Boyu ne olursa olsun bir tekne daima parçalarının toplamından çok daha büyüktür. İstanbul vapurlarının geleceği ile ilgili tartışmalar bunun bir örneği işte.
O vapurlar ki İstanbul’un değişimine tanıklık etmiş herkesin hayatından parçalar taşır. O vapurlar ve tabii ki her tekne yalnızca insan değil, yaşamlardan kesitler, anılar taşır:
Şiddetli lodosta İnkıláp vapurunun burnundan girip herkesi dehşete düşüren dev dalga... Kadıköy İskelesi’nden vapura atlarken dönüp kırılıveren bir ayak bileği... Lüks salondaki zarif masaların üzerine bırakılan ve enflasyonu kuruş kuruş izlememizi sağlayan 50 kuruşlar, bir liralar, ortası yırtılmış soluk sapsarı biletler.
*
Bir teknenin yapımına tanık olmak doğum izlemeye benzer. Gövde yapılır, mobilyalar, motor ve diğer teknik aksam gövdeye yerleştirilir, güverte inşa edilip yerine konur; sonra güverte aksamı takılır; her aşamasında insan elinin değdiği uzun ince bir süreç ve sonunda hoş geldin deniz. İnsan elinden çıkan en olağanüstü ürünlerden biridir tekneler.
Denizciliğin ileri, sanatkárlığın örgütlü ve işin kalitesi nedeniyle çok gururlu olduğu ülkelerde, örneğin Amerika’da, İngiltere’de, İsveç’te, Finlandiya’da, İtalya’da geçmişi yirminci yüzyılın başına uzanan tersaneler var. Bu tersaneler, aslında birer sanat eseri olan tekneleri, Stradivarius keman inceliğinde bir estetik anlayış ile üretiyor, satıyor.
Daha denizci ve daha dayanıklı tekneler üretilmesini sağlayan yeni malzemelerin geliştirilmesinin ardından, sanayi üretim süreçlerini de sanatkárlıkla birleştiren şirketler, efsane özelliklerini koruyor. Amerika’da John Alden tersanesinin ya da John Cherubini tersanesinin ürettiği yatlar örneğin. İsveç’ten Regina’nın Vindö yatları... Ya da biraz daha seri üretime kaçan Fin şirketi Nautor ve tekneleri Swan; bir diğer Fin şirketi Baltic.
Bu tersanelerde ahşap kesen, şekil verip mobilya yapan, mobilyayı kusursuz biçimde cilalayan, çelik parçaları monte eden ve yaptıkları işten belki de 35 yıldır hiç sıkılmayan sanatkárlar çalışıyor. Bu teknelerin kalitesine ulaşmak, onları aşmak zor. Şarap gibi yaşlandıkça değerleniyorlar bazen.
*
Türkiye gelenek oluşturacak süreklilik ve tutarlılıkta bir beceri örgütlenmesini hiçbir alanda gerçekleştiremedi. Dönüşüm içinde bir toplum olmanın doğal sonucu sanırım. Bu yüzden de dünya tekne piyasasına özenli el işçiliği ile ağırlık koyamadı.
Tekne üretiminde kullanılan ara malzamenin ağırlıklı olarak ithal edilmesi de engellerden biri oldu. Ama Türkiye bu alanda ilerliyor. Ara malzeme üreten fabrikalar açılıyor; girdiler nispeten ucuzluyor, daha kolay bulunur hale geliyor.
Özellikle son beş yılda, tekneleri en ileri yöntemler, en yeni malzemeler ve en ince işçilikle üreten Türk şirketleri de birbiri ardından ortaya çıkmaya başladı. Bu şirketlerin ürettiği tekneler fuarlarda sergilenir, dünya denizlerinde dolaşır oldu.
Geçen hafta içinde İstanbul Tuzla’da geçirdiğim bir gün, kaliteli un ve şekeri biraraya getirmeye başladığımızı bana iyice gösterdi. Bir fabrika ve bir tersane gezisi ardından, dünya gezgini Ellen MacArthur’un yakın dostu ve ilk önemli teknesinin tasarımcısı ile geceyarısına kadar uzanan bir sohbet sonrasında, kıvamına gelmekte olan lezzetli helvanın tadını iyiden iyiye aldım.
İşte küresel denizcilik pazarına giren Tuzla’dan öyküler...
Numarin’de hedef yılda 50 tekne
Ömer Malaz, çakar çakmaz çakan çakmaklar çıkmadan önce kullanıp kullanıp attığımız kibritleri üreten bir ailenin, Malaz ailesinin oğlu.
Denizciliğe meraklı ve İngiliz yapımı bir motoryatı var. Teknesi sürekli arıza yapıp, Ege’ye gitmek yerine zamanının çoğunu Tuzla’da geçirmeye başladığında, tekne üretimine başlama kararı veriyor. Numarin’in doğuş öyküsü, belki de efsanesi bu. En azından anlatılan bu.
VENEZÜELLA’YA TEKNE
Üç yıl ve 14’ü teslim edilmiş 34 tekne sonra Numarin Türkiye’nin önemli yat tersanelerinden biri. Gebze-Tuzla arasında bir tepede kurulu. Tekneler tamamen kompozit malzemeden üretiliyor. Kamyonlara yüklenip müşterilere kara yoluyla, deniz yoluyla gönderiliyor. Çelik atölyesi, ahşap atölyesi (belki de fabrika demeli), kalıp sundurması, üretim sundurması, dünyada çok az tesiste bulunan üç akslı programlanabilen bilgisayarlı kesim sistemi ile dünyanın birçok benzer tesisinin önünde.
‘Venezüella’daki bir müşteriye tekne yapıyoruz’ diyor Ömer Malaz. Numarin’in yıllık pazarlama bütçesi 300 bin Euro. Uluslararası fuarlara katılıyorlar. Üç yıl içerisinde tersaneye yapılan yatırımın 7 milyon Euro’nun üzerinde olduğunu söyleniyor.
Bu yıl sonuna kadar kapasitesini 12 tekneye çıkartacak olan Numarin’de hedef büyük; yapılacak yatırımlar ve atılacak diğer verimlilik adımları sonucunda 2010 yılında 50 tekne üretimi gerçekleşirse, Numarin, katma değeri yüksek motoryat üretiminde dünyadaki önemli oyunculardan biri olacak demektir.
AYRINTILAR ÖNEMLİ
Çalışan 140 kişi, bu sektörün yaratabileceği istihdamın boyutlarını gösteriyor. Sınai yat üretiminde çalışanların toplam sayısının 1200’ü bulabileceği belirtiliyor.
Numarin Genel Müdürü Erdal Kılıç, Gemi İnşá Mühendisi; bir ara tiyatrocu olmaya meraklanmış ama annesine 11 yaşındayken verdiği bir söz nedeniyle sektöre girmiş. Sınai üretim ile sanatkárlık arasında sürekli geçişlerin yaşandığı tekne üretim sürecinde hiçbir ayrıntı gözünden kaçmıyor. Kulağıma eğilip, ‘Bizim tekneler İngiliz, İtalyan yapımı teknelerden çok daha iyidir’ diyor sessizce. Kesinlikle inanıyorum.
Biz çok iyiyiz deyin çünkü çok iyisiniz
Merfyn Owen, Owen Clarke Design şirketinin kurucularından. Dünyanın önde gelen yarış teknesi tasarımcılarından biri. Tasarlayıp üretimini yönlendirdiği tekneler arasında Ellen MacArthur’un dünyanın en önde gelen yelkencilerinden biri olduğunu kanıtlayan Kingfisher var. Aslında yalnızca tasarımcı da değil, okyanus yarışlarına tekne kaptanı olarak katılan bir yelkenci: ‘Yelken yarışı yapmayan, yarış teknesi tasarlayamaz’ diyor.
Türkiye’ye daha önce birkaç kez turist olarak gelen Merfyn, bu kez Metyx’in davetlisiydi; Türkiye’de tersane gezdi, iki seminer verdi.
Sabah başlayıp, gün boyu devam eden, geceyarısına sarkan uzun bir yemek ve sanırım dost olmayla biten söyleşimizde, hayata dair konular dışında, Merfyn özetle şunları anlattı:
Türkiye’de iki tersane gezdim. İzmir’de Mat, İstanbul’da Numarin. Bu iki tersane de, dünyadaki çok iyi tersaneler ile rekabet edebilir. İkisinde de yapılan işin kalitesi çok iyiydi.
Yeni 40 feetlik yarış teknelerini Mat’da yaptırabiliriz. Ama müşteriler Türkiye’yi çok iyi bilmiyor. Örneklerin artması bu sorunu ortadan kaldıracaktır.
Yeni Zelanda şu anda isteğe göre tekne üretiminde dünyadaki lider ülkelerden biri. Bu işten yılda 1 milyar dolar kazanıyorlar. (Türkiye’de organize yatçılık cirosu 100 milyon dolar civarında) Bugünkü Türkiye bana bir zamanlar Yeni Zelanda’nın durumunu anımsattı. Onların bir hatası oldu. Ucuzluk üzerine rekabet stratejisi oluşturdular ve bu yanlıştı. Ucuz satmak rekabet avantajını sürekli kılmaz. ‘Biz çok iyiyiz’ demeniz ve iyi fiyatı da istemeniz lazım. Çünkü iyisiniz.
Türkiye’de işçilik kalitesi çok yüksek. Ama birçok ülkede ayrıntılarda hep sorun olur. Ben Fransızlara yüzde 95 derim; çok iyi tekne yaparlar ancak yüzde 5’i hatalıdır. Bu büyük sorun çıkartır. Türkiye’deki üreticilerin buna çok dikkat etmesi gerekli.
Cam elyafı deyip geçme
Neredeyse yarım yüzyıllık bir aile şirketi Telateks. Türkiye tekstil sanayiinin en önemli ara girdilerinden tela üretmiş yıllardır. Ancak, geçen hafta başında Tuzla’da açtıkları yeni fabrikada cam elyafını Metyx markasıyla üretmeye başlayan şirket dışa bağımlılığı azaltacak.
Sessiz ve inatçı bir çelik örümcek gibi cam ipliği örüp kumaş yapan yeni makinenin başındayız. Şirket’in kurucusu Erol Üstünel gururlu: ‘Türkiye’nin ihtiyacı vardı. Bu yatırımı yaptık. İyi de oldu. Fiyatlar düşmeye başladı.’
Üçüncü kuşaktan oğul Ürün Müdürü Tunç Üstünel, ‘Bir laboratuvar kurup, kompozit malzeme testleri yapacağız. Kompozit üretimde en kaliteli sonucun, en verimli şekilde nasıl sağlanacağını anlatacağız alıcılarımıza. Eğitim seminerleri başlatacağız. Üretim için gereken diğer aygıt ve sarf malzemeleri için temsilcilikler aldık. Hedefimiz kompozit üretim için gerekli her ürünün bulunacağı tek bir satış noktası haline gelmek’ diyor.
Metyx markasının doğuşu, dededen-toruna, Türkiye’deki sanayi modernleşmesinin çok kısa bir öyküsü gibi aslında. Sanatkárlıktan (terzi dedenin başlattığı bir şirket) yüksek teknolojiye giden sürecin tüm aşamalarını bu şirkette izlemek mümkün.