Düşünebiliyordu ama daha önemlisi, en kolay beyin faaliyeti olduğu için, hissedebiliyordu, yalnızca duyguları ile yaşıyor, deneyimlerini zaman içinde bilgiye dönüştürüyordu.
Korktu, düşündü, ay ufkun ötesinde koskocaman doğduğunda ortalık aydınlandığı için sevindi, yükseldikçe neden küçüldüğünü anlayamadı ama gök cisimlerine güçler atfetmeye başladı. İnanç sistemleri doğuyordu; o yüzden hálá dua ederken gökyüzüne bakarız, Allah yukardadır.
Sonra yürüdükçe bazı ışıkların yerinin hiç değişmediğini gördü, onları izlerse yol bulabileceğini, kaybolmayacağını fark etti ve uzun yolculuğuna çıktı insan. Denizler aştı, yeni ülkeler kurdu, yayıldı, yayıldı...
*
Karanlık bir ülkede yaşıyoruz; National Geographic dergisinin yıllar önce yayınladığı dünyanın ışık haritasında, Türkiye kapkaranlık bir leke olarak görülür. Karanlıklar adasının aydınlık noktaları da vardır; İstanbul ve büyük birkaç şehir.
Garip bir durum; gökyüzünden aydınlık görünen yerler gökyüzünü hiç göremiyor. Yoğun ışık, şehirlerde yaşayanları, dünyanın, evrenin içinde küçücük bir nokta olduğu gerçeğinden uzaklaştırıyor, yalnızlaştırıyor, bireyselleştiriyor.
1999 yılındaki büyük deprem ardından sokağa fırladığımda, İstanbul’da elektrikler kesikti. Yeraltındaki garajdan otomobili çıkartırken korkmuş ama belli etmemiş, binaların üstüme üstüme geldiği Nişantaşı’ndan uzaklaştığımıza sevinmiştim.
Zincirlikuyu’da benzin almak için durduğumda bu kez de gök kubbe üstüme üstüme geliyordu. Kapkaranlık şehirde gökyüzü yakınlaşmış, her yeri kaplamıştı. Sık sık gelen artçı sarsıntıları, Zekeriyaköy’de elim cebimde yıldızlara bakarken yaşadım. Bazı evlerde jeneratörler çalışıyor, ışıklar yanıyordu ama onların aydınlığı, karanlığı delmeye, gökyüzünün büyüsünü ortadan kaldırmaya yetmiyordu. Dünya bana ne kadar güçsüz olduğumu anımsatırken, dünyanın ne kadar küçük ve önemsiz olduğunu görüyordum.
*
Yelken ile gece seyri çok keyiflidir. Hele pusulayla değil, bir yıldızı kerteriz alarak seyrediyorsanız, doğanın, denize açılan ilk insan tarafından keşfedilen tüm avantajlarını kullanıyorsunuz demektir. Gökyüzüne bakmak, kerteriz alınan yıldızı kaybetmemek, pusulaya arada göz atarak rotanın doğruluğundan emin olmak... Yelkenli teknelerde gece nöbetleri insana çok şey düşündürür.
Dünyanın tam güneş tutulmasını Türkiye’den izlediği bir günde, insanların gökyüzüne ilgisinin ilk günkü gibi sürdüğünü söylemek pek de abartılı sayılmaz: Farkında olsak da olmasak da, dünyayı ve dünyadaki varlığımızı anlamlandırma çabalarından biri. O açıdan bakıldığında, gökyüzünü merak eden ilk insan ile aramızda pek de fark yok sanki.
İşte ayaklarımızı yere bastıracak bir düşünce.
Atlantik’in ortasında yapayalnız bir Türk
Erden Eruç (solda) 44 yaşında, Amerika’nın Seattle Şehri’nde yaşıyor. Tutkusu, kas gücü ile dünyanın etrafında dolaşmak; dünyanın en yüksek altı dağına çıkıp, kıtaları bisikletle, okyanusları kürekli bir tekne ile aşmak ve
çocukların eğitimine fiziksel dayanıklılık ve insan gücüne dayalı macera ruhu ile katkıda bulunmak. Seattle’da kurduğu Around-n-Over adlı vakıf, kendini "Biz rüyaları gerçekleştirmek ve başkalarının da rüyalarını gerçekleştirmesine yardımcı olmak işindeyiz" diye tanımlıyor. Eruç şu anda Atlantik Okyanusu’nun tam ortasında kürek çekiyor; hedefi Kosta Rika.
Okyanus aşmak denizle ilgilenen herkesin düşüdür. Kürekle, tek başına okyanus aşmayı düşleyen azdır, bunu gerçekleştirmek için yola çıkan ise parmakla gösterilir. İşte, Erden Eruç o mangal yürekli insanlardan biri.
Öyküsü aslında tipik. Şirket yaşamından bunalan herkes gibi kaçış planları yapan iyi bir profesyonel. Doğa sporları tutkunu. Daha 11 yaşındayken Erciyes’e babasıyla tırmanmış. Profesyonel yaşamın sıkıntılarına verdiği yanıt ise rahat bir yere gidip yan gelip yatmak yerine, bir vakıf kurup, tutkusunu bir hayır işine çevirmek olmuş. Around-n-Over, çevresinde ve üzerinden demek. Yani dünyanın çevresini, en yüksek tepeleri üzerinden dolaşmak. Çılgınca ve gerçek; ancak hayran olunabilir.
Şimdiye kadar işleyen plan şu: Eruç kıtaları, okyanusları, dağları aşacak, yolda okulları, dernekleri, şirketleri ziyaret edecek, bu çılgın yolculuğa neden çıktığını anlatacak ve vakfına para toplayacak, çocukları yaratıcı macera ile tanıştıracak. 2011 yılına geldiğimizde, Eruç projesini tamamlayacak ve yeryüzünün kritik bölgelerini yürüyerek, tırmanarak, bisikletle ve kürekli tekneyle dolaşan ilk gezgin olacak.
BİSİKLETLE 6400 KM.
Türkiye’de dağcılık sporuna gönül verenlerin dergisi Takoz’da Ocak 2004’de yayımlanan söyleşide, fikrin nasıl çıktığını anlatırken "Şizofrenik bir yaşam tarzı sürecek, bir şirketten diğerine, ofis ofis dolaşacaktım. Ama hayal etme yeteneğim hálá yerindeydi. Bir gün, yazılım laboratuvarında gözüm daha önce üstünde pek durmadığım bir dünya haritasına takıldı. Gidip gelip, haritanın önünde parmağımı sağda Washington’dan başlayan bir yay çizerek Bering Boğazı üzerinden ta İzmir’e varacak şekilde sürerek insan gücüyle eve yolculuk fikrini kabullenmeye çalıştım. Yıl 1997’ydi" diyor.
Bu ilk tohumun atılmasından altı yıl sonra uzun soluklu projesinin ilk adımını atan Eruç, Kuzey Amerika’nın en uzun dağı olan 6195 metrelik McKinley’e (Eruç bu dağa Athabasca Kızılderililerin verdiği adı kullanıyor: Denali) 2003 yılında tırmanmış. Yürüyerek ve bisikletle yaklaşık dokuz bin kilometre yol yapan Eruç, projesinin ikinci ayağında Seattle’dan Miami’ye Amerika Birleşik Devletleri’ni bisikletle geçmiş: 6400 kilometrelik bu yolculuk bisikletle 82 günde tamamlanmış.
Şimdi sürmekte olan üçüncü ayak, en riskli olanlardan biri. Eruç, şu anda Atlantik Okyanusu’nun tam ortasında kürek çekiyor. Nerede olduğunu uydular aracılığı ile tam olarak belirleyen cihazın pili bittiği için birkaç gündür kendisinde haber alınmıyor. Ancak 26 Mart’ta gönderdiği sesli mesaj, Eruç’un çok az insanın sahip olduğu kararlılığını gösteriyor.
Koskoca okyanusun ortasında yedi metrelik özel yapım teknesi ile yapayalnız olan Eruç, mesajında son günlerde olup bitenleri anlatırken, gündelik hayatından söz eden biri kadar sakin.
BALIK ZİYAFETİ
15 kiloluk bir ton balığı yakaladığını, bunun yiyeceklerindeki monotonluğu giderdiğini söylüyor ve ekliyor: "Las Palmas’dan beri oluşan düzenin karşılığını alıyorum. Denizle uyum içindeyim. Yapılması gerekenler artık angarya değil, yapılıyorlar. En dalgalı denizde bile çay için su kaynatabiliyorum, tekne dalgalar arasında akıp gidiyor. Vücudum bu düzene alıştı ama aklım arada bir uzaklaşıyor. Geçmişi, olanları düşünüyorum, gelecek planları yapıyorum ve arada anın tadını çıkartıyorum. Bu devasa su kütlesi üzerinde huzurluyum."
Eruç ancak kutlanabilir. Yolu açık olsun.
OKYANUS KÜREKÇİLERİ ARASINDAKİ İLK TÜRKEruç kürek çekerek Atlantik Okyanusu’nu ilk kez aşıyor ama teknesi Calderdale, deneyimli. Daha önce iki kez okyanus aşan Calderdale güneş panelleri ile 12 voltluk akülerini şarj edebilen, küçük bir tuzdan arındırma cihazı ile deniz suyunu içme suyuna çevirebilen, içindeki bölmeler sayesinde ortadan kırılmadıkça batması çok zor olan bir tekne.
2001 yılında yapılan ve çok ilginç bir de rekorun parçası olan Calderdale, bir sosyal sorumluluk teknesi aslında. İngiltere’de sara hastalığının insanların yaşamlarını nasıl alt üst ettiğini herkesin gözü önüne seren Sara Vakfı’ndan tekneyi satın alan Eruç bu tekneyle üç rekor birden kıran bir ana kızın geleneğini sürdürüyor. Rekorlar şöyle: Okyanusu kürek çekerek aşan ilk ana-kız, ilk İngiliz kadın ekip ve ilk anneanne.
Kürek çekerek okyanus aşanlar kulübünün çok fazla da üyesi yok ama gerçekten öyle bir kulüp var: Okyanus Kürekçileri Derneği. Derneğin verilerine göre, bugüne dek 225 kürekli tekne dünya okyanuslarını aşmak için açılmış, bunlardan 137’si amacına ulaşmış, yedi kürekçi Okyanus’ta kaybolmuş. Bu yapayalnızlık girişimini başarıyla tamamlayan kürekçilerden 129’u İngiliz, 11’i Amerikalı. Hiç Türk yok. Belli ki ağırlıklı olarak bir Anglosakson etkinliği.
Bu işe kalkışanları bekleyen en büyük tehlike yalnızlık değil. Fındık kabuğu kadar bir tekneyi, hiçbir gemi radarı göremiyor; o nedenle dev bir ticaret gemisinin Calderdale’i kibrit çöpü gibi kırması mümkün. Ya da, gemilerden sık sık denize düşen konteynırlardan birinin tekneyi parçalaması.
Doğal tehlike ise köpek balıkları; temizlenmek ve ihtiyaç gidermek için denize giren Eruç’un çok dikkatli olması gerekiyor.