eyleminin ideolojisi

2 Ocak 2017
MUSUL operasyonu başladığından beri DEAŞ dünyada 14 ayrı ülkede koordineli saldırılar yürüttü. Örgütü açık istihbarat kanalları üzerinde takip eden SITE şirketinin verilerine göre 17 Ekim’den beri Suriye ve Irak dışındaki faaliyetlerini artırdılar. Ve intihar saldırısı, saldırı, suikast olmak üzere başta Mısır, Pakistan ve Afganistan’da şiddet eylemlerine giriştiler. Şimdiye kadar Türkiye’de üstlendikleri tek eylem olan 4 Kasım Diyarbakır bombalaması da bunlar arasında.

Bunun dışında asıl çarpıcı istatistik... Örgütün çok daha yıkıcı sonuçlar elde etmesine neden olan asıl kısım... Koordineli saldırılar haricinde, Haziran 2016’dan beri DEAŞ’ın üstlendiği, başkalarının DEAŞ’tan ilham alarak gerçekleştirdiği eylemlerin sayısı ise 20. Haziranda 49 kişinin öldüğü ABD Orlando’daki gece kulübü baskını... İki hafta önce 12 kişinin hayatını kaybettiği Almanya Berlin’deki Noel pazarı katliamı... Hepsi aynı kategoride.

Peki ne anlama geliyor bu?

*

PULITZER ödüllü gazeteci Lawrence Wright, son kitabı “Terör Yılları”nda çok güzel özetliyor. El Kaide’den DEAŞ’a geçişi de incelediği, işin ideolojik altyapısını ele aldığı kitabında Wright, El Kaide eylemlerinin nasıl evrildiğini anlatıyor. Ve şöyle diyor: “Cihat adına gerçekleştirilen katliamlar, öfke, ıstırap ve binlerce insanın ölümü dışında pek bir şey başaramamıştı. 11 Eylül’den (2001 saldırıları) hemen sonra El Kaide, Afganistan’daki üssünü ve bununla birlikte uluslararası terörün koordinasyonundaki rolünü kaybetmişti. Madrid’deki bombacılar (2004 tren bombalamaları) gibi yeni gruplar El Kaide adına hareket ediyor ve liderlerinin duasını almış olsalar bile önceki kuşak teröristlere destek olan herhangi bir eğitim, kaynak ya da uluslararası kontaktlara sahip değillerdi. Riyad’daki Batılı tesislere düzenlenen ve birçok Müslüman’ı öldüren 2003 saldırıları gibi bazı operasyonlar da El Kaide’nin artık kontrolünü kaybettiğini gösteren fiyaskolardı. Psikiyatr ve eski CIA yetkilisi Marc Sageman’ın bana dediği gibi El Kaide her zaman bir sosyal hareketti.”

*

MUSUL operasyonu daha ne kadar sürecek? Rakka’da örgüt ne kadar direnecek? El Bab ne olacak? Bunlar, devletlerin DAEŞ tipi örgütlerle mücadelede işi askerlere havale edebildikleri kısımlar. Çıkıp, “Savaşıyoruz” diyebilecekleri muharebeler. Ama başta verdiğim SITE istatistiği, Wright’ın kitapta alıntıladığı Sageman’ın sözleri ve yılbaşı gecesi Reina’da yaşananların kökeninde yatan, hikâyenin asıl can alıcı kısmı. Teknik açıdan kendisinden üstün olan devletlere karşı taktik değiştiren... Yarattığı sosyal harekete dayanıp ilham verme işini üstlenen... Böylece şiddete yatkın bireyleri kendisinden bağımsız olarak harekete geçirebilme kabiliyetine kavuşan, yeni bir tehdit şekli.

Hayır, fark etmez. Reina, SITE’ın başta sınıflandırdığı eylemlerden koordineli olanlara giriyor olsa bile değişmez. Nitekim o kategoriye baktığınızda da, eylemlerin yoğunlaştığı yerlerin DEAŞ’ın ideolojisine taban bulabildiği ülkeler olduğunu görüyorsunuz. Yani her halükârda, Reina saldırısı, tam da Wright’ın kitabında altını çizdiği dönüşümü yansıtıyor. Yılbaşı gecesi Boğaz’da eğlenen insanları hedef alarak, şiddeti kullanan bir harekete işaret ediyor.

*

Yazının Devamını Oku

Washington kaosu nasıl izliyor

25 Aralık 2016
SURİYE iç savaşının başladığı 2011’den beri Türkiye’nin yaşadığı en zor haftalardan biriydi.

Ben, izin verirseniz bu gelişmeler karşısında Washington’daki havayı aktarmaya çalışacağım. Donald Trump öncesi, Amerikan Yönetimi’nin bölgede gittikçe büyüyen kaosu nasıl izlediğini ve bu yaklaşımın nasıl sonuçlar doğurduğunu ele almaya gayret edeceğim.

- Daha önce bunun işaretleri vardı. 2014 Ağustosu’nda Amerikalılar Irak’ta DAEŞ hedeflerini vurmaya başladığında süreç başlamıştı. Ama şimdi gittikçe belirgin hale gelen ve Donald Trump’ın 20 Ocak’ta başkanlığı devralmasından sonra daha da ağırlık kazanacak olan gerçek şu: Suriye konusu artık tamamen Pentagon’un portfolyosunda.

- Sadece orada kalmıyor. Seçimden sonra Trump’ın yaptığı açıklamalar, kabine atamaları, Pentagon’un bundan böyle sadece Suriye için değil Amerikan ulusal güvenliğinin diğer konularında da ana unsur olacağının işaretlerini veriyor. Dışişleri Bakanlığı için Exxon CEO’su Rex Tillerson’ı ataması bunun bir göstergesi. Dışişlerini ekonomik çıkarlara odaklanan bir diplomasiye kaydırma hazırlığı. Ulusal Güvenlik Danışmanlığı, Savunma Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı için emekli askerleri seçmesi bunun sonucu. Yönetimde ağırlık kazanacak askeri geleneği bilen insanları öne çıkartma çabası. Ve Trump’ın ulusal güvenliğin üçüncü ayağı istihbarata (CIA) karşı güvensizlik beslediğini belirten demeçleri bunun işareti. Siz biraz artık susun, askerler konuşsun, çıkışı.

- Obama Yönetimi’nin kadroları da bu yeni döneme hazırlık yapıyor. Ve Trump’ın Rusya’yla yakın bir ilişki geliştirme fikrini desteklemesi, yönetimde özellikle Rusya çalışan herkesi iş aramaya sevk ediyor. Sadece politik atamalardan bahsetmiyorum. Trump onların yerine 6 bin yeni kişi seçecek zaten. Ancak meslekten gelenler arasında da durum bu. İster politik ister kariyer ataması olsun, Obama döneminde Rusya dosyası çalışan hemen herkes şimdi kendine yeni bir gelecek planı yapıyor.

- Düşünce kuruluşlarına başvuruyorlar. Özellikle de Beyaz Saray ve Dışişleri kadroları. Ancak sorun, Demokratlara yakın birçok düşünce kuruluşunda Hillary Clinton’ın seçileceğini ve kendisinin yeni yönetime gireceğini düşünenler mevcut pozisyonlarında kalmak zorunda kaldıkları gibi onlara şimdi yenileri eklenecek. Demokrat Partili bağışçılar da, o yüzden şimdi fonlarını düşünce kuruluşlarına kaydırıyorlar. “Merak etme” dedi Amerikalı düşünce kuruluşu yöneticisi bir dostum, “Çok paraları var, hepsine bir pozisyon yaratırlar.”

- Ayrıca Trump görevi devralmadı belki ama geçiş dönemi (transition) başladı. Trump ekibinden isimler şimdiden bakanlıklarda gönüllü olarak çalışıyorlar. Ve alınan birçok kararda Trump ekibinin de görüşleri soruluyor. Nitekim Donald Trump da ulusal güvenlik danışmanı Mike Flynn’den sürekli bilgi alıyor. Yanından ayırmıyor Flynn’i. Ve ulusal güvenlik alanında yapacağı atamalar için yürüttüğü tüm görüşmelere Flynn’i de odada oturtuyor.

- Bu izleme hali Trump’ın ekibinin bir tercihi mi henüz bilmiyoruz. Ama salı günü Moskova’da Türkiye, Rusya ve İran arasında Suriye konusunda varılan uzlaşmaya Washington tarafından verilen resmi karşılık, Trump Yönetimi’nin kampanya retoriğine uyuyor. Zira süreçten dışlanmış izlenimi veren ABD yönetiminin hafta içi bu anlaşmaya verdiği tepkinin tonu, Washington’ın hiç de öyle derin bir rahatsızlık yaşamadığını gösteriyor. Ne demişti Trump? ‘Bizim ne işimiz var Suriye’de! Biz Esad’ı niye devirelim!’ Anlaşmanın içinde ABD’nin olmayışı, çıkan sonuç, Trump’ın ortaya koyduğu dış politika yaklaşımıyla bire bir uyumlu gözüküyor. Kaldı ki, anlaşmanın iki ayağı Türkiye ve Rusya’nın Trump yönetimi ile yakın çalışma potansiyeli de çerçeveyi tamamlıyor. Benim yakın çalışacaklarım orada bu işi hallediyorken, ben niye başımı belaya sokayım.

- Tabii,

Yazının Devamını Oku

DEAŞ’ın Türk malı potasyum nitratları

18 Aralık 2016
RUSLAR dışında kimse Türk Hükümeti’ni DEAŞ’la petrol kaçakçılığı yaptığı için suçlamadı.

Arada ‘Türk simsarlar var, DEAŞ, petrolünü Türkiye üzerinden satıyor’ denildi. Ankara’ya yönelik eleştiri de bu yüzdendi. Hem bu petrol kaçakçılığının önlenmesinde hem de DEAŞ’ın Türkiye-Suriye sınırını yabancı savaşçı ve lojistik destek için kullanmasının önüne geçilmesinde yeterince önlem almadığı için.

 

Dolayısıyla Türk Dışişleri, Rusların şimdiye kadar dilemediği özrün neden Wasington’dan geldiğini iddia etti, bilmiyorum. Karışık işler. Ama biz şimdi bunu bir kenara bırakıp asıl konuya geçelim. Dün Kayseri’de olduğu gibi Türkiye’nin her gün şiddet eylemine sahne olduğu bir ortamda, ülkeyi hedef alan örgütlerden DEAŞ’ın Türk malı malzemeler kullanarak nasıl geniş çaplı bir silah üretimine giriştiğine gelelim.

 

*

 

OLAY, Musul Operasyonu’nun sonrasına uzanıyor. Irak Ordusu, hem kentin doğu girişindeki Gökçeli Mahallesi’ni hem de güneydoğusundaki Karakuş Kenti’ni ele geçiriyor. Irak Ordusu’yla birlikte buralara giren, ihtilaflı bölgelerdeki silahlanmayı araştıran İngiliz sivil toplum kuruluşu Conflict Armament Research (CAR) de, DEAŞ’ın silah üretim tesislerini buluyor. Kuruluşun, kasım ayında bu tesislerde yaptığı araştırmada ise DEAŞ’ın sanıldığından çok daha sofistike, tıpkı bir devlet gibi standartlar içeren silah ve cephane üretimi yürüttüğü ortaya çıkıyor. Tesislerde kullanılan malzemelerin de büyük oranda Türk malı olduğu anlaşılıyor. Roket yakıtında kullanılan şeker... Patlayıcı yapımına uygun alüminyum... Mühimmat ve silah bakımında kullanılan gres... Havan mermisi yapımında kullanılan çimento... Ve yine roket yapımında kullanılan potasyum nitrat gübre. Hepsi Türk malı.

 

Yazının Devamını Oku

İki müttefik El Bab’da kilitlendi

11 Aralık 2016
DÜĞÜM Menbiç’te oluştu.

Kürtler 12 Ağustos’ta Gaziantep Karkamış’ın karşısında, Türkiye sınırından 35 km içerideki kenti DEAŞ’tan aldılar. Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirmek için 50 km batıdaki El Bab’a doğru yürümeye başladılar. Tam 12 gün sonra, 24 Ağustos’ta, Türkler tek taraflı olarak Cerablus’tan Suriye’ye girdi. Amerikalılar beklemiyordu. Rakka operasyonuna odaklanmıştı Washington. Ve Kürtler önce kantonları birleştirecek... Menbiç’in 130 km doğusundaki Rakka’nın Türkiye sınırına erişimini kapatacak... Sonra da Rakka’ya yürüyecek diye hesaplıyordu. Ancak Cerablus operasyonu yüzünden bu plan bozuldu. O yüzden de Türklerin Suriye’ye girişine destek vermedi.

 

Ancak ne zaman ki Türk askeri Cerablus’a girdikten dört gün sonra YPG’yle çatışmaya başladı. Devreye girdi Amerikan Yönetimi. Ankara’yı durdurdu. Sonra da, bari bir tampon bölgede anlaşalım ve Türkiye güneyde YPG’nin aldığı bölgeler yerine batıya ilerlesin diye yeni bir pozisyon belirledi. Böylece Cerablus’ta başlayan Fırat Kalkanı Harekâtı’na hem havadan hem de karadan destek vermeye başladı.

 

Sorun, bu da işe yaramadı. Çünkü Türkler, DEAŞ’ın elindeki 98 km’lik Cerablus-Azez hattını kapattıktan sonra sınırdan en fazla 20 km derinliğe inmesi konusunda anlaşılan tampon bölgeyle yetinmedi. Cerablus’la başlattığı fiili durumu, Kilis’in karşısında, sınırdan 20 km içerideki Dabık’a girip tampon bölge için de denedi. Ve Dabık’tan geçip Türkiye sınırından yaklaşık 30 km içeride, Kilis Çobanbey’in karşısına denk gelen El Bab’a ilerlemeye başladı. Böylece Ankara ve Washington, Suriye’de iç savaşın başladığı 2011’den beri iki müttefik ülke arasında şimdiye kadar yaşanan en keskin görüş ayrılıklarından birinin içine düştü. Dört temel sebep rol oynadı.

 

1-RAKKA: 17 Ekim’de başlayan Irak Musul Harekâtı’ndan önce DEAŞ’ın Suriye’deki merkezi Rakka’nın da aynı anda kuşatılması Pentagon’un başından beri üzerinde çalıştığı plandı. Bu yüzden de YPG’nin ana unsur olduğu Suriye Demokratik Güçleri’ni Arap çoğunluklu Rakka’ya yürümesi için iknaya çalışıyordu Amerikalılar. Anlaşma sağlandı. Buna göre Kürtler Rakka’yı alıp sonra yerel Araplara teslim ederek Obama Yönetimi’ne bir zafer hediye edecek... Bunun karşılığında da Afrin ve Kobani kantonlarını birleştirecekti. Bu birleşme hem Rakka kuşatmasına da katkı sağlayacaktı. Çünkü DEAŞ, Türkiye sınırına erişimini kaybedecekti. Türkiye’nin 15 Temmuz’u daha yeni atlatmasına rağmen 24 Ağustos’ta alelacele Cerablus’a girmesi de işte bu yüzden oldu. Kürt kantonlarının birleşmesini önlemek için. Ancak bu amaçla girişilen iş, Amerikalıların Rakka planlarını da bozdu.

 

Yazının Devamını Oku

Harikasınız, müthişsiniz

3 Aralık 2016
“ÇOK iyi bir repütasyonunuz var. Siz müthiş bir insansınız. Her açıdan görülen harika bir iş yapıyorsunuz.

Sayın Başbakan, sizinle konuşurken, uzun süredir tanıdığım biriyle konuşuyormuş gibi hissediyorum. Ülkeniz olağanüstü fırsatlar içeren, inanılmaz bir ülke. Pakistanlılar en zeki halklardan biri. Pakistan, şahane insanların şahane yeri. Şahane ülkenizi ziyaret etmek istiyorum. Lütfen Pakistan halkına, onların inanılmaz olduğunu düşündüğümü ve tanıdığım tüm Pakistanlıların müstesna insanlar olduğunu iletin.”

*

ŞAKA değil. Hiçbiri uydurma sözler değil bunların. Pakistan Başbakanı Navaz Şerif’in, ABD başkanlığına seçilmesini kutlamak için Donald Trump’la 30 Kasım’da yaptığı telefon görüşmesinin dökümü. Ve Pakistan tarafından açıklanan resmi tutanağa göre Trump’ın Şerif’e söylediği sözler.

 

Uzun uzun aktarmak istedim. Çünkü şimdiye kadar seçimden sonra Trump’ın yabancı liderlerle yaptığı görüşmeler içinde dışarı en fazla detay sızan hikâye bu. Trump’ın 9 Kasım’da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinden sonra Ankara’nın da görüşmenin “çok iyi” geçtiğine dair bir yorumu olmuştu gerçi. Ama o temastan sonra ayrıntılı bir açıklama yayınlanmamıştı. Trump nasıl konuşuyor, neler diyor, nasıl davranıyor... Pakistanlılar sayesinde biz de ilk defa öğrendik. Peki ne demek bu?

*

ŞİMDİ bu konuşmayı aklımızın bir kenarında tutalım. Ve Trump’ın hafta içi Savunma Bakanlığı’na atadığı, emekli Orgeneral James Mattis’e bakalım.

 

Yazının Devamını Oku

California’daki bir terör davası

27 Kasım 2016
HAFTA içi yaptığı bir konuşmada dile getirdi. Ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İslam ülkelerinden ekonomi yetkililerinin bulunduğu bir salonda şunları söyledi:

“Bakın şimdi yeni bir adım daha atıyorlar. Onu da söyleyeyim. Yine Amerika. Kuveyt Türk ve Kuwait Foundation. Bunların bankalarıyla ilgili teröre destek verdikleri düşüncesiyle şimdi bunlara yönelik de aynı oyunu, aynı numarayı çevirmek istiyorlar.”

 

Türk kamuoyu meseleyi ilk defa haziran ayında öğrenmişti. Iraklı ve Suriyeli Süryanilerin üye oldukları St. Francis Assisi adlı, yeni kurulmuş (aynı ay) bir sivil toplum örgütünün açtığı davayla. Kuruluş, California’da verdiği bir dilekçeyle Kuveyt Türk Katılım Bankası’ndan (KTKB) şikâyetçi olmuş...

 

Ve bankanın Suriye’deki Süryanilerin ölümüne neden olan radikallerin finansal faaliyetlerine yardım ettiğini iddia etmişti. 700 bin Süryani’yi temsilen, kişi başı 75 bin dolar tazminat talep etmek için mahkemeye deliller sunmuştu.

 

Dilekçedeki iddialara göre, bankadaki bir hesaba bağış çağrısı yapan ve sonra bu paraları Suriye’deki radikal örgütlere ileten kişi de 2014 Ağustos’unda Birleşmiş Milletler tarafından terör listesine alınan Hajjaj al-Ajmi adında 28 yaşında bir Kuveytliydi. Devasa bir terör finansmanı davası.

 

Yazının Devamını Oku

Washington’ın yeni sert adamları

19 Kasım 2016
- Bir dünya savaşındayız ama çok az Amerikalı bunun fakında. (Sayfa 2)

- Bu (Obama) yönetim, bizi düşmanımızı layıkıyla tanımlamaktan men etti: Bunlar radikal İslamcılar. (Sayfa 3)

 

- Kamuoyu önünde bizimle dost olduklarını söyleyen ama düşmanımızla ortak çalışan ülkeler tarafından aptal yerine konulmaya artık tahammülümüz kalmadı. (Sayfa 9)

 

-Dünyanın acilen bir İslami Reform’a ihtiyacı var ve buna şiddet karışırsa şaşırmamalıyız. (Sayfa 10)

 

- Nasıl kazanacağız? Düşmanımızı destekleyen rejimlerle doğrudan yüzleşip, onları zayıflatıp mümkün olduğunda da devirerek. (Sayfa 113)

 

Yazının Devamını Oku