Sırlar sandığı kestane

Kestane yerken insanın aklına tulumbacılar, Yahudilik, korsanlar, çeyiz, seçimler ve Ziver Bey’in yardakçısı Hurşit gelir mi? Bakalım gelir miymiş…

Haberin Devamı

Sırlar sandığı kestane

Kendin pişir, kendin fotoğrafla. İşte benim ilk kestane kebabım.

Malum, kışın aklımıza gelen şeylerin belki de başındadır kestane. Biz de ailecek çok severiz. Yanlış bir şey yapıp ziyan etmekten çekindiğimiz için hep haşlayarak yapardık evde, oysa biz de çok iyi biliyoruz ki yanlış yaparak doğrusu öğrenilir her şeyin. Yanlış yapmaktan korkarsan, hiçbir şey yapamazsın. İşin kolayına kaçıp bugüne kadar asıl en çok sevdiğimizi, kebabını yapmamıştık. Geçenlerde bu işi üstlendim, şeytanın bacağını çatırt diye kırdım ve hayatımın ilk kestane kebabı denemesine giriştim. Pek güzel oldu, ikincisi daha güzel olacak.
Kestane öyle bir şey ki, birkaç anahtar sözcüğü biliyorsak, onu yerken aklımıza Yahudiliğin, İstanbul’un tulumbacılarının, seçimlerin ve hatta 40 yıllık keyifli bir Türk filminin gelmesi an meselesi. Bir tek kestaneyi çiğnerken bunların hepsini düşünüp mutlu olmak mümkün. Bu yazı, yaptığım ilk kestane kebabının ilk lokmasını yerken aklımdan geçenlerin, sözcüklere dökülmüş halidir.

Haberin Devamı

SANDIKTAKİ YEMİŞ

Sırlar sandığı kestane

Klasik ev tipi sandık. Tarihe karışıyorlar artık.

Bütün düşünceler, kestanenin İngilizcesini bildiğim için üşüştü zihnime: “Chestnut” Bizim kestanenin “kest” kısmı ile chestnut’un “chest” kısmı, ne kadar da benziyordu değil mi? Evet evet, hatta benzemiyor, tamamen aynı. Hatta hemen ardından rahmetli anneannemin sandığı geldi aklıma. Çünkü chestnut’un “chest”i, aynı zamanda İngilizcede “sandık” demek. Anneannemin sandığı ceviz ağacındandı. Ceviz de malum, sandığın âlâsıdır hani, açmak için kırman gerekir. Kestane, yemişler diyarının sandığıysa, ceviz de kasası olmalı. (Nut ise kabuklu yemişlerin genel adıdır. Fındık, fıstık vs.)

BENZER OBJELER TABİİ

Sandık deyince ilk aklıma gelen şeylerden biri, kuşkusuz yazıya geçirilmiş insanlık tarihinin bilinen en eski ve gizemli sandığı, Hz. Musa’ya gönderilen 10 Emir’in saklandığı Ahit Sandığı’dır. Kitab-ı Mukadess’e göre Ahit Sandığı’nı ilk olarak Musa elleriyle yaptı. Ahşaptan, basit bir sandıktı. Tabii Yahudiler için büyük önemi haiz olduğundan, sonradan, daha farklı, kuşkusuz daha görkemli bir hale getirildi. Tasvirlerde, sırıklarla taşınan, üzerinde kartal kanatları bulunan, altınla pırıl pırıl parlayan bir sandık vardır. Nerede olduğu bilinmiyor bu sandığın. Kayıp. Indiana Jones serisinde de işlendiği gibi, pek çok insanın rüyalarını süsleyen kutsal bir nesnedir, bir gün biri bulacak olursa dünyanın en zengin ve ünlü insanlarından biri olacağı kesin. Ama acaba bulunabilecek bir şey mi, yoksa sembolik mi, bilmiyoruz.

Haberin Devamı

TULUMBACILARIN KÖŞKÜ

Sırlar sandığı kestane

19’uncu yüzyıl sonunda tulumbacılar

Sırlar sandığı kestane

Kaptan köşkü deyince, çocukluktan kalma bir duyguyla aklıma hemen İstanbul’un vapurları gelir.

Fakat, sizin de sayfadaki resimlerden göreceğiniz gibi, kutsal ahit Sandığı ile, bizim Osmanlı zamanındaki tulumbacıların taşıdığı sandık birbirine çok benziyor. Benzeyecek tabii, sırıklar ile taşınan iki sandık tipi birbirinden ne kadar farklı olabilir ki? Tulumbacılar, 1720’de İstanbul’da kurulan itfaiye teşkilatı. İsimleri, işte o sandığın içinde taşıdıkları tulumbadan geliyor. Kurucusu da Fransa’dan gelen David isimli bir mühendis. Müslüman olduğu ve Davud ismini aldığı söylenir. Tulumbacı teşkilatının, yangını kuleden izlemek zorunda olan nöbetçi görevlilerine “köşklü” denirmiş. Köşk, sandığımız gibi sadece “saray yavrusu, koskoca lüks konut” anlamına gelmiyor, aynı zamanda “kule” anlamına geliyor. Gemilerde yanlış olarak kullanılan “kaptan köşkü” tabirindeki köşk de “kaptanın oturduğu lüks yer” anlamında değil, “kaptanın bulunduğu kule” anlamındadır. (Doğrusu, köprüdür.) Köşk, dilimize Farsça’dan girmiştir.

Haberin Devamı

SANDIK SANDIKLAR İÇİNDE…

Bizim tulumbacılara atfedilen türküyü hepimiz biliriz. O türküde de bolca “sandık” sözcüğü geçer.
Yangın olur biz yangına gideriz
Düz ovada keklik gibi sekeriz
Yokuşlarda şahin gibi uçarız.

Sandık sandıklar içinde çok şanımız var
Hazreti Mevla’ya yalvarmamız var.

Beyoğlu’ndan kalktık sandık selamet
Galata’ya vardık koptu kıyamet
Hurşit Reis sandık sana emanet.

Sandık sandıklar içinde çok şanımız var
Hazreti Mevla’ya yalvarmamız var.

MAHALLE SANDIĞI

Sırlar sandığı kestane

Ahit Sandığı biblosu.  Foto Igor Rodrigues - Unsplash

Fakat şarkıda geçen “sandık”, ismini taşıdıkları tulumba sandığından alsa da başka bir şeye de dönüşmüş. Neredeyse tamamı ahşap evlerden oluşan İstanbul, sık sık ve çok acı şekilde yangınlarla kül olmaya başlayınca, “tulumbacı ocakları” yetememiş ve mahalle örgütleri kurulmaya başlamış. Çünkü şarkıdaki gibi Beyoğlu’ndan çıkıp Galata’ya varana kadar, ki kısa mesafedir, ahşap evlerin kül olması işten bile değildir. Hele mesafeyi biraz daha uzun düşünürsek, mahalle toptan gider! Bu nedenle mahalle örgütleri kurulmuş, mahallenin bıçkın delikanlılarından gönüllüler toplanmış ve oluşan bu mahalle örgütüne “mahalle sandığı” denmiş. Türküdeki sandık, o sandık.

Haberin Devamı

HURŞİT! ULAN HURŞİT!..

Fakat aynı türküde geçen Hurşit Reis’in kim olduğunu bilmiyoruz. Yine de, insanın aklına bir Hurşit geliyor doğrusu. Atıf Yılmaz’ın yönettiği, 1983 yapımı Şekerpare filminde, Şener Şen’in canlandırdığı Komiser Ziver’in yardakçısı Hurşit’i hatırlarsınız. Hani, usta oyuncu Şevket Altuğ’un canlandırdığı Hurşit. Ziver ona hiç kibar seslenmez: “Hurşit! Ulan Hurşit!..” Nihayetinde, Yavuz Turgul’un senaryosuna göre Komiser Ziver ile Hurşit de Galata’yı haraca kesmişlerdi ve filmin sonunda orada da bir kıyamet kopuyordu. Filmin başrolünde bir de diğer bir usta isim İlyas Salman vardır, onu da unutmayalım ama konumuzla ilgisi olmadığı için adı geçmedi. Güzel filmdir, arada bir izlemek iyi oluyor bence.
Sandık, içindeki şeyleri korur değil mi? Çeyiz sandıkları nesilden nesle geçer, hatta çoğunlukla içindekilerle birlikte. Artık pek kalmadı şehir hayatında ama yine de bence çok değerli şeyler. Antikacılarda da halen satılmaktalar. Eğer sizde varsa, kaldıysa, bence kıymetini bilin.

Haberin Devamı

DENİZİN SANDIKLARINA DA BAKALIM BİRAZ

Bu arada “chest”in ikinci bir anlamına da değinmek gerek. Sadece sandık değil aynı zamanda “göğüs kafesi” anlamına da gelir İngilizcede. Eh, onun da içinde hazine var ne de olsa: Kalbimiz! Karayip Korsanları serisinin bir bölümünün adıdır “Ölü Adamın Sandığı” ve içinde, ahtapot kafalı Davy Jones’un kalbi vardır. Yaşayanların kalbi de bu anlamda bir sandıkta saklanmış, bizim göğüs kafesi dediğimiz şeye, İngilizce konuşanlar “sandık” demişler. Kafes de güzel, sandık da.

GELECEKTEN DEĞERLİ HAZİNE Mİ VAR?

Sırlar sandığı kestane

Edward Hicks’in Nuh’un Gemisi (ark) resmi. 1846

Hazır denize doğru uzanmışken, bir noktanın altını çizmekte yarar görüyorum. Musa’nın On Emir’inin içinde bulunduğu Ahit sandığı’nın Batı’daki isminde sandık, “chest” olarak geçmez, “ark” ismiyle kullanılır. Ark sözcüğü de “tahta kutu”, “sandık” anlamlarına gelen bir terimdir ve şu tesadüfe bakın ki Nuh’un Gemisi için de Batı’da “ark” kullanılır. Gemi değildir o, sandıktır! Çünkü içinde, tufandan kurtarılan ve dünyanın geleceğini kuracak olanların numunelerini, yani çok değerli hazineleri barındırmaktadır! Aslında bütün gemiler birer sandıktır çünkü içlerinde can taşırlar ve bütün canlar o sandığa emanettir doğrusu. Eh bu anlamda bakılırsa, seçim sandığı da çok özel bir kutsiyete sahiptir, değil mi? İçinde oylar vardır ve toplumun geleceğini, yani bambaşka bir hazineyi taşır. Nuh’un Gemisi’nin geleceği barındırması gibidir neredeyse seçim sandığının işlevi. Toplumun geleceğini barındırır içinde. Vay be! Kestaneye bak sen!

SÖZCÜK ETİMOLOJİSİ

Efendim, kestane demiştik başta. Kestane sözcüğüne bakalım biraz, yazıyı bitirmeden. Yunancası Kastanon, Arapçası Kastanahu. Haliyle bütün Batı dillerinde bu köken mevcut. “Castana” derseniz, Avrupa’nın her yerinde anlarlar. (Ağacın Latince adı da castanea.) Fakat Doğu’da durum biraz değişik. Hindistan’ın batı sahili olan Gucerat’ta “Cestanata” deniyormuş ama Hintçesi Shahbaloot. Okunuşuyla şahbalut. Baloot, meşe demekmiş ve meşe, kayıngillerden bir ağaç. Tıpkı kestane ağacı gibi. Eh, meyvesi nefis olduğu için de meşelerin şahı demişler, şahbalut olmuş. İlginçtir Azerbaycan’da da ona “şabalıd” diyorlarmış. Bunu bir Azerbaycan Türkü’nden duymadım ama, internetin bilgisi. Azerbaycanlı bir dost bunun doğru olup olmadığını bana bildirirse çok mutlu olurum, ben de herkesle paylaşırım. Bu durumda sözcük doğudan mı batıya gitti yoksa tam tersi mi, bilemiyorum ama bendeniz, her şeyin kökeninin doğuda olduğuna inananlardanım, çünkü on yıllardır yaptığım çalışmalar bana hep bunu gösterdi, en azından böyle düşünmek için çok sebep var. Elbette tam tersinin söz konusu olduğu durum da pek çok ama şunu biliyorum ki bir konu ne kadar eskiye gidiyorsa, o kadar Doğululaşıyor. Batıdan doğuya gelen kavram ve terimler, nispeten son iki bin yıl içinde gelişenler. Anavatanı Akdeniz havzası ve Kafkaslar olan bir ağacın isminin nereden çıktığını bu durumda kestirmek gerçekten güç. Artık, herkes kendi tahminini yapar. Ya da hiç gerek yok bunu aramaya, neredense nereden… Kestaneyi keyifle yemek varken, böle şeylere kafa yormaya ne gerek var? Afiyet olsun efendim.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

YAĞIYOR, ÇOK ŞÜKÜR
Bereket, kuru kuru olmaz. Toprak suya doymalı ki verimliliği artsın, toprak verimli olsun ki sebze-meyve dalında olgunlaşabilsin. Her şey birbirine bağlı. Neyse ki bu hafta sonu da yağışlar bölgemizi terk etmiyor. Rüzgâr yıldız-poyraz düzeninde çok güçlü değil ama hava ve deniz gri görünecek, yapacak bir şey yok. Gelecek güzel günler için bu da güzel. Hava sıcaklığı bugünkü gibi. Geceleri sıfıra zaman zaman dokunuyoruz artık, gündüzleri de 10 derece dolaylarında gidip geliyor. Yani, bence güzel bir kış hafta sonu bu. Hem, unutmuyoruz değil mi? Hava ne kadar karanlık ve gri olursa olsun, Güneş bulutların üzerinde pırıl pırıl gülümseyerek bizi bekliyor. Sağlıkla kalın.

Yazarın Tüm Yazıları