Paylaş
Deniz kıyısında yaşayan tüm halklar gibi biz de zaman içinde denizle ilgili türküler yakmış, şarkılar söylemiş, şiirlerimize iyot kokusu serpmişiz. Ege türküleri çok meşhur ve popülerdir ama içlerinde nadiren gerçek anlamda deniz barındırırlar. Örneğin, “Uzun olur gemilerin direği, yanık olur âşıkların yüreği” sözlerini hepimiz biliriz. Burada denizle elbette doğrudan bağlantılı bir gemi var ama denizden söz etmektense, direğini yüreğe kafiye yapmak için kullanmışlar. Daha önce bu köşede ele aldığımız meşhur “Çökertme” türküsü elbette denizde yol alan Halil ve İbram Çavuş’u anlatır ama teması deniz değil, Halil ile Gülsüm’ün yürek burkan aşk macerasıdır. “Gemilerde Talim Var” türküsü İstanbulludur ve bolca iyot kokar ama işin özünde Bahriyeli Recep’in yokluğundan duyulan acı vardır. “Deniz dalgasız olur mu, yiğit yarsız olur mu? / Denize dalayım mı, bir balık çıkarayım mı?” derken, denizle girift hayatımızdan kareler vardır, sevindiricidir ama seslendiren (veya türküyü yakan) pek açılmaz, “şöyle şuralarda” dolanıverir.
GENÇ DENİZ VE TUFAN
Oysa Karadeniz türkülerinde daha fazlası vardır. Belki de Karadeniz’in bölge insanının hayatında daha fazla olmasındandır bu. Karadeniz’in türkülerinde bolca neşe vardır ama keder de vardır. “Deniz aldı sevduğumi” derken, ekmek parası için denize açılan ama bir daha geri gelmeyen, muhtemelen bir balıkçıya yakılan ağıttaki gözyaşlarını duyarız. Tam tersine, “Hamsi koydum tavaya da başladı oynamaya” diyen kemençe erbabı ise neşesini vurur tellere. Ah o hamsinin dili olsa oda konuşsa! Hayatın neredeyse temel taşıdır Karadeniz bölgemizde.
Karadeniz’in dillere destan neşesi, belki de denizin gençliğinden kaynaklanıyordur. Evet, Karadeniz gençtir. Türkiye’nin çevresini saran denizlerin en gencidir Karadeniz. En fazla 6 bin yaşındadır. Öncesinde, seviyesi çok daha aşağıda olan bir Tatlısu gölü idi ancak yaklaşık 6 bin yıl önce, son buzul çağı sona erdikten sonraki buzul erimeleri ile dünyanın her yerinde deniz seviyesi yükseldi. Bu yükseliş, Akdeniz’de de etkili oldu kuşkusuz ve Akdeniz, önce Çanakkale, ardından İstanbul boğazlarından Karadeniz çukuruna doğru korkunç bir debiyle akmaya başladı. Niagara’nın yaklaşık 200 katı bir büyüklükle hem de. (Elbette olayın geçmişi çok daha eski ve hiç de bu kadar basit değil ama çok kaba hattı böyle.) İşte Karadeniz böyle deniz oldu. Bu küresel doğal felaket de, yani dünyanın her yerinde deniz seviyesinin yükselmesi, suya yakın yaşayan tüm insan topluluklarının hafızasına kazındı. İşte o olaya bugün “Tufan” diyoruz.
(Konuya ilgi duyanların, William Ryan ve Walter Pitman tarafından yazılmış, ülkemizde Arkadaş Yayınevi’nin 2003 yılında ilk baskısını yaptığı “Nuh Tufanı” isimli kitabı okumalarını hararetle öneririm.)
BU TÜRKÜ BİR BAŞKA LEZZETLİ
Ama türküler içinde bir tanesi var ki, epey bir denize açılır, epey bir yelken basar. Hepimiz de biliriz. Hem neşelidir hem de denizci. Anonimdir elbette. Gelin sözlerini birlikte hatırlayalım. (Buraya aldığım versiyon, Muzaffer Sarısözen’in <1899-1963> aktardığı halidir
GEMİCİLER (ÇEKİN UŞAKLAR)
Gemiciler kalkalım şu yelkeni takalım
Şişirip de yelkeni kıç üstüne yatalım
Kızılırmak başında şu ırgatı atalım
Tutalım balık havyar zevkimize bakalım
Kaptan attık ırgatı sende tut ha bu gatı
Gel girelim ırmağa esecek ha şu batı
Gemici uşakları deniz başımın tacı
Yoklayın şu ırgatı inşallah çıkar acı
Çekin uşaklar çekin
Hemen aldık ırgatı
Geliyor bir sert poyraz
Vuralım iki katı
İsmail amurada
Hasan geçsin çördeğe
Uşaklar ben dümende
Coştum arkadaş coştum
Biraz çalam kemençe
Dağı aldı bir duman
Oh hava güzel yaman
Doğru yörü ah gelin
Bayıldım aman aman
Bayıldım aman aman
TÜRKÜDE GEÇEN DENİZCİLİK TERİMLERİ
Türküde geçen üç denizcilik terimini kısaca açıklayalım ki karanlık nokta kalmasın.
Amura, çördek ve ırgat.
“İsmail amurada” demiş türkü bize. Amura’nın literatürdeki aslı, “amora”dır ama dilimizde amura olarak kullanılır. Yelkenlerin, onları dik ve gergin tutan halatlara, yani ıstralyalara bağlı yakasının en alt noktasının adıdır. Eskiden yelkenler, şimdiki teknolojiye sahip değilken kendiliklerinden dönemezler, tramola veya kavança ederken, yani rüzgârı bir yandan diğer yana alacak şekilde tekneyi döndürürken, biraz elle yardım isterlerdi. Aynı şekilde yelkeni hisa ederken (yani basarken) de amuradaki kişi çalışırdı. İsmail bu yüzden amurada olmalı. Belki de orada dikilmiş hatta yelkene yaslanmış keyif çatıyordur, kim bilir.
Hasan’ın geçtiği çördek ise yelkenlerin yukarı basılan kısımlarının tepesi anlamına gelir. Anlaşılan Hasan direğin tepesinde bir yerde. Belki uzaktaki avları görmeye çalışıyor, belki ufukta ne var ne yok kolluyor. Biraz ürkütücü olsa da direk tepesinde olmak gerçekten heyecan vericidir.
Irgat ise bugün yelkenli teknelerde kullandığımız vinçlere karşılık gelir ama yerine göre çok daha büyük olabilir. Bugünkü teknelerde sadece demir almak için kullanılan ve çoğunlukla elektrikli olan tamburlu mekanizmalara ırgat diyoruz ama tekneleri karaya almak, sağlam bir yere monte edilmiş dev makaralara da ırgat denir. Geçmişte hem demir alırken güvertede, hem de tekneleri karaya çekerken karada kullanılan ırgatların çevresine birkaç denizci geçer, kol kuvvetiyle ırgatı döndürerek yapılacak iş neyse onu, yorularak görürlerdi. Bugün bütün yükü elektrik motorları yapıyor.
HAMSİ DEMİŞKEN
O kadar hamsi lafı edip, tadından bahsetmezsek olmaz. Hamsinin İngilizcesi “anchovy”, Fransızcası “anchois”dir. Evet doğru tahmin ettiniz, bizim bildiğimiz “ançuez veya ançüez” isimli meze, adını tam olarak hamsiden alır. Ama bizde ançüez sadece hamsiden değil, çaça, tırsi veya sardalyeden de yapılmaktadır. Esas itibariyle ançüez, tuzlu ve yağlı balıktır ama balık ezmesi olarak da anlamlandırılır. Dünya mutfaklarında tonla çeşidi bulunur.
Hamsiler temizlenir, suyu süzülür, bir kat iri tuz, bir kat balık olarak dizilir. Bu haliyle bir-bir buçuk ay öylece bırakılır. Güneş almamalı tabii. Sonra yenecek kadarı alınır, yıkanır ve bir süre suda bekletilir tuzu gitsin diye. Ardından zeytinyağı ve limon eklenerek afiyetle yenir. Modern teknoloji, tuzlu balığı makinede ezip tüpün içine soktu, bu haliyle de son derece lezzetli bir meze olduğunu söyleyebiliriz. Mezeden hoşlananlarımız varsa, alkol almadan önce kızarmış ekmeğe biraz ançüez sürüp yemenin, alkolün kana karışmasını yavaşlattığını bilmelerinde yarar var sanırım. Alkol almayanlar için de kuşkusuz güzel bir lezzet bu. (Ancak tansiyon hastalarının, tuzu gidermek için suda daha uzun süre bekletmeleri gerektiğini hatta böyle şeylerden iyiden iyiye uzak durmalarının iyi olacağını hatırlatalım.)
Eh, hamsinin tezgâhları süslediği bugünlerde, her evde zaten yapılarak damak çatlatan hamsi tavanın dışında bir güzel tarif vermenin zararı olmaz değil mi? Şimdiden herkese afiyet, Karadeniz’e ve onun güzel insanlarına da buradan selam olsun.
95’inci yılına erişen Cumhuriyetimiz sonsuza dek var olsun,
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
GÜZEL BİR HAFTA SONU
Son bir iki güne bakarak içimiz kararmış olabilir ama endişeye gerek yok, hafta sonu çok güzel bir hava bizi bekliyor. Ne yağmur, ne güçlü rüzgâr var ufukta. Rüzgâr hafif ve güneyli yönlerden. Üstüne hediye olarak da kademe kademe ısınan bir bahar havası... Pazar, hele hele 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız olan pazartesi günü evlere şenlik bir hava olacak gibi. Sahil ilçelerine giden yolların kalabalıklaşacağı şimdiden belli. Emniyet teşkilatımız bu konuda gerekli önlemleri alacaktır elbette ama güzel havayı görüp direksiyona geçecek herkesin dikkatli ve en önemlisi de başkalarına saygılı olacağına emin olmayı hepimiz isteriz. Hem balıkçılık, hem yelken (pek hız yapılamasa da) hem de keyifli geziler için ideal bir zaman. Cumhuriyet Bayramı coşkusunun doyasıya yaşanacağı nefis bir hafta sonu dilerim. #tayfuntimocin
Paylaş