Selami benim çok eski bir arkadaşımdır... Yıllar önce İzmir'e yerleştiğinden, epeydir görmüyordum...Geçtiğimiz hafta bir gün gazetedeki danışmadan aradılar... Bir ziyaretçim olduğunu, arkadaşım Selami beyin beni görmek istediğini söylediler...Önce çıkaramadım... Ama Selami telefonu danışmadaki arkadaşın elinden alıp, ‘‘Oğlum ben Selami... Sana sürpriz yaptım...’’ deyince bizim Selami olduğunu anladım... Çok da sevindim... Görevli arkadaşlara kendisini beklediğimi söyledim...Söyledim ama, sonra kafama dank etti...‘‘Eyvah!.. Lan ne yapacağız şimdi?..’’ diye yerimden fırladım...O sırada bizim Kelebek'in sayfa sekreterlerinden Alpaslan'la benim TV sayfasını çalışıyor, yazıları, resimleri, karikatürleri falan yerleştiriyorduk...Benim yerimden ok gibi fırlayıp masanın üstünü toparlamaya çalıştığımı gören Alpaslan:‘‘Hayrola abi, bir şey mi oldu?..’’ dedi.‘‘Daha ne olsun ki?.. Selami geliyor... Eski bir arkadaşım... Hem sen şimdi soru sormayı bırak da yardım et, şu öteberiyi toplayalım!..’’Bizim cahil genç, saf Alpaslan;‘‘Abi, insanın arkadaşının ziyarete gelmesiyle ne olur ki?.. Altı üstü bir kahve ya da çay içer...’’ diyorken de Selami daldı içeri...Sarıldık, öpüştük... Tam bir iki kelime ediyorduk ki, birden gözünü masanın üzerindeki öteberiye dikti ve, ‘‘Bana bak, senin düşünceli bir halin var’’ dedi...‘‘Yok valla bir şey... Alp'le bir eksiğimiz gediğimiz var mı diye benim sayfaya bakıyorduk...’’‘‘Eee, tabii seninki de zor birader... Her şeyi izleyeceksin, düşüneceksin, onca espriyi bulacaksın, yazacaksın, çizeceksin...’’Ben başıma geleceği ufak ufak anlamaya başladığımdan, ‘‘Yok yok, benim işim hiç öyle sandığın gibi zor falan değil... Valla toplasan günde iki dakika bile sürmüyor... Hele espri kısmı tam çocuk oyuncağı... Denizde kum, bende espri... Bazen bir oturuşta altıyüz tane espri buluyorum, kara kara şimdi bunca espriyi ne yapacağım diye düşünüyorum.’’Ama ben tüm bunları haybeye söylüyordum... Selami, ‘‘Bunlarla sayfa olmaz... Bak şimdi ben sana bir sayfa yapacağım, bugüne dek bakalım böylesi görülmüş mü?.. Arkadaş dediğin böyle günde belli olur...’’ diye masanın üzerindeki malzemelere dalmıştı bile... Bu arada ceketi falan da çıkarmıştı...Ondan sonra başladık Selami ile boğuşmaya...Ben elindeki malzemeleri kurtarmaya çalışıyor, o ise, ‘‘Bunları boşver, bunlar yaramaz... Şimdi sayfanın kralını yapacağım sana...’’ diyordu...Bu arada Alpaslan, Selami'nin elinden kurtarabildiğimiz malzemeyi kapıp tüymüştü...Sonunda ben de sanki sayfayı onun dedikleriyle yapacakmışım falan gibi bir havaya girdim... Bir süre sonra da Selami'yi güç bela başımdan savıp, yolcu ettim...Giderken, ‘‘Bu sayfa çıktığında gelecek telefon ve faksları göreceksin... Bakalım tarih böyle bir şey yazmış mı?..’’ dedi.***Hayatta, her şeye yeteneği olduğuna, her şeyi en iyi bildiğine, üstelik yaptığına inanan ‘‘Sen neymişsin be abi?..’’ler vardır... İşte Selami onlardan biri, bu tip kişilerin belki de ağababasıdır...Ben Selami'yi yıllar önce bizim berber Mehmet'in dükkanında tanımıştım...Saçıma başıma en düşkün olduğum yıllardı... Mehmet'e traş olmak için otobüslere binip ta Ankara'lardan geliyordum...Bir gün oturmuş traş oluyordum... Birden yan koltuktan biri seslenmişti Mehmet'e:‘‘Arkadaşın yüzü yuvarlakça... Onun için yanları biraz fazla al... Üst taraf kabarık kalsın... Enseyi de iyice incelt... Ona en iyi böyle gider...’’Öyle bilgece konuşuyordu ki; bayağı etkilenmiştim, ses edemedim...Traştan sonra sokağa çıktığımda ise her gören, ‘‘Bu eşek traşını nerede oldun?’’, ‘‘Kim kırptı lan seni böyle?..’’ diye benle dalga geçmişti.Berberdeki tanışıklığımızı sürdürmüş daha sonra arkadaş olmuştuk Selami ile... Dahası ikimiz de evlendikten sonra bir süre aynı sokakta bile oturduk...Dedim ya, her şeyden anlardı Selami... Ya da anladığını sanırdı... Ama en tehlikeli yanı, herkesin yardımına koşmasıydı...Örneğin yolda kalmış bir araba görürdü... İki eli kanda olsa, hemen arabasını durdurur, ceketi fora edip arızalı arabanın başına çökerdi...‘‘Geçmiş olsun... Nesi var arabanın?..’’‘‘Sağolun önemli bir şey değil... Marş basmadı ama, hep yapar... Bir iki dakika bekleyip bir daha basarsam alacak...’’Ama işin peşini bırakmazdı Selami:‘‘Yoo bu iş sizin zannettiğiniz gibi öyle basit, marş işi değil... Şimdi sen şöyle çekilde ben önce şu karbüratörü bir sökeyim... Karbüratörde bir şey yoksa, motoru daha sonra indiririz...’’Sonra da başlardı adamın arabasında sökülecek ne varsa sökmeye... Motoru, şanzımanı dağıttıktan sonra da işin içinden çıkamayıp adama, ‘‘Yok azizim, olmuyor... Bu araba iyice dağılmış, sen bunu bir toplattır...’’ derdi.***Evde atan sigortayı onarayım derken, nasıl beceriyorsa tüm semti iki gün elektriksiz bırakması olağan işlerdendi...Giyimine de çok düşkündü... Hazır elbiseyi sırtına komaz, elbiselerini ısmarlama yaptırır, Parmakkapı'daki terzi Hakkı'ya diktirirdi...Ama terzinin işine de karışmadan duramadığından, daima bir paçası uzun, bir paçası kısa, ya da bir kolu dizboyu, diğer kolu japone kol gib ikısa gezerdi...Ben bu Selami ile yakın olduğum arkadaşlık yıllarımda ne istediğim yemeği yiyebildim... Ne de dilediğim filmi görebildim... Oysa bayağı inisiyatif sahibiyimdir ve kolay kolay da etkilenmem... Ama bu, af buyurun zepevenk, beni de etkiliyordu...Kafasına estiğinde Başbakan'a, bakanlara, belediye başkanlarına telefon eder, onlara ulaşmaya akıl vermeye çalışırdı... O gün anlattığına göre, halen de öyleymiş...(Ama memleketin gidişatına bakılırsa, bizim Selami onlara bir türlü ulaşamıyor galiba!.. Zira burada dalga geçiyoruz ama, bizim Selami'nin fikirleri bu politikacı takımından evvelallah her zaman daha geçerlidir...)Selami'nin sağlık konularında da engin bilgisi vardı...Bir tarihte karısı böbrek taşı ameliyatı olacaktı... Ameliyatı da Selami'nin sigorta hastanesindeki teyzeoğlu yapacaktı... Hatır işi, sırtına bir önlük geçirip ameliyata Selami de girdi... Böbrek taşı yerine az kalsın karısının dalağını aldırıyordu... Yahu hangi birini anlatayım ki?..Bir gün sisli bir havada kaptan köşküne kaptana yardıma çıkmış, vapuru Kadıköy yerine Hayırsızada'ya yanaştırmıştı...Ama Selami'nin benim için en kral olayı, sopa yediği o nikah olayıdır...Yakın bir arkadaşımız evleniyordu... Hep birlikte kalktık, nikaha gittik... Tam nikah kıyıldı... Yanımızda oturan Selami birden yerinden fırladı... Nikah masasına koştu... Ve gelinin ayağına bastı... Selami biraz irice olduğundan, gelin bir avaza bağırmaya, acıyla kıvranmaya başladı...Gelinin ağabeyleri ve akrabaları, Selami'ye bir giriştiler... Ağız burun dümdüz, Selami'yi ellerinden zor aldık...‘‘Bizim oğlan akıl edip gelinin ayağına basamaz, onun yerine önce davranayım dedim...’’ dedi Selami...Sonra ben Selami'yi uzun süre göremedim...Derken çoluk çocuk, dahası üst kattaki kiracılar, topluca uzun süre hastanede yattıklarını öğrendim...Benim de bildiğim, Pendik'te babadan kalma bir arsası vardı... Oraya ev yapmaya karar vermiş... Fakat ev yapılırken, her bir şeye karıştığından haftasına kalmadan ev başlarına çökmüş...***O gün Selami'yi savdığımdan yarım saat sonra işimi bitirip çıkmak üzere aşağı indim...Selami'yi hala bizim Danışma'daki arkadaşlarla konuşurken görünce, beynimden vurulmuşa döndüm.Bana ‘‘Sen git, benim burada biraz daha işim var’’ dedi... ‘‘Ertuğrul Özkök'le görüşüp ona sizin gazeteyle ilgili projelerimi anlatacağım... Göreceksin Hürriyet rakiplerini ikiye katlayacak...’’