Denizlerde neler oluyor?

Geçenlerde İstanbul’u Batman ile aynı kaderde buluşturan tufanın nedeni denizler. Deniz görmemiş bebelerin, dağların tepesinde boğulmasına yol açan ani sağanak yağış, denizlerdeki sıcaklık değişimlerinin bir sonucu.

Sıcaklığı değiştiren bizleriz; insanlar. Yüzmilyonlarca yılda oluşan petrolü, gazı, kömürü 200 yılda yok edecek bir enerji tüketiminin çevirdiği uygarlık çarklarını durdurmadan küresel ısınmayı önlemek isteyenlerin ilk baktığı yer ise denizler.

Yalnızca denizlerin yüzeyi değil ama... Denizlerin dipleri de. Yüzey ısınıyor, dipler yeni yeni araştırılıyor, anlaşılıyor. Küresel ısınma dünyanın en önemli sorunu haline gelmeden önce akademik merkezlerde sessiz sedasız çalışan bilim adamları artık giderek yıldızlaşıyor, yaptıkları çalışmalar önce ciddi, ardından popüler medyaya yansıyor, küresel ısınma ile ilgili romanlar, diziler yapılıyor.

Bilim adamlarının iç uzay dediği denizlerin, insanlığın geleceğini ipotek altına alacak tehlikeleri barındırdığı fikri kuşkusuz yeni değil. Bilinmeyenin korku yaratması doğaldır. Ama iklim değişikliklerinin denizden kaynaklandığının ortaya çıkması, kurgu ile bilimi birbirine yaklaştırıyor.

*

Bu sayfada daha önce Swarm (Sürü) adlı bir kitaptan söz etmiştim. Almanya’da iki yıldır çok satan listelerinden inmeyen Frank Schatzing’in yazdığı Swarm, bildiğimiz çok satan kitap formülünün ötesinde, ağır bilimsel argümanlarla yüklü bir roman. Denizdeki tek hücreli canlıların kolektif olarak hareket ettiklerinde ortak bir aklın ortaya çıkabileceği ve bu aklın, insanlığın binlerce yıldır geliştirdiği her şeyi yok edebileceği varsayımlarına dayanan kitabın sonunda tüm inançlar sorgulanıyor ve insanlık, kendisini yok edebilecek bir ulu deniz gücünün yıkıcı uyarıları ardından kendine çekidüzen vermeye karar veriyordu.

Schatzing’in bu fikri, robotlar konusunda çalışmalar yapan araştırmacıların 1989 yılında ortaya attıkları Sürü Aklı kavramından alıp tek hücreli canlılara uyarladığını anlıyoruz. Sürü Aklı fikrini savunanlara göre, çevre ve birbirleriyle ilişki içindeki basit birimler en karmaşık organizmaların sahip olmadığı bir esneklik içinde hareket edip, yeni koşullara göre değişip, dönüşebiliyor ve güçlerini bu esneklikten alıyor.

Amerikan Uzay ve Havacılık Örgütü NASA’nın Sürü Aklı Teorisi’ni, gezegen araştırmalarında kullandığı biliniyor. Ben, nasıl kullandığını anlamaya çalıştıysam da beceremedim; belki siz anlarsınız.

*

Önceki hafta Digimax’de başlayan 2005 yapımı Surface (Yüzey) dizisini bu nedenle büyük ilgiyle izlemeye başlamıştım. NBC, bu diziyi, ABC’nin başarılı Lost dizisine karşı yapmış.

Digimax’in, "Denizlerde yeni yaşam biçimleri ortaya çıkmaya başlasaydı hayatlarımız nasıl olurdu, hiç düşündünüz mü?" sorusu ile sunduğu dizinin ilk başta Swarm’dan uyarlandığını düşünüp keyiflendim. O kadar çok benzer unsur vardı ki.

Denizdeki büyük bir gücün varlığını araştırırken, bunun, uygarlığın sonunu getirebileceği kaygısı ile duruma el koyan Amerika Birleşik Devletleri’nden, devre dışı bırakılan öfkeli araştırmacılara, denizin içindeki garip ve güçlü bir ışık yayan canlıdan, kıyılara vuran kalamarlara kadar, Swarm romanını çağrıştıran birçok unsuru diziye almışlar almasına ama... Tadı yok.

Kahramanlar sığ, diyaloglar sunta kıvamında ve en önemlisi, kitabın tüm fikirlerine oradan buradan değinilmesine rağmen, tek hücreli canlıların ortaklaşa bir akıl oluşturabilecekleri ve bu aklı yöneten ancak ne olduğu anlaşılamayan affedici bir güçlü ışığın, özellikle tek tanrılı dinlere inancı sarsabileceği kaygısı nedeniyle sanırım, denizde bir dişli canavar yaratmışlar. Magmada (cehennem) yaşayan, nükleer denizaltıları ısıran, balinaları tek lokmada yutan, boyu 60 metre olan bu deniz godzillasının mesajı şu: Güzel uygarlığımızı ancak cehennemden gelen bir canlı tehdit edebilir. Amerika’daki güçlü Hıristiyan uyanışı yansıtan bir mesaj...

Kahramanlarımızın mücadelesi ekranda sürüyor ama ben bu mücadeleyi izlemek istediğimden emin değilim. Bir de, Schatzing’in yerinde olsam, yapımcılar aleyhinde fikir hırsızlığı davası açarım.

Denizle bir şekilde ilgili olan sizler izleyin isterseniz; bakalım ne düşüneceksiniz.
Yazarın Tüm Yazıları