Volvo Okyanus Yarışı’nın ilk ayağının galibi Ericsson 4 oldu. Ericsson 4, İspanya’nın Akdeniz kıyısındaki limanı Alicante ile Afrika’nın güney ucundaki Cape Town limanı arasında baş döndürücü bir tempo ile yarıştı ve 3 gün üst üste 24 saatte yelkenli bir teknenin kat ettiği en uzun mesafe rekorunu da kırmayı başardı.
Ericsson 4, Cape Town’da şampanyalarla karşılandığında, en yakın rakibi Puma ile aralarındaki mesafe 100 deniz miliydi. Ama kazanan ekibin reisi Brezilyalı Torben Grael, "Yarışı kazandık mı? Tabii ki hayır. Gidilecek çok yol var" diyordu. Ve bunu demekte de haklıydı, çünkü Akdeniz’den başlayıp, Afrika’nın Batı kıyısından aşağı inilen bu uzun yarışın çok büyük bölümünde Ericsson 4 ile Puma birbirlerini görerek yarışmıştı. Son aşamada ise Puma farklı bir taktik denemek veya rakibini şaşırtmak için, yarış kurallarına uygun bir şekilde tüm vericilerini kapatıp, hayalet tekne olmuş ama yine de Ericsson 4’ü yakalayamamıştı.
İşin ilginç yanı, Alicante’de yapılan liman yarışlarını hep kazanan İspanyol teknesi Telefonica Blue’nun yarışın ilk ayağını beşinci bitirmesiydi. Bu, liman içindeki yarış ile açık deniz yarışı arasındaki farkları net bir şekilde ortaya koydu. Kardeş tekne Telefonica Black ise sonuncu oldu.
Alicante’den Cape Town’a, 21 gün, 17 saat, 54 dakikada gelen Ericsson 4, yarışın 6. gününde ekipten birini tıbbi nedenlerle Cape Verde Adaları’nda bıraktığı için 50 mil geride kaldı; ama buna rağmen birinciliği kazanmayı da başardı.
Ericsson 4’den Phil James, "Hayatımın en iyi yelkenini yaptım. Amerika Kupası heyecanının çok çok üstündeydi yaşadıklarım" diyor. Bir eksik ile, 9 kişi yarışmalarına rağmen, 24 saatte 602 deniz mili yol katederek önemli bir rekor kıran Ericsson 4, sıralamada 14 puan ile birinci; hemen ardında Puma var.
Tekneler Cape Town’dan Hint Okyanusu’nda doğru yelken basacaklar. Son durak aylar sonra Rusya’nın St. Petersburg Limanı olacak.
29 Ekim madalyonunun tatsız yüzü
Geçen 29 Ekim kutlamaları, İstanbul tekneciliğinin yüz akıydı.
Kalamış Koyu’nda toplanan yelkenli, motorlu 120’ye yakın tekne, diğer bölgelerden gelenlerle Sarayburnu önlerinde birleşip, Boğaz’a girdiğinde İstanbul bir deniz şehri olduğunu cümle aleme kanıtladı.
Sevgili dostum Hakan’ın bir Türkiye klasiği olan teknesi Maşallah’taki yerimi, işlerim nedeniyle gecikip başkasına kaptırdığım için yaşayamadığım bu cümbüşün hazırlıkları günler öncesinden başladı, tekneler daha sabahtan denize açıldı, kimi Adalar’a gitti, kimi sadece yelken yaptı İstanbul açıklarında; akşam olup Cumhuriyet kutlaması başladığında, denizdekilerin keyfi çok gıcırdı.
Denizin, denize çıkanların katkısı, milyonlarca liraya mal olan resmi kutlamaları sivilleştirdi, şenliği belediyenin ya da valiliğin malı olmaktan çıkartıp, bu şehirde yaşayanların mülkiyeti kıldı.
Bu, madalyonun, deniz şehirlerinin kraliçesi İstanbul’un denizi keşfetttiğini ve bu keşiften hoşlandığını gösteren yüzü.
Bir de öbür yüzü var.
*
O öbür yüz, biraz iç karartıcı, çünkü kırgın insanların yüzlerinden oluşuyor.
Şehrin tonunu, sesini yumuşattıkları, güzelleştirdikleri görülen tekneciler itilip kakılmaktan rahatsız.
Marina tarifelerinin, tüm masraflar YTL cinsinden olmasına rağmen, birkaç yıl öncesine kadar Dolar, şimdilerde ise Euro üzerinden hesaplanması sorunun nedenlerinden biri.
İstanbul gibi 13 milyonluk bir şehirde ancak 2 marinanın varolmasının yarattığı bağlama yeri kıtlığı, marina yönetimlerinin, az para kazandıkları küçük tekneleri caydırmak için minimum bağlama boyu sınırı koymaları ise diğer büyük sorun.
Ayrıntıya girmeye gerek yok; ama şu söylenebilir: 6 metrelik tekneniz var ise, 11 metrelik bağlama fiyatı ödüyorsunuz. Bunu istemiyor musunuz? Teknenizi satmaktan, ya da cebinize koyup götürmekten başka şansınız yok.
Çünkü marinalar dolu; dopdolu. Çünkü bu şehire marina yetmiyor. Çünkü hem bu şehrin yerel yöneticileri, hem de Ankara’da bu işlere bakan bürokratlar, bu konuyu hiç önemsemiyor.
İstanbul, denizle ilişkisi olmayan bir bozkır şehri olarak algılanıyor hálá.
*
Yahoo üzerindeki Yelkenciler Lokali’nden bir değerlendirme: "Bireysel kaygılar ve özellikle ölçüsüz, acil kár amaçları, toplumsal çıkarların önüne geçtiğinde kaos ortaya çıkmıyor mu? Sanırım Türkiye’de teknecilerin çıkış yolu, ’tekne park’, ’tekne bağlama’ problemlerinin çözümünü yerel yönetimlerden istemek ve beklemektir. Şimdi de tam zamanı. Acilen. Zira tekne, deniz, ülke ilişkileri, tekne, bağlama, marina, kár ilişkisinin çok ötesinde, girift bir konudur. Ve bakınız zam yapmakla, asgari boy uygulamakla, kárlılık artmıyor. Tersine müstakbel tekne yatırımları gecikiyor, müstakbel müşteri sayısı eksiliyor. Zira hiç bir denizci, marinalara yer için yalvar yakar, 45 - 50 feetten denizciliğe başlamaz. Her denizci küçükten başlar, büyüğe geçer, küçüğünü yeni denizciye devreder. Bu marinanın ’sürekli’ müşterisi, güvenli ’baz maliyet’ tabanıdır. Bu tabanı dağıttığınızda, gündelik tekne bağlama dahi riske girer."
Aynen. Teknecilerin, İstanbul’un 29 Ekim 2008 günkü şenliği nasıl sivilleştirip, zenginleştirdiklerine tanık olan herkesin aklından geçenler bu cümleler işte.