Paylaş
Özel hayatta yaşanan zor günlerin duygusal anlamda üstesinden gelmek zor ve her şeyin ilacı zaman... Sıla da bu sürecini üç-dört şarkılık tekliler halinde parçalara ayırarak anlatmaya çalışıyor. İlk çalışma ‘Acı’nın devamı nitelikli ve Sıla’nın yeni üç şarkılık teklisi ‘meşk’e baktığımızda müzik üzerinden gerçekleşen bir iyileşmenin o müziği üreten ya da ileten kişi için de geçerli olduğunu görebiliyoruz. Örneğin; lokomotif olarak seçilen şarkı ‘karanfil’; Sıla’nın dramatik ve damar şarkı kurgusunun bir miktar dışında, yaz şarkısı gibi görünse de genel formülle ilgili tuzağa düşmemiş, orta tempolu, akustik ruhlu, duygu sömürüsü yapmadan dinleyene samimiyetle geçen yani şırıl şırıl akan bir parça. Düzenlemede Gürsel Çelik iyi iş çıkarmış.
Geride kalan bir aşkın muhatabına ‘Hiç olmazsa yılda bir kez an beni / Yakana bir karanfil tak’ diyen şarkının Bedran Güzel tarafından çekilen videosu Sıla’nın ‘üstesinden gelmiş’ yazlık doğal hallerine ve genel performansa odaklı (denizde çekilmiş kostümlü sahneleri daha çok değerlendirmesini tercih ederdim) olarak şarkının ‘renkli ve umutlu’ duygusunu bütünlüyor. Şarkının söz-müziğine olduğu gibi vokaline de katkıda bulunan Umut Yaşar Sarıkaya, Sıla ve Efe Bahadır’la uyum yakalamış.
Diğer iki iyi şarkının (Her ne kadar Sezen Aksu-İlker Bayraktar şarkısı olan ‘zeybek’ olsa da) ortak özelliğinin, Aksu’nun Egeli ve musikişinas yaklaşımını benimsemiş olmaları diyebilirim. ‘haytalar dükkânı’nda eski yakın dostların birer birer kayboluşunu anlatırken ‘Gerçi biz de eskisi gibi değiliz / Akşamcı sohbetleri geride kaldı / Hayat şekilden şekle girince / Haytalar dükkânı da kapandı’ diyerek on ikiden vuruyor Sıla. ‘zeybek’te ise Sezen Aksu’nun ‘Bana akşam gibi baktın güpegündüz’ deyişi şarkıyı pek güzel özetliyor. Şahsen; Sıla’nın kılcal damarlara girip bazen kendini tekrar ettiği kimi şarkılarıyla kıyasladığımda bu tekliler eşliğinde daha güzel meşk ettiğimi belirtmek isterim. Bakalım acıyla başlayıp meşkle devam eden süreç nasıl tamamlanacak...
Eski günlere yeni ağıt
‘Patron’umuz Bruce Springsteen’in 2016’da yayımlanan ‘Born To Run’ (1975 tarihli üçüncü stüdyo albümünün de adıdır) adlı otobiyografisini okumanızı öneririm (Doğan Kitap). 2009’da grubu E Street Band’le birlikte Superbowl’da muhteşem bir konser veren Springsteen duygusal olarak o denli yükselmiş ki o gecenin sonunda bu kitabı yazmaya karar vermiş.
Otobiyografinin yazılması tam yedi yıl sürmüş. Kitapta en çok ilgimi çeken, 70’ini devirmek üzere olan Bruce’un son dönemlerine damga vuran depresif yolculuğu oldu. Ama bu depresyondan iki proje doğdu. İlki söz ettiğim otobiyografi, ikincisi de yine otobiyografiden yola çıkan ‘Springsteen On Broadway’ adlı tek kişilik gösteri (Netflix’te izleyebilirsiniz). Gösteride gitar ya da piyanoyla şarkılar söyleyip kitaptan bölümler anlatan Springsteen 236 gösteride toplam 133 milyon dolar ciro yaptı (yıllarca işçi sınıfı hikâyelerinden şarkılar yapıp zengin oluşundan da söz ediyor elbet). ‘Western Stars’ adlı 19’uncu ve son stüdyo albümünüyse değindiği nostaljik temalar ve sound’u ile bu üçlemenin bir ayağı olarak görmek mümkün. Genel Springsteen tavrından farklılaşan düzenlemeler, orkestranın konumlanışı ve yorum itibariyle kendisinin son yıllarda yaptığı en iyi stüdyo albümü desem abartmış olmam. Dinginliği, şarkı sözlerindeki bilgece tavrı, olgunluğuyla ‘Western Stars’ esasen Batı Amerikan tarzı yaşamın ya da kapitalizmin kullanıp kenara fırlattığı kimi karakterlerden söz ediyor. Bunlar arasında bir zamanlar John Wayne ile film çevirmiş, şimdi düşük bütçeli reklam filmleri kovalayan bir aktör de var, gençliğinde başarılı olmak için yaptığı fedakârlıklara değip değmediğini sorgulayan yaşlı bir country şarkıcısı da, Hollywood’a hizmet ederken sakat kalmış bir dublör de... Müzik kutularının, FM radyoların yani sarı sepya anıların ağıt tadında şarkılarını yapmış Bruce Springsteen.
Güç birliğinde son nokta
Ed Sheeran, bugün devler liginde. ‘Collaborations Project’in 6 numarası ise İngiltere’de bu yılın en hızlı satan albümü ünvanını kaptı bile. Çoğu kişi bilmez ama bundan sekiz yıl ve ilk stüdyo albümü için bir müzik şirketiyle yaptığı ilk sözleşmeden önce beşinci ‘Collaborations Project’ EP’sini yayımlamıştı Ed. O da kendi albümlerini kendi yayımladığı dönemin finalini simgeliyordu. Sonrasını biliyorsunuz.
O EP’de İngiliz rap ve grime (2000’lerin başında ortaya çıkan; ragga ve hiphop etkilenimli bir elektronik akım) âlemlerinin MC’leriyle ortak çalışmalar vardı. Standart Ed Sheeran çizgisinin dışında bir işti ve sekiz şarkı içeriyordu. Beşten altıya geldiğimizde artık bambaşka bir Ed’le karşı karşıyayız. 15 parçalık çalışmada çok önemli isimler geçiyor... Albümün öne çıkanları arasında Justin Bieber’lı ‘I Don’t Care’ yaza damga vururken; Khalid’li ‘Beautiful People’, Travis Scott’lı ‘Antisocial’ ve Camila Cabello & Cardi B’li ‘South of the Border’ ve Chance The Rapper’lı ‘Cross Me’yi saymak mümkün. Ancak Eminem, 50 Cent, H.E.R., Skrillex, Bruno Mars gibi isimlerin katkılarını da unutmayalım. Üzerinde yoğun çalışma yapılmış, bol konuklu, yer yer sound gezmeli ve güç birliğinin hakkını vermiş bir albüm olduğundan Sheeran’ın ‘Shape of You’ gibi dev bir hit sonrası gitgide büyüyen ününe ün katmasına şaşmamalı.
Hâlâ üzgün hâlâ seksi
2011 tarihli albümü ‘Wounded Rhymes’da yer alan ve klasik olma potansiyeli taşıyan hit parçası ‘I Follow Rivers’ ve özellikle de şarkının ‘The Magician’ remiksi sonrası hem sound’u, hem yazdığı şarkı sözleri hem de tarzı itibariyle rüştünü ispatlayan Lykke Li’nin 2019 mamulü EP’sinde ‘Baby Doves’ ve ‘Neon’ olmak üzere iki yeni şarkı var. EP öncesi Mark Ronson’la yaptıkları ‘Late Night Feelings’le de adından söz ettiren Lykke Li, belki de remikslerin uğuruna inandığından geçen yıl yayımladığı ‘So Sad So Sexy’ albümünden (EP’nin adı da bu nedenle göndermeli) ‘sex money feelings die’, ‘two nights’, ‘so sad so sexy’ ve deep end’in remiks ve versiyonlarına kimi önemli eşliklerle EP’de yer vermiş. EP’ye güç katan isimler olarak Skrillex, Lil Baby, snowsa, Ty Dolla Sign’ı sayabilirim. Baştan sona akıcı ve güçlü bir çalışma. Remiks deyip geçmeyin, Lykke Li bu konuda iddialı.
Paylaş