Geçen gece ‘‘Beyoğlu'nu Güzelleştirme Derneği’’nin Çiçek Pasajı'nda düzenlediği geceye gittim...Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği, halen başkan olan Vitali Hakko öncülüğünde kurulmuş bir dernek...Bay Vitali bildiğiniz gibi Vakko'nun sahibi... Vakko, temiz, bakımlı görünümüyle, Beyoğlu'nun o köhnemiş, eprimiş halini sanki perdelemek, örtmek ister gibi o eski yerinde aynı heybetiyle duruyor...‘‘Beyoğlu'nu Güzelleştirme Derneği’’nin amacı, Beyoğlu'nu ‘‘Lahmacun Cumhuriyeti’’ görünümünden kurtarıp, olabildiğince çekidüzen vermek, dahası bir kültür beldesi haline dönüştürmek...Derneğin üyeleri arasında birçok işadamı, sosyetemizin ünlü hanımları var... Ben düzenlenen geceye, epeydir gitmediğim Beyoğlu'nda biraz turlamak için erken gittim... Beyoğlu'nda dolanmaya, sokaklarına girip çıkmaya başladıktan sonra da buranın Beyoğlu değil, artık başka birilerinin oğlu olduğuna karar verdim...Eskiden Beyoğlu'nda gezilirdi... Şimdi insanlar Beyoğlu'ndan sanki geçiyorlar!Çok sevdiğim, bende çok anısı olan eski Yeni Melek Sineması sokağına girdim... Akşamın daha o saatinde yerde, o daracık sokağa enlemesine uzanmış zilzurna biri yatıyordu... Kenardan, ayak ucundan dolanacak gibi oldum...‘‘Atlasana üstümden!.. Biz burada niye yatıyoruz lan!..’’ diye bağırdı. Bir maraza çıkmasın diye herifin üstünden atlayıp yürümeyi sürdürdüm...Mc Donald's'lar, bir alay burgerler etrafımızı sarmadan önce, Yeni Melek Sineması'nın hemen karşı köşesinde, dünyanın en leziz hamburgerlerini yediğimiz ‘‘Yuva’’ adlı bir dükkan vardı... Onun önüne geldim.Ama Yuva'nın da yuvası çoktan yapılmış!.. Bir yandan bizim de yuvamızı yapmaya çalışan sarıklı, sakallı takımı burada pilav döner ticaretine başlamış...Ben öyle, ‘‘Ahh lan, nerede o eski enginarlar!’’ diye salya sümük ağlayanlardan değilimdir... Yenisi daha güzelse, keyfini çıkarmaya bakarım... Ama aksini savunanlar da olsa, benim için Beyoğlu'nda eskisinden daha güzel pek bir şey yok...Biraz daha dolandım... Sonra gecenin düzenlendiği, bir zamanlar dünyanın en güzel meyhanelerinin bulunduğu ‘‘Pasaj’’a gittim...Çiçek Pasajı, artık bildiğimiz o eski Pasaj değil... Üzerinde yenip içilen o güzelim fıçılar, mermer masalar kalkmış, onların yerine 8 yıllık eğitim nedeniyle olacak, mektep sırası gibi sıralar konmuş...Gece'de, birçok ünlü işadamımız, Türkan Şoray'dan Erol Evgin'e, Mustafa Sandal'dan Gönül Yazar'a, Halit Kıvanç'a, sinema, müzik ve televizyon dünyasının ünlüleri, sosyetenin birbirinden şık hanımları vardı...Mustafa iki şarkı söyledi... Altıncı kocasından boşanıp ayağının tozuyla geceye gelen Gönül Yazar mini konserini verirken gözleriyle çaktırmadan yedinci kocayı aradı vs.Beyoğlu'nu güzelleştirmeye ne kadar katkımız oldu bilmiyorum ama, o gece kafayı çektik, gerçekten eğlendik... İşin şakası bir yana, Beyoğlu'nu güzelleştirebilmek, Beyoğlu'na bir şeyler verebilmek adına gerçekten maddi, manevi özverilerde bulunduklarını bildiğim ‘‘Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği’’ne naçizane bir iki önerim var...Bence, Beyoğlu böyle açıktan, üst düzeyde sahiplenmekle değil, Beyoğlu'nda oturanı, esnafı, barda çalışan kadını vs.'nin de katkılarıyla, onların da sorumluluk altına sokulmalarıyla güzelleşir. Beyoğlu'nu gizli gizli güzelleştirmek gerçekten olası değil...Bunun için de yapılacak şey, yılda bir gün yapılan ‘‘Pasaj Gecesi’’ni çeşitli etkinliklerle tüm Beyoğlu'na yayılacak belki bir hafta sürecek bir ‘‘Beyoğlu Şenliği’’ne dönüştürmek, Beyoğlu'nda yaşayan herkesi bu şenlikte görevlendirmektir...Bu arada o gece aklım bir şeye daha takıldı... Geceye katılan Beyoğlu’nu Güzelleştirme Derneği üyesi hanımlar, o kadar şık, güzel ve bakımlı idiler ki, kendilerini güzelleştirmekten vakit bulup Beyoğlu'nu nasıl güzelleştirecekler ona aklım ermedi...YAŞASIN TİYATRO!..Geçtiğimiz haftanın önemli bir olayı da Tiyatro sezonunun açılmasıydı...Özel tiyatrolar tiyatrolarını, ekonomik güçlükler nedeniyle biraz ‘‘Açmaam, aaçaamaam!’’ şarkısıyla açarlarken, İstanbul Şehir Tiyatroları da perdelerini çeşitli tiyatrolarda oynadığı 19 oyunla açtı...Şehir Tiyatroları denince, benim aklıma hep, bizim Üsküdarlı Pehlivan Remzi'nin tiyatro hikayesi gelir... Size şimdi onu anlatacağım... Zaten anlatmazsam da çatlarım...Pehlivan Remzi, Üsküdar'da deniz kıyısında, kendi eliyle yaptığı küçücük tahta bir kulübede yaşardı...Lakabının Pehlivan olmasına karşın, hayatta kendisini güreşirken gören olmamıştı... Ama o bize hep şampiyonluklarından söz eder, ballandıra ballandıra pehlivanlık hikayelerini anlatırdı... Cahil ama müthiş espri yeteneği olan gırgır biriydi Remzi...Geçimini sandal boyamak, evlere boya badanaya gitmekle sağlardı.Bu olayı bana bizzat Remzi'nin kendisi anlattı...Bizim Üsküdar'da bir Sunar Sineması vardı. İşte bir tarihte Sunar Sineması'na şehir tiyatrosu gelmiş. Gerçi epey bir zamandır Üsküdar'da şehir tiyatrosu var ama, o zamanlar yoktu tabii. Şehir tiyatrosu, İstanbul'un çeşitli yerlerine turnelere çıkar, temsiller verirdi.Tiyatro galiba Shakespeare'den bir oyun oynuyormuş. Remzi'nin de ‘‘Köfte’’ lakaplı bir arkadaşı var. Sunar Sineması'na tiyatro geldiğini duyan Köfte, tutturmuş Remzi'ye ‘‘İlle de tiyatroya gidelim’’ diye.Ve o gece kalkıp gitmişler tiyatroya. Tabii öyle bilet almak falan yok. Sinemanın müdürü ve sahibi, Pehlivan Remzi'yi tanıyor ve seviyorlar... Çok kere Remzi sinemanın bazı ufak tefek boya işlerini yapıyor, masraf dışında beş kuruş da para almıyormuş.Remzi ile Köfte'ye hem de en ön sıradan birer numara vermişler. Bizimkiler de gidip yerlerine oturmuşlar. Derken, oyun başlamış. Bu arada şunu da belirtelim: Remzi hayatında ilk kez tiyatroya gidiyor. Oyun gayet ağır tempolu bir oyun. Remzi sıkıldıkça sıkılmış, 10 dakika, 20 dakika, yarım saat derken, sıkıntıdan patlayacak duruma gelmiş. Tam Köfte'ye ‘‘Hadi kalk çıkalım’’ diyecek... Birden gözü sahnede bir şeye takılmış.Sahnede oyun gereği kraliçeye yemek getiriyorlar. Yemek de tavuk. Remzi birden ayağa fırlamış. Kraliçeye tavuğu getiren saray hizmetkarına seslenmiş:‘‘Hey baksana, bir dakika hemşerim... O getirdiğin sahici tavuk mu?’’Sahnedekiler ne olduklarını anlayamışlar... Ama, gene de bozuntuya vermeyip oyunu sürdürmüşler.‘‘Yuh be yuh! Ayıp... Utanmıyor musunuz milleti kazıklamaya! O tavuk hakiki tavuk değil, sahte!..’’Sonra da geriye seyircilere doğru dönmüş...‘‘Paraları geri isteyin... Sizi kandırıyorlar’’ diye bağırmaya başlamış.Derken ortalık karışmış. Oyun durmuş. Vezirlerden biri (Tabii oyundaki vezirlerden) Remzi'ye doğru yürümüş:‘‘Rica ederim kardeşim susun’’ demiş, ‘‘Yoksa sizi dışarı attırırım.’’‘‘Kim, sen mi beni dışarı attıracaksın?’’Ortalık daha da bir karışmış. Sinema görevlileri koşmuşlar. Rica, minnet, Remzi'yi dışarı çıkması için ikna etmişler. Remzi ve Köfte kalkmışlar, dışarı çıkarken Remzi gene sahneye dönüp sahnedekilere seslenmiş:‘‘Yarın akşam gene geleceğim... Millete gene sahte tavuk yutturmaya kalkın, o zaman görürsünüz’’ demiş. Ve ertesi gece Pehlivan Remzi ile Köfte gene gelmişler. Uslu durmaları konusunda kendilerinden söz alıp, yine içeri buyur etmişler bizimkileri.Oyun başlamış... Tavuk sahnesi gelmiş... Remzi kalkmış, bu defa tavuk, gerçek tavuk... Hem de nar gibi kızarmış.‘‘Yarın gece geleceğim dedim ya... Korktular. Lokantadan gerçek tavuk getirtmişler.’’ demiş Remzi.Derken bu defa da başka bir şeye takılmış Remzi'nin gözü. Masada şamdanlar var, şamdanlarda mum ışığı biçiminde ampuller yanıyor.Remzi narayı koyvermiş:‘‘Yuh be!.. O zamanlar elektrik var mıydı? Şuraya bak, milleti ne biçim kazıklıyorlar?’’Ve gene ortalık karışmış. Öylesine ki... Remzi bu defa işi biraz da fazla uzattığından oyun durmakla kalmamış. Sinemanın ışıkları bile yanmış. İlgililer Remzi ile Köfte'yi yine dışarı çıkarmışlar. Ama bu defa öyle rica ile filan değil, yaka paça...Remzi kargatulumba çıkarılırken sahnedekilere bağırmış:‘‘Yarın gece görüşürüz!’’Ve ertesi gece gelip çatmış