James Bond’un son sevgilisi Spirit yatı

Son James Bond filmi Casino Royal’in kahramanlarından biri 16.7 metrelik bir yat.

İngiltere’de üretilen el yapımı Spirit 54 filmde 4-5 dakika rol alıyor ve Bond’un olmazsa olmaz aşk sahnelerine ev sahipliği yapıyor.

İngiliz Spirit yat markasından daha önce bu sayfada söz etmiştik. Bu teknelerin özelliği, kuzu kılığındaki kurt olmalarıydı. Yani klasik görünüyor, eski zaman teknolojisine sahip oldukları izlenimi veriyor ama aslında sualtı profillerinin modernliği ile birçok yeni tekneden çok daha hızlı gidebiliyorlar. Anlaşılan Spirit yatlarının bu özelliği James Bond’un son filmi Casino Royal’in yapımcılarına da çekici gelmiş ve o nedenle de Spirit 54, Casino Royal’de önemli bir rol üstlenmiş.

Suları Akdeniz’e kıyasla çok daha mavi olduğu için Karayib Denizi’ndeki Nassau’da yapılan ilk çekime gemiyle gönderilen Spirit 54’ün güvertesinde Bond ve sevgilisi biraz konuşuyorlar ve sonra kamaraya geçiyorlar. Akdeniz’deymiş gibi yapıyorlar kısacası.

Sonra tekne yeniden gemiye bindirilip Hırvatistan üzerinden İtalya’nın Venedik Şehri’ne gönderiliyor. Venedik’teki Büyük Kanal’a 350 yıldır giren ilk yelkenli tekne olan Spirit, burada da yatak odası işlevini sürdürüyor, tabii bu kez tarihi binaların oluşturduğu fon önünde.

Bir sahnede de Bond, Spirit’in burnunda oturup Sony Vaio dizüstü bilgisayar ile, tabii ki gizli bir şeyler yazdıktan sonra bilgisayarı kanala fırlatıyor. Bu sahne için her biri 4 bin 500 YTL’ye satılan beş adet Vaio kullanılmış. Film belki de Vaio’nun patlayan pilleri yüzünden başı epeyce ağrıyan Sony’ye yarar; zaten sponsorluklar da bu amaçla yapılmıyor mu?

İŞLERİ ÜÇE KATLANDI

Spirit’i üreten Spirit Yachts, tekneleri ağırlıklı olarak ahşap ve epoksiden üretiyor. Diğer aksam, en kaliteli uluslararası markalardan seçiliyor. Klasik İngiliz el işçiliği, Spirit Yachts şirketinin yıllık cirosunu 11 milyon dolara, çalışan sayısını üç yıl öncesine kıyasla üç katına çıkartmış durumda.

İlk aşamada 14.1, 16.7, 17.2 ve 21.9 metrelik teknelerle üretime başlayan Spirit Yachts bugün 30.6 ve 39.6 metrelik devlerin ısmarlama üretimine geçmiş durumda.

Oluşan uzmanlığın ve ince işin kalitesinin yabancılar tarafından denetlenmesi halinde Türkiye’de de tekrar edilebilecek bu başarı, doğru bir iş planının üç yıl gibi kısa bir sürede bir şirketi nereden nereye taşıyacağını da çok net bir şekilde gösteriyor.

Öfkeli reis ağrıyan dişten çok can yakar

Sancak, iskele, sancak kontra, iskele alabanda, orsa alabanda, iskota, mandar, pruva, sancak kıç omuzluk, iskele baş omuzluk, usturmaça, koltuk halatı, tremola, kavança, vinç... Böyle, sürer gider.

Tekneye ilk kez bineni, duyulmadık, bilinmedik, söylenmedik terimler karşılar. Bu terimler sinir krizinin eşiğindeki bir tekne reisi tarafından, ağızdan çıkan köpükler eşliğinde haykırıldığında, teknede olmak ya da olmamak konusunda verilecek önemli bir kararın eşiğindesinizdir artık.

Bir de palamarları atıp kıyıdan uzaklaşıldıktan iki dakika sonra canavarlaşan yakın dostlar vardır. Canavarlaşma süreci ve sonuçları, kişinin tekne ile ilgili değil ama o kişi ile gelecekteki ilişkileri konusunda kararlar almasını sağlar.

Bunları yazmamın nedeni, iki arkadaşımın, geçen hafta öğrendiğim ilk tekne deneyimleri.

*

Yelkene ilgi gerçekten artıyor. Bundan birkaç sene önceye kıyasla çok daha fazla kişiden, tekneye ilk kez bindiklerini, yelken yapmanın harika olduğunu, özel terimlerin zor olduğunu ama bayıldıklarını duyuyorum. Duyduğum birkaç şey daha var; yelkeni bilmeyen konuklarına bağırıp çağıran tekne reisleri. Ya da teknede mücadele etmek zorunda kaldıkları, aniden canavarlaşan dostlar; tanırsınız, ismini vermeyelim derler bazen.

İşini ne kadar iyi bildiğini sert bir kararlılık gösterisi ile sergilemek isteyen tekne reisi, ağrıyan bir akıl dişinden çok daha fazla can yakar. Üstelik akıl dişine tabanca sıkamazsınız, ama tekne reisine bunu defalarca yapmak istersiniz.

Şen şakrak bindiğiniz tekneyi azabın bin türlüsünün çekildiği bir cehenneme dönüştüren en yakın dostunuza, "Sen böyle değildin, yoksa böyleydin de bilmiyor muyduk? Sana ne yaptılar" diye soramazsınız dahi; çünkü çoktan miğferi takmış, öz koruma konumuna geçmişsinizdir.

Hele bu iki insan tipi bir aradaysa; o masum yelkenli tekne, asude denizin üzerinde ateşler saçarak dolaşan bir savaş gemisine döner.

*

Öfkeli reis sendromuna dünyanın her yerinde rastlanıyor. Bir hastalık diyebiliriz buna ama birçok hastalığın tersine, bunun ilacı yok.

Sakin, müláyim bir adam dümenin arkasına geçtiğinde öfkenin karesini değil küpünü yaşayıp, yaşatabiliyor. Hele hele tekneye ilk kez binen birileri var ise, "Ayakkabıları hemen çıkartın" ile başlayan bir talimat sağanağı, bu yazının ilk cümlesinde ancak çok küçük bir bölümünü aktardığım terim fırtınası ile birleşir ve tekneye binen acemi çaylakları, kıyıdan fazla uzaklaşmadan, gerekirse elbiselerle denize atlayarak, tekneyi terk etmeye dahi itebilir.

Öfkeli reis sendromunun hedefi olan arkadaşım, "Dört kişiydik, çok iyiydi, öğrenmek istiyoruz ama hepsi böyle değil herhalde" diyerek, ne kadar inançlı bir yelkenci adayı olduğunu gösterdi. Doğrusu gözlerim yaşardı.

Bilirsiniz; en iyi cinayet denizde işlenir. Tanık yoktur, sanık yoktur ve en önemlisi kurbanı ortadan kolaylıkla kaldırabilirsiniz. Teknede canavarlaşan dostunuzu ortadan kaldırmak istemiyorsanız, yapılabilecek en iyi şey, onu bir koya bırakmak ve iyice serinledikten sonra, yolu bulup, İstanbul’a döneceğini ummaktır. Büyük olasılıkla bir daha karşılaşmak istemezsiniz ama Gökova’da kaybolmasına da gönlünüz elvermez.

Avukat arkadaşım sonuna kadar canavarla teknede yaşamayı seçmiş, üstelik hálá denize çıkmaya kararlı.

Buna da denizin gücü diyoruz işte!
Yazarın Tüm Yazıları