Karanlık bir gecede tertemiz bir denizde yüzerseniz, milyarlarca ışık noktasının içinde kulaç atarsınız. Kollarınız kol olmaktan çıkar, ışık saçan büyülü organlara dönüşür.
Önceki yaz, yıllar sonra ilk kez Göcek’te yaptığım gibi, sarhoş kafayla denize atlarsanız, içkinin de getirdiği garip farkındalıkla, kendi ışığınızı yarata yarata dibe gidip, şaşkınlık ve coşku ile yüzeye çıkarsınız. Deniz deniz değildir artık; olağanüstü bir doğa harikasıdır. Belli belirsiz el çırpıldığında, tuzlu su içten içe kaynar ve pıtır pıtır sesler çıkartır; iyi dinlerseniz, yeni açtığınız bir gazoz kutusundan ya da şişesinden de benzer sesler gelir.
Denizde, bu seslere milyonlarca minik ışık patlaması eşlik eder. Eğer şanslıysanız, yüzünüze çarpan minik su damlalarının içinde olur ışık patlaması; yüzünüz bir an, çok kısa bir an aydınlanır. Gümüş tozu ile kaplanırsınız bir an.
Yakamoz hoştur kısacası.
Ve artık yalnızca olağanüstü bir doğa olayını tanımlamıyor yakamoz; dünyanın en güzel sözcüğü de.
*
Şarkılardan tanırız yakamozu.
’Yareme tuz diye yakamoz bastım, tek şahidim aydı’ der Sezen Aksu, ama ay olursa yakamoz görülmez aslında, olsa olsa yare hisseder; ki sanırım Aksu’nun dediği de budur.
Ya da çok daha sıradan, ’yakamozlar sandalı sarıp sarmalıyorsa’ sözlerini belki melodisi ile birlikte anımsarız. Yakamozlar sandalı sarıp sarmaladığında aşk başlarmış... Şarkının yalancısıyım.
Ağır top dizeler isterseniz yakamozla ilgili; onlar da var:
Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim / Çifte sandal, yüzüyorduk; o yüzer, ben yüzerim.
İmza; İstiklál Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy.
Yani anlayacağınız yakamoz deniz demek, İstanbul demek, Ege demek, Türkçe demek.
*
Tüm dünya dillerinden 2500 sözcüğün katıldığı güzellik yarışmasını kazanan yakamoz, bir mikroskobik ateşböceği aslında. Dokunulduğunda kimyasal yapısı nedeniyle ışık üreten bu canlının milyonlarcası biraraya geldiğinde, çevreledikleri hareket kaynağını ışıktan incecik bir gümüş tozuna buluyor. Balık sürüsü, kayık küreği ya da Temuçin’in eli fark etmiyor.
Birbirinden tamamen bağımsız ama farkına varmadan birlikte hareket ederek şaşırtıcı işler yapan Noctiluca Milliaris... Ortak akılları olmadığı kesin.
Almanya’da uzun süre liste başı olan ve bu köşede geçen yıl anlattığım bir roman olan Swarm’da ise bu ve diğer mikroskobik deniz canlılarının, farkına varmadıkları bir ortak akla sahip oldukları anlatılıyordu. İnsanların dünyaya verdikleri zarar nedeniyle bozulan doğal dengeyi önce tekdir sonra kötek ile düzeltmeyi seçen yakamozlar, asıllarına dönüp bir deniz dibi tanrısı halinde insanlara ’artık yeter’ diyor, Amerika’ya bile diz çöktürüyordu bu romanda.
Ve deniz dibi tanrısı, romanın kahramanına Kuzey Kutbu’nun altında dibe çok yakın bir noktada, dev bir ışık huzmesi olarak görünüyor, derin deniz denizaltısını ışık ile sarıp sarmalıyor ve sarsıyor, sonra da barış yaptığını gösterircesine birdenbire kaybolup gidiyordu. Yerinde bir zifiri boşluk bırakarak.
Düşünüyorum da, son birkaç yıldan aklımda neler kaldı diye... Yakamozlu o sarhoş Göcek gecesi açık ara önde gidiyor.