Bundan yirmi beş sene önce, telif, meslek örgütü gibi kavramlara uzak olduğumuz dönemde, müzik dükkanları vardı.
O müzik dükkanlarında yasal, Unkapanı menşeili kasetler ve plaklar satıldığı gibi, karışık kasetler çekilirdi talebe göre. Yani bir compilation (toplama) albüm sahibi olmak için, içeriği başkaları tarafından belirlenmiş ve yasal bir kasetin piyasaya çıkmasını beklemezdiniz. Kendi listenizi oluşturur, mahallenizdeki müzik dükkanına götürür, hangi kalitede kasete kayıt yapılacağını belirler, sonra beklemeye koyulurdunuz. Acaba seçtiğim şarkıların hepsini bulabilecek mi, bulamazsa yerine hangi şarkıyı koyacak diye düşünüp heyecanlanırdınız bir hafta on gün boyunca. Eğer karışık kaset çektirmek kesenize uymuyorsa bir yöntem de Hey Dergisi’nin haftalık olarak yayınladığı radyo program listelerini takip etmekti. O listelerden, FM bandında yayın yapan TRT3 ve Polis Radyosu’nun programlarında hangi şarkıların çalınacağı öğrenilir, sonra müzik setlerinin başında, eller kayıt tuşunda beklenir, ev yapımı karışık kasetler üretilirdi. Orada da en büyük sorun, sunucunun, şarkı fade-out (ses azalarak) biterken araya girmesiydi. Bu nedenle en makbul sunucu (ki o zaman DJ demiyoruz henüz, dikkat edin), şarkı bittikten sonra konuşmaya başlayan sunucuydu. Radyo programcılığının efsane isimleri Sebla Özveren, Yavuz Aydar, Aykut Sporel, Şener Yıldız ve ismini saymayı unuttuğum diğer ustalar sayesinde ne kasetler yaptık kendimize.
Derken, bir dönem kapandı. Telif haklarının yasallaşma süreci, meslek örgütlerinin kuruluşu ile birlikte mahallelerdeki müzik dükkanları birer ikişer tarih oldu. İşte ondan sonra prodüktör firmaların can simidi oldu toplama albümler. Seri halinde yayınlanan ve sıklıkla yanına bir medya sponsoru alarak kotarılan bu albümler, yüz binlerle ifade edilen satış rakamlarına ulaştı. Prodüksiyon maliyeti çok düşük olan ve tanıtım maliyeti de albümün ismini kendilerine vermek suretiyle medya sponsorlarına yüklenen toplamalar uzunca bir dönem prodüktör şirketlerin baş tacıydı.
Ta ki, internet üzerinden paylaşım çıkıp da mertlik bozulana kadar... İş bugün öyle bir noktaya geldi ki, artık kimsenin 10-15 şarkıdan oluşan CD satın almasına gerek yok. İstediğini indiriyorsun, mp3 çalarında dinliyorsun. Bir mp3 çalar; 20 bin şarkılık bir compilation’a dönüştü. Büyük konfor. Artık müzik dükkanlarında kendimize kaset çektirdiğimiz günlerden bile daha özgürüz. Ama o günlerdeki kadar mutlu ve heyecanlı mıyız, bunun kararını o yılları yaşamış akranlarıma bırakıyorum.
Peki bugün prodüktör şirketlerin toplama albümlerden para kazanmasının imkanı yok mu artık? Var elbette. Kazanan da kazanıyor zaten. Ossi Müzik’in, Odeon Plak’ın yetmişlerin Türkçe kırkbeşlikleri’ni bugünün tüketicisiyle buluşturan nostaljik toplamaları buna güzel bir örnek. Doublemoon’un yaptığı güzel işler var sonra...
Son dönemde bu anlamda yaptıkları akıllıca işleri takip ettiğim ve yazdığım Artist Müzik de bu şirketlerden biri. Daha önce Taxim Beyoğlu ve Nişantaşı toplamalarından övgüyle söz ettiğim Artist Müzik’in iki toplaması şu anda D&R’da en çok satanlar listesinin bir ve ikinci sırasını paylaşıyor. Listenin birinci sırasında 5 albümden oluşan bir set "Pazar Sabahı Klasikleri" var. Klasik müziğin 30 büyük bestecisinin 70 önemli eserini içeren toplamanın verdiği en önemli ders, müzik marketlerin indirim raflarında tozlanan klasik müzik CD’lerinin doğru sunumla nasıl en çok satan toplamalar haline gelebildiğine dair. CD’nin kapağında iştah kabartan iki yumurta ve TRT 1 zamanlarının Walt Disney filmi sonrası Pazar Konseri’ne gönderme yapan bir isim, uygun bir fiyat...
İkinci sırada ise "Those Were The Days" adlı toplama var. 1950-1980 arasında efsane olmuş yabancı hit’leri içeriyor. Aralarında zamanında Türkçe söylenmiş ve popüler olmuş birçok şarkı da var. Ne sattığın kadar nasıl ve nerede sattığın da önemli. Konsept ve çağrışım güzel olunca, D&R’ın da yetişkin bir tüketiciye hitap ettiği düşünülünce doğru sunum başarıyı getiriyor.