Paylaş
Uğur Dündar geçen geceki ‘‘Arena’’ programında, Şişli Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk'ün memleketi nasıl soyup soğana çevirdiğini bir kez daha ekranlara getirdi...
Bu hatunun şu anki soyadı Aslıtürk, ama gerçekte aslının ne olduğu hayli karışık...
Arena'da Uğur para tırtıklamada Gülay'ın tetikçiliğini yapan birtakım adamları kovaladı, programda birtakım kişilerin adlarını açıkladı... Yetkililer, ilgililer Uğur'un girdiği o yerlere neden girmez, o adamların yakalarına neden yapışmaz anlaşılır gibi değil...
Hakkında tutuklama kararı çıkan Gülay Hanım durumu tehlikeli görmüş, postu serdiği İngiltere'den tası toprağı toplayıp kapağı Amerika'ya atmış... Tabi, Tansu ablasından biliyor... Arkanı Amerika'ya verdin mi gerisini merak etme sen...
Önceki hafta bizim Hürriyet Pazar'da yazmıştım... Bunlar değil Amerika'ya vurgunu yapıp Uzay'a da giderler...
Bu arada gerçekten baştacımız olan kadınlarımızla da hafiften dertleşmek istiyorum...
İş yaşamımızdaki başarılı tüm kadınlarımızı, genç kızlarımı gözlerinden öpüyorum... Tamam da...
Ülkenin çok önemli iki yerine iki kadın getirdik, ikisi de ortalığı talan etti... Peki bu ne iş?..
A TAKIMI
Savaş Ay'ın ‘‘A Takımı’’nın geçen geceki konuğu bir para olayı nedeniyle hapse giren ve cezasını tamamlayıp cezaevinden çıkan rock şarkıcısı Haluk Levent'ti... Önce Haluk Levent'e geçmiş olsun diyorum... N'apalım, hayatta olur böyle şeyler...
Savaş Ay'ın Haluk'u daha cezaevinden çıktığı günün gecesi programına çıkarma nedeni, sanırım Haluk'un çek işinden hapse düşmüş yanı değil, dinleyenlerinin özlediği müzikçi yanıydı...
Zaten bu memlekette ‘‘çek, senet’’ işinden televizyona adam çıkarmaya kalksan, ‘‘A Takımı’’ değil, televizyonların tüm programları yetmez...
Bu arada programa telefonla katılanlar, fax gönderenler oldu... Kimi Haluk'un özgürlüğüne kavuşmasından duyduğu sevinci belirtti... Kimi de hem Haluk'u hem de onu programına çıkaran Savaş'ı kınadı... Hele bu konuda Savaş, programa telefonla katılan bir öğretmenle bayağı cebelleşti...
Benim derdim sevgili Savaş'ın programına kimi, ne zaman çağırdığı değil... Bugün Haluk'u çağırır, yarın bakarsınız hapisten çıkmış bir yazar çizeri konuk eder...
Benim kafamın takıldığı, programın diğer yanıydı...
Programda birden bir Prestij Müzik havası esmeye, bu müzik şirketinin lafı dolanmaya başladı...
Hatta Savaş, ekranda gördüğümüz, programın başından beri orada oturan türkücü çocuk Onur'un aslında orada bu Prestij Müzik'i temsil ettiğini söyledi... O da yetmiyormuş gibi, ‘‘Bakın daha bu Prestij'den burada kimler var?..’’ deyip sahneye patron, şarkıcı, birilerini daha getirdi...
Zaten hemen arkadan da o müzik şirketinin asıl sahibi Mahsun Kırmızıgül, kendisine ayrılmış özel hattan girdi telefona... Ve bir garip ‘‘Prestij’’ muhabbeti başladı...
Şimdi çok belli ki, bu Haluk Levent arkadaş ayağının cezaevi tozuyla bir kaset yapacak ve bu kaseti de sözünü ettiğimiz müzik şirketi çıkaracak... Haluk Levent belki de o şirketin anlaşmalı elemanı... Onu bilemem...
Ama benim sözüm Savaş'a...
Yahu Savaş, kör kör gözüm parmağına böylesine açık bir ticari muhabbetin, sözümona duygusal birtakım lafların döktürüldüğü böyle bir reklamın senin programında ne işi var ki?..
Prestij Müzik'i, şarkıcısı, türkücüsü her zaman kurtaracaklar çıkar...
Ama bizim ‘‘prestij’’ bir gitti mi, gitti gider, inan ki hiç kimse de kurtarmak için kılını kıpırdatmaz!.. Hani söyleyeyim dedim...
ERMAN HOCA
Ben aslında hakemlerin maçlarda yaptıkları değerlendirme hatalarının televizyonlarda eleştirilmesine pek sıcak bakmıyorum...
Hele bir hakemin bir saniyede karar vermek durumunda olduğu bir pozisyonu ekranlarda ‘‘Yönetmenimizden bir daha rica edelim...’’ ya da ‘‘Bir de pilot kameradan amuda kalkarak izleyelim Uğur'cuğum...’’ yöntemiyle eleştirilmesini hakça bulmuyorum...
Televizyonlarda bu hakem eleştirisi olayını ‘‘Kale Arkası’’ programıyla Erman Toroğlu başlattı...
Erman'ın o programları, zaman zaman resmen adaletin tartışıldığı ilginç programlardı... ‘‘Kale Arkası’’nın bir özelliği de, hepimize bir yandan futbol kanallarını öğretmesiydi...
Sonra o program bitti... Erman mesaiyi başka programlarda sürdürmeye başladı... Ama Erman'ın tarzı ve tavrı da değişti... Toroğlu, incesine kalınına bakmadan hakemleri satırlamaya, onların o bir saniyede verdikleri kararları Akmerkez'de film izler gibi saatlerce izleyip alayını ince kıyım doğramaya başladı...
Ama Erman Toroğlu geçtiğimiz pazar günkü ‘‘Maraton’’da eski Erman Hoca gibiydi...
Önce yılların spor yazarları dahil hepimize, Galatasaray-Altay maçındaki frikik pozisyonu nedeniyle bir ‘‘baraj’’ kuralını öğretti... Ve böylece Altaylı Serdar'ın nasıl haybeye kırmızı kart görüp oyun dışı kaldığı ortaya çıktı...
Cümlenin başında ‘‘yılların spor yazarlarının’’ da bu kuralı bilmediklerinden söz ettim... Zira hakemin bu büyük kural hatasını ertesi gün bir ikisi hariç hiçbir spor yazarı yazmadı... Bizim Turgay'ın dışında hele de ‘‘Galatasaray yazarı’’ arkadaşlar yanından bile geçmedi...
Hele Filipescu'nun ‘‘dağları delen Ferhat’’ gibi Altay barajını delip duman ederek Hagi'ye attırdığı golü gene Erman gündeme getirdi... Galatasaraylı yazar arkadaşlardan gene tıs yok...
Ben şimdi en çok Erman Hoca'ya, ‘‘Eyyam Hoca’’ diyen sevgili Hıncal'ın bu pozisyonlara ne diyeceğini merak ediyorum... Bakalım Erman'ın hakkını teslim edecek mi?..
Yahu sakın ola yanlış anlaşılmasın... Galatasaray'ın galibiyetine toz kondurmaya kalkmıyorum... Zaten ‘‘6-1’’lik bir sonucun da davası olmaz...
Ben yazıyı Erman Toroğlu açısından yazdım... Uzun zamandan beri ilk kez polis hafiyesi değil, eski ‘‘Kale Arkası’’ günlerinin Erman Hoca'sı gibiydi...
Paylaş