Bu ara bizim kısmet Antalya'dan açıldı... Bildiğiniz gibi bir süre önce ''Golf Sporu''na hizmet olsun diye bir iki gün Antalya'da kalıp golf oynamış, yazdığım yazıyla da sizleri bu güzide sporumuz konusunda epey aydınlatmıştım...Geçtiğimiz hafta sonunu ise, ''Altın Portakal Film Festivali'' nedeniyle Antalya'da geçirdim... Hem ödül törenini izledim, hem de yıllardır bir araya gelemediğim meslektaşlarımla bol bol hasret giderdim...Bu arada meslektaşlarım derken, yukarıdaki resimde görülen Türk Sineması'nın unutulmaz yıldızlarını kastettiğimi anlamış, bir zamanlar benim de sinemanın ünlü jönlerinden biri olduğumu hatırlamışsınızdır herhalde!..Hani metazori sokulduğum bir artist yarışmasını kazanmıştım da, bana ''Kanun Der ki!'' adlı bir filmde kanunun açıklarından yararlanarak başrol vermişlerdi...Sonra da filmin bir kavga sahnesinde, dövmem gereken dokuz kişi rejisöre gidip, ''Orhan Günşiray, Ayhan Işık falan olsa neyse ama, bizim bir namımız var; bu bacak kadar çocuktan dayak yemeyiz!..'' deyip sukoyvermişlerdi de, film yarıda kalma tehlikesi geçirmişti...Hatırlayacaksınız canım; hani bir at sahnesi vardı... Filmin jeneriği için çekilecek bu sahnede atı koşturup şaha kaldıracaktım, daha sonra bu görüntü üstünde perdede adım yazacaktı da, ben rejisöre, ''Rejisör bey, at tek başına şaha kalksa da, perdede yalnızca atın adı yazsa olmaz mı?..'' demiştim...İşte film o film... Yukarıdaki fotoğraftaki sevgili arkadaşlarım da benim bu ''az ama öz'' sinema yaşamım nedeniyle meslektaşım oluyorlar...* * *Örneğin resimde gördüğünüz Tanju Gürsu da Tamer Yiğit de benim gibi ''kapak yıldızı''dırlar...Tanju o zamanların ünlü ''Artist'' dergisinin, Tamer ise gene ünlü ''Ses'' dergisinin artist yarışmalarını kazanmışlardı... Ama ben ''Kapak Yıldızı'' olarak ikisinden de daha kıdemliyimdir... Örneğin, bugün koskoca ''Altın Portakal'' sahibi Tanju Gürsu bana hala ''Hocam!'' der...Kapak Yıldızı olduktan sonra Tanju da Tamer de Türk Sineması'nın gerçekten birer yıldızı oldular... Ama bu Kapak Yıldızlığı şahsen bana hiç yaramadı... Şöyle ağız tadıyla bir ''N'ayır, n'olamaz'' bile diyemeden sinema yaşamım sona erdi... Kapak yıldızlığının bana bir şey getirmemesinin bir nedeni de benim hayatta kapaktan yana şansım olmamasından kaynaklanmaktadır...Yaşamımda onca kapak kazımışımdır, beleş bir kola bile kazanamamışımdır...Yusuf Sezgin'le 25 yıl kadar önce Fenerbahçe'deki ''Altın Raket'' kulübünde kavga ederek tanıştık...Sonra nasıl oldu bilmiyorum... Yusuf'la kavga ederken birden ikimiz bir olduk, bizi ayıranları dövmeye başladık...Sevgili Yusuf, Antalya'da bunu bana anlattığında da çok güldük...Fotoğrafta sağ yanımda gördüğünüz dünyanın en yakışıklı adamı Göksel Arsoy inanın şu an bu unvanı hala hak edecek durumda... Ama şu ara çok moda olan ve insanı yüze yaptığı iğnelerle adeta ütülenmiş bir duruma getiren o ünlü Fransız Doktor Drey ile bir teşriki mesai durumu var mı bilmiyorum... Sevgili Göksel affetsin ama, insan ne de olsa şüpheleniyor birader...Kuzey Vargın benim gencecik günlerimdeki çılgın arkadaşımdı... Adı Kuzey'di ama, kuzeyden mi, güneyden mi nereden eseceği belli olmazdı... Gene de yakışıklı ama, o günler cilet gibiydi...Kuzey'le birlikte dolaşırken her an bir olay çıkma ihtimaline karşı peşimizde sürekli polisler de olduğundan, sanki hep tutukluymuşuz gibi bir manzara arzederdik...Ekrem Bora'yı başrollerinin yanı sıra, filmlerdeki kötü kalpli ikinci jön rollerinden tanırsınız... Ekrem Bora kadar yüreği iyi birinin, o kötü kalpli kişi rollerini onca başarıyla oynaması ise onun ne denli iyi bir oyuncu olduğunun göstergesidir...Selda Alkor, Türk Sineması'nın çok önemli bir oyuncusuydu... O ünlü ''Kartallar Yüksek Uçar'' adlı televizyon dizisindeki çiftlik çabuk sahibi ''Hanımağa'' rolüyle, dizideki kartal kadar yükseklere çıktı...Daha sonra memlekette çiftlikler birtakım başka ''Hanımağa''ların eline geçti... Gerçek ''hanım''lık da ''ağa''lık da bitti...Sinemanın ünlü vampı Suzan Avcı'nın avı olmak için hepimiz neler vermezdik o yıllar...Ve koca çınar Fikret Hakan... Fikret, sinemaya, tiyatroya gerçekten yaşamını verdi... Çok başarılı roller oynadı... Ödüller aldı... Öyküler, şiirler yazdı... Hep sanatın içinde oldu... Koskoca Fikret Hakan oldu ama, neylersin ki bir B. Hakan olamadı... Bu da kader işte!..İşte yukarıda birlikte resmimizi gördüğünüz sevgili dostlar...Ha bu arada şunu da söyleyeyim... Türk Sineması'nın bu emektar yıldızlarını bugüne dek benden başka hiç kimse, hiçbir yapımcı bir araya getiremedi... Zaten getirse köşeyi dönerdi.Bu sevgili dostlarım, eski meslektaşları olmam nedeniyle sırf benim hatırım için böyle aynı film karesine girdiler...Kendi aralarında birbirlerine gırgırına ''Dinozor'' diyorlar... Daha doğrusu, yeni kuşak onlara öyle diyormuş...Ama Ayhan Işık'lar, Belgin Doruk'lar, Filiz Akın'lar, Cüneyt Arkın'lar, Erol Taş'lar ve yüzlercesi, onların sinemaya katkıları, Türk Sineması'nı yıllarca ayakta tutmaları, seyirciyle sinema arasındaki ilişkiyi kurmaları yadsınabilir mi?.. Onlarsız Türk Sineması olabilir miydi?..Bence, ''N'olamazzdı!..''FESTİVALAntalya'nın nemi bana müthiş dokunuyor... Bu nem ve rutubet nedeniyle tabii toprak da inanılmaz verimli... Bu verimlilik nedeniyle insanın bile suratında bazen patates yumruları çıkıyor, saçlarının arasında resmen taze soğan yeşeriyor...Antalya'da film izleyebilme durumları ve ödül gecesi dışında her şey gerçekten mükemmeldi...Ben Altın Portakal'ı kazanan ''Hamam'' filmini görebilmek için defalarca bayağı mücadele ettim... Fakat organizasyon bozukluğu nedeniyle bir türlü sinemalara girip ''Hamam''ı göremedim... Sonunda boşverip otelin hamamına gittem...Bu arada Türk futbolunu kurtaracağı söylenen ''Havuz Sistemi''nin, Antalya'da Türk Sineması adına uygulanmasına da şahit oldum... Zira festivale davetli neredeyse tüm oyuncular, panel manel her şeyi boşlayıp sabahtan akşama dek günlerini oteldeki havuza girerek geçirdiler...Antalya'da genç, pırıl pırıl sinemacılar, oyuncular tanıdım... İzlediğim filmler sonrası, sinemamız adına gerçekten umutlandım... Ödüllerin çoğunu da zaten bu genç sinemacılar aldılar...Yarışma ödüllerinin dağıtıldığı ''Ödül Gecesi'' ise festivalin de festivaliydi...Ödül alan kişilerin çoğu orada bulunmadığından, ödüller güya onları temsil eden bambaşka kişilere verildi... Kısa sinema geçmişime karşın biraz uyanık olsam, o gece oradan bir ödül de ben kapabilirdim...Bu arada sağolsun töreni sunan Tarık Tarcan öyle gaflar yaptı ki, ödül alan sanatçılar, Altın Portakal yerine ''Oscar'' ödülü sahibi bile olabilirlerdi!..Ödül gecesi sonrası otelde, biraz da Tanju Gürsu'nun en iyi erkek oyuncu ödülünü alması nedeniyle, Cüneyt Arkın'la, Taksi programlarından tanıdığımız genç oyuncu Güven Kıraç arasında ufak bir kavga çıktı...Cüneyt Arkın, daha sonra bu kavganın aralarındaki kuşak farkı nedeniyle çıktığını açıkladı...Zira, Cüneyt en yüksek derece tekvando karakuşak sahibiydi... Güven'de ise henüz kuşak muşak yoktu!..Tanju Gürsu'nun en iyi erkek oyuncu seçilmesine, özellikle de genç sinemacı arkadaşlar itirazda bulundular... Gerekçe olarak da filmde Tanju'yu başkasının konuştuğunu gösterdiler...Yahu sevgili arkadaşlar... Biraz insaf edin!..Bu memlekette kendi sesi, kendi ağzıyla konuşan, kaç tane adam kaldı ki?.. Asıl ödülleri toplayan, malı götüren hep bu iktidarların, şunun, bunun ağzı ve sesiyle konuşanlar değil mi?..Siz Tanju'yu bırakın, asıl onlara bakın!..