Mutlaka okumuşsunuzdur; geçtiğimiz hafta Hürriyet Pazar’da, Türkiye’de son 2 yılın albüm satışlarına ve bu satışların türlere göre dağılışına ilişkin geniş kapsamlı bir yazı vardı.
Kısa adı Mü-Yap olan, ‘Bağlantılı Hak Sahibi Fonogram Yapımcıları Meslek Birliği’nin, Kültür Bakanlığı’ndan alınan bandrol rakamları esas alınarak verdiği rakamlara göre, en çok satan 100 albüm değerlendirmeye alınmış ve sonuçlar analiz edilmişti.
Doğrusu yazıyı keyifle okudum. Okurken de epeyce düşündüm.
Türkiye ilginç bir ülke. Gazeteyi açarsınız bir haber. ‘Bilmem kimin falanca albümü 3 günde satış rekoru kırdı.’
İşin aslına bakacak olursanız, bu tür haberlerin kaynağı çoğunlukla müzik şirketlerinin albüm tanıtımına destek olmak maksadıyla kaleme alıp gazetelere gönderdiği faks metinleridir. Çünkü Unkapanı’nda işler bu ‘çok satıyormuş’ gazıyla yürür.
Öte yandan, haberi yapan gazeteci arkadaşımın, bu bilgiyi resmi ya da güvenilir bir diğer kaynaktan kontrol etme şansı da yoktur. Çünkü Türkiye’de, bir albümün 3 günde ya da 3 yılda kaç sattığını ancak yapımcı şirketi bilebilir. Ve yapımcı şirketin bu bilgiyi dilediğince manipule etmesini engelleyecek bir sistemimiz de yoktur.
‘Nasıl yani bizi kandırıyorlar mı?’ diyeceksiniz. Hayır kandırmıyorlar. Ama işin içinde bir nüans var.
Mü-Yap’ın kendi verilerine göre; Türkiye’de Mü-Yap’a üye 74 yapımcı şirket var. Ve bu şirketler, Türkiye Müzik Endüstrisi’nin yaklaşık % 80’lik kısmını, yabancı repertuvarınsa tamamını elinde tutmakta.
2000’in ağustos ayından beri Kültür Bakanlığı onayıyla tüzel kişilik olan Mü-Yap, Bakanlar Kurulu kararı ile Kasım 2001’den beri de; Uluslararası Fonogram Endüstrisi Birliği, IFPI’ın ‘Türkiye Milli Grubu’ olarak tescilli.
Mü-Yap resmi satış rakamı olarak verdiği bilgiyi yapımcı şirketlerin Kültür Bakanlığı’ndan aldığı bandrol sayısına dayandırmakta.
Ancak bu veriler; basılan bandrollü albümlerin kaç tanesinin satıldığına dair bir bilgi içermiyor ne yazık ki.
Uzun lafın kısası, hangi yapımcı şirketin deposunda kaç adet bandrollü ve iade edilmiş albümün beklediğini de, o stokların hangi yöntemlerle eritildiğini de maalesef bilemeyiz.
Yakın bir geçmişe kadar, bilgi sahibi olamadığımız bir diğer konu da, falanca albüm için alınmış bandrollerin bir bölümünün, başka bir albüm için kullanılıp kullanılmadığıydı.
Bir süre öncesine kadar; özellikle çok satan albümlerin ‘gizli’ baskılarında bu bandrollerin kullanıldığına dair söylentiler yok değildi.
ÖNEMLİ OLAN MUHASEBE KAYITLARI
Hal böyle olunca anlaşması gereği satıştan yüzde alacak sanatçıdan gerçek satış rakamını kolayca gizleyebiliyordu yapımcı şirket. Neyse ki bugün yapımcı şirketler değil, baskı adedine göre fabrikalar alıyor bandrolü. O hususta içimiz biraz daha rahat.
Hiçbir şey iddia etmiyor, sadece olasılıklardan söz ediyorum.
Ancak bir gerçeğin altını çizmek gerek. Kültür Bakanlığı’ndan alınan bandrol rakamları, genel resim hakkında bir fikir verebilir ancak gerçek satış rakamları konusunda kriter olamaz. Sağlıklı satış rakamları şirketlerin muhasebe kayıtlarındadır. Kaç albüm basmış, kaçını satmış, kaçını iade almış, iadesini nasıl değerlendirmiş.
Mü-Yap, pekala üyesi olan şirketleri; muhasebe kayıtlarını esas alan satış rakamlarını belgeleyerek açıklamaya zorlayabilir. Lakin bu, ticari anlamda kimsenin işine gelmemektedir.
Dünyada örnekleri görüldüğü üzere son satış noktalarındaki barkod verilerini tek merkezde toplayıp değerlendiren ağlar ve bu ağların işleyişini denetleyen mekanizmalar da geliştirilebilir.
Türkiye’de müzik endüstrisinin hak ettiği noktaya gelmesi için artık daha cesur ve kararlı adımlar atmamız gerekiyor.
Benden popçu çıkmaz, mahcubum
Pop-cazın, ileride diva olarak anılmasına kesin gözüyle bakılan seslerinden Malia, 6 Ekim Çarşamba akşamı, Roxy’de sahneye çıkacak. Onu daha önce, ilk albümü Yellow Daffodils’in tanıtım turnesi kapsamında geçen yıl katıldığı İstanbul Caz Festivali’nde canlı olarak dinlememiş olanlar için bulunmaz bir fırsat.
Malia’nın müziği, tabiri caizse geniş zaman kipi gibi... Hani Billy Holliday’de, Sarah Vaughn’da rastlayacağınız türden bir şey.
Yine de siz siz olun, sırf albümlerini ve sesini çok seviyorsunuz diye her röportaj teklifine öyle sazan gibi atlamayın. Hele ki söz konusu olan uluslararası bir telefon röportajıysa...
Malia’nın Yellow Daffodils albümü, dinlemeye doyamadığımız bir ilk albümdü: Yumuşak karnınıza hitap eden melodiler, her romantiğin ciğerine dokunan şairane sözler ve bu şarkılara en uygun tondan, muhteşem bir ses...
Bunun yanında Malia, had safhada ketum bir şahsiyet; şarkılarını dinlemeyi, muhabbetine kulak kabartmaya yüzde bin yeğlersiniz.
Misál: Tony Blair ve İngiltere’nin Irak’ta güttüğü politika hakkında ne düşünüyorsunuz? Cevap: Savaş çok kötü. Hiç hoş bir şey olmadığı muhakkak!
Yanlış anlaşılma olmasın... Herkesin Ortadoğu uzmanı olması gerekmiyor. Ancak Malia’dan aldığınız her türlü yanıt, benzer bir ton taşıyor:
Meselá, Doğu Afrika’da, Malawi’de, İngiliz bir baba ve Afrikalı bir anneden doğmuş, ebeveyninin siyasi durumundan dolayı 80’lerin sonunda İngiltere’ye taşınmış altı çocuklu bir ailenin ferdi.
Afrika müziğinden etkileniyor mu ya da ailesiyle arası nasıl? ‘Kendi yaptığı tarzda müziğe daha yakın...’ Ve... ‘Ailesiyle arası çok iyi...’
Malia, ailesi İngiltere’ye göç ettiğinde 14 yaşında... O dönem, radyoda caz dinliyor ve 80’li yılların ‘sentetik’ İngiltere’sinde etkin olan poptan ziyade bu tarzdan etkileniyor. Çünkü: ‘Pop yıldızlığı başka bir teknik... Ben bunun için hem fazla mahcubum hem de zaten sesim o tarz müziğe iyi gitmiyor...’
İlk albümü Yellow Daffodils’in çıkış şarkısı Purple Shoes (Mor Ayakkabılar), izleyenin zihninde yer eden bir hadiseydi. Malia, klipte, sokaklarda mahrem bölgeleri mozaiklenmiş bir şekilde çırılçıplak salınıyordu; ayağında sadece mor bir çift Paul Smith marka ayakkabıyla...
Paul Smith takıntısı devam ediyor mu?: ‘O da öyle bir fazdı, geçti. Takıntım yok yani.’
Malia’nın kariyerindeki en önemli isim, prodüktör Andre Manoukian, aynı zamanda her iki albümdeki tüm şarkıların bestekárı... Sözler ise Malia’ya ait. Birlikte nasıl çalıştıklarını soruyorum: ‘Siz de bir nev’i Elton John-Bernie Taupin ikilisi misiniz ne? Önce söz mü yoksa müzik mi geliyor?’
Kıkır kıkır gülüyor: ‘Ben öylesine, duygularımı döktüğüm, kafiyeli şeyler karalıyorum... Bazen de Andre’nin müziğinden etkileniyor ve üzerine söz yazmaya çalışıyorum.’
Olmazsa olmaz hesabına daha önce de geldiği Türkiye’yi nasıl bulduğundan da bahsettik ama ‘Kendimi harika hissetmiştim. Hele yemekler çok lezzetliydi’ muhabbetini hayatta bir kez daha okumayı şiddetle arzuladığınızı zannetmiyorum.
ÇAĞIMIZIN KIZI MADDY
Maddy adlı şarkıda anlatılan kızın (‘Çok cesur ama aptal...) bizim Laila-Reina çevresinde ve muhtelif televole röportajlarında ne kadar sık rastladığımız bir tip olduğunu düşününce: ‘Şarkılarınızı kendi tecrübelerinizden yola çıkarak mı yazıyorsunuz yoksa hepimizin içinde bir Maddy var mı?’
‘Dediğiniz gibi, hepimizde o kızdan bir parça var’ diyor, ‘Maddy, İngiltere’de tanıştığım bir kız. Onu tanıdığımda 14 yaşındaydı ama yaşının çok çok üzerinde gösteriyordu. O yaştaki kızlar bunu neden yaptığını bile bilmez, sanırım bilinçaltından kaynaklanan bir durum. Yani o süratli cinsel gelişme dönemiyle nasıl başedeceğini bilememekle ilgili... Cüret gösterdiğini zannettiğin pek çok noktada, aslında şapşal gibi görünüyorsun. Ne bildiğinin, ne yaptığının, gerçek gücünün farkında olmamaktan kaynaklanan bir hál... Üzücü bir hál...’ Ebru ÇAPA