Paylaş
Karayip Korsanları serisini izlediyseniz, oradaki maymun mutlaka dikkatinizi çekmiştir. Hani Johnny Depp’in canlandırdığı korsan kaptan Jack Sparrow’un elinden sihirli pusulasını çalan, bazen eline tabanca alıp insanlara olur olmaz tehdit oluşturan, sık sık bağırıp çığlıklar atan, üzerinde çoğunlukla kıyafetle gördüğümüz ve kimine göre sevimli, kimine göre de sevimsiz şu meşhur maymun var ya, o işte. Ve eğer, “Maymunun gemide ne işi var canım. Filmi renklendirmek için oynatılmış bir figürdür mutlaka” diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Gemilerde sahiden de maymun vardı ve üstelik maymunların gemilerde ciddi bir “işleri” de vardı!
Karayip Korsanları’nın maymunu Jack. Böyle bağırırdı işte gemi maymunları.
O FİLMLE İLGİSİ YOK
Bu arada, başlıkta geçen ‘maymunlar cehennemi’ lafının, aynı isimli film serisi ile hiçbir ilgisi yok. O filmde, Dünya üzerinde insanın yerine egemenliği ele geçirmiş şempanze, orangutan ve goril gibi primatların, yeryüzünü insanlar için cehenneme çevirmiş olmalarıyla ilgili bir öykü anlatılır. Aslında ilki 1968 yılında çekilen o filmlerin adı, nedense bizim dilimize Maymunlar Cehennemi diye çevrilmiştir, oysa orijinal adın doğru çevirisi “Maymunlar Gezegeni”dir. Bizim öykümüz, insanlar tarafından maymunlar için cehenneme çevrilmiş bir yerden söz edecek. Yani gerçek maymunlar cehenneminden!..
Karayip Korsanları’ndaki maymun.
BUNLAR ŞEBEK
Efendim, dediğimiz gibi gemilerde doğru düzgün işi gücü vardı bu maymunların. Ama ne iş yaptıklarını anlatmaya başlamadan önce, maymunlarımız hakkında biraz konuşalım isterseniz. Bunlar şempanze, orangutan ve goril gibi, bugün artık işaret diliyle konuşmayı dahi öğrenen primatlardan değillerdi. Malum, pek çok türü var maymunların. Gemilerde çalışanlar, dilimizde “şebek” olarak geçenler. Şebeklerin iki kaynağı var. Biri Afrika, diğeri de Hindistan ve civarı. Hindistan bölgesinde yaşayanlara Hint Şebeği, Afrika kökenlilere de Berberi Şebeği deniyor.
KUZEY AFRİKA'NIN KORSANLARI
Malum, Akdeniz, tüm medeniyetlerin beşiği. İslâmiyet, 7’nci yüzyıldan itibaren Kuzey Afrika’da yayılmaya başladıktan sonra dünya çok daha kozmopolit bir yer haline geldi ama asıl hareket, 11’inci yüzyıl sonu ve 12’nci yüzyıl başındaki Haçlı Seferleri’nin deniz üzerindeki trafiğiyle başladı. Ardından, gemicilik teknolojisi aldı başını gitti, dümen ve yelkende inanılmaz ilerlemeler kaydedildi ve coğrafi keşifler dönemi başladı. Bu geniş süreç, toplumlararası kaynaşmanın akıllara durgunluk verecek öyküleri ile doludur. Bu köşenin takipçileri zaman zaman bu öykülere tanıklık ediyorlar. İşte bu sürecin meyvelerinden biri de Kuzey Afrika’daki korsan devletçikleridir. Sale, Cezayir, Tunus, Rabat birer korsanlık merkezi oldular. Sadece Müslümanların değil, İslâmiyetin ve hiç kuşkusuz servet edinmenin cazibesine kapılan çok sayıda mühtedinin (diğer dinlerden vazgeçip İslâmiyet’i seçenler) korsanlık yoluyla yaşamayı seçtiği yerlerdi bunlar.
PAYİTAHTTA YABAN HAYATI
On altıncı yüzyılın başından itibaren, Osmanlı’nın Kuzey Afrika ile temasları arttıkça, Afrika’nın yaban hayatı da Osmanlı’nın hayatına dâhil olmaya başladı. İstanbul’da filler, zürafalar, aslanlar, gergedanlar ve daha pek çok bize yabancı tür belirdi. Elbette bunlar halkın beslediği hayvanlar değillerdi. Çoğunlukla Saray’a, yani padişaha aitlerdi, arada bazı yüksek rütbeli paşaların, vezirlerin vahşi hayvan beslediği de görülüyordu. İşte bu karşılıklı ilişkiler arasında Osmanlı, Afrika kökenli denizcilerin, maymunları gemilerde kullandıklarına tanık oldular ve bu alışkanlığın faydalarını gördüler. Maymunlar, Osmanlı ve Magripli korsanların gemilerinde kullanılmaya başlandı.
SON TEKNOLOJİ
Neydi bu hayvancıkların görevleri? Eğitim verilen maymunlar, direklerin tepelerine çıkartılıyordu. Vahşi yaşamın dayattığı bir zorunluluk olarak görüş yetenekleri üstünleşmiş maymunlar da, ufukta bir gemi gördüklerinde çığlığı basıyor, aşağıdaki gemicilere “ufukta bir gemi var” demeden ama bunu kastederek uyarıda bulunuyorlardı. Bu maymunlar için bugün denizcilikte kullanılan radar alarmlarının XVI. yüzyıl versiyonu dersek hiç de yanlış yapmış olmayız.
Elbette sadece Müslüman denizciler değil, burayla alışverişi olan Avrupa ülkelerinin denizci, tüccar ve korsanları da bu “teknolojiyi” kullanmaya başladılar. İşte 1700’lerde geçtiği varsayılan Karayip Korsanları film serisindeki maymunun kısa geçmişi bu. Gözcü maymunlar, Osmanlı Donanması’nın gemilerinde de bolca kullanıldılar. Hatta, kayıtlara göre her gemide en az bir maymun vardı. Evet, yelken açıp kapatmak ve diğer tehlikeli işler için insanlar çalışıyordu ama gözcülük görevi maymunlardaydı.
Azepkapı Semti’nin eski bir görüntüsü. Köprü yok o zamanlar.
AZEBLERİN YURDU AZAPKAPI SEMTİ
İstanbul Haliç’teki meşhur tersaneyi hepimiz biliriz. İstanbul’un fethinden sonra oluşturulan bu tersane giderek genişledi, üretimi ve teknolojisi arttı. Tersanede çalışan, gemileri kullanan, onları üreten, her türlü gemicilik işiyle uğraşan kişilere azep denirdi. (Geçen haftaki yazıdan hatırlarsanız Arapçada “p” sesi olmadığından, bu sözcüğün doğrusu da “azeb”dir.) Tersaneden çıkıp Boğaz’a doğru ilerlediğimizde karşımıza çıkan semt Galata’dır. Galata, Fetih’ten önceki sakinleri tarafından surlarla çevrilmişti ve bu surlar, Osmanlı tarafından kısmen muhafaza edildi. Bugün ancak birkaç taşı duruyor! Galata’yı sarıp sarmalayan bu surların, Tersane bölgesine bakan kapısına da, orada binlerce azeb çalıştığı için “Azeb Kapusu” adı verilmişti. Zamanla orada da bir semt oluştu ve adı da önce Azepkapısı, sonra Azepkapı, sonunda da Azapkapı oldu.
Azepkapı Semti
Bugün, Gazi Köprüsü’nün (Unkapanı Köprüsü olarak da bilinir) ayağının olduğu yerin çevresinden başlar, Galata’ta kadar devam eder bu semt. Bugünkü köprünün ayağında Sokollu Mehmet Paşa Camii vardır ve halk arasında Azapkapı Camii olarak da bilinir. (Mimar Sinan tarafından 1577’de yapılmıştır.) İşte bu bölge, tersaneye geçiş bölgesi olduğu için, denizcilikle ilgili pek çok malzemenin satıldığı ve üretildiği bölgeydi. Bir anlamda bugünkü yan sanayi bölgesi. Nasıl ki bir otomobil fabrikasının çevresinde yan sanayi üretim tesisleri çoğalırsa, (Bursalılar çok iyi bilir bunu) Tersane’nin de çevresi, gemicilik yan sanayinin oluşumuyla capcanlıydı. Burada yelkenler dokunur, halatlar örülür, fenerler imal edilir ve daha pek çok gerekli malzeme satılırdı. Satılanlar arasında maymunlar da vardı. Hatta bir ara o kadar çoğaldılar ki, İstanbul’un 16 ve 17. yüzyıldaki varlıklı insanlarının evinde bile evcil hayvan olarak beslenir oldu maymunlar. Kimi dönem tarihçilerine göre terzilikte, kasaplıkta ve hatta kuyumculukta bile kullanılır oldular. İnsanların içinde, onlarla birlikte yaşıyordu maymunlar. Ta ki...
Azep Kapısı
III. MURAD’IN HOCASI
Kanunî Sultan Süleyman’ın torunu, II. Selim ile Nurbânû’nun oğulları Murad-ı Sâlis ya da bizim daha iyi bildiğimiz adıyla Sultan Üçüncü Murad, çok ilginç bir dönemin, dönemi kadar ilginç bir padişahıdır. Çok büyük ve güçlü bir imparatorluğu, o kadar da güçlü olamayan babasından devralmış, annesinin sözünden çıkmamış, saray hayatına fena dalmış, devri rüşvetle ve ekonomik çöküntüyle anılan biridir. Dönem hakkında okumayanlar, III. Murad’ın hasekisi Safiye Sultan’ı TV dizilerinden tanıyabilirler.
İşte Sultan Murad Han’ın hocalarından Molla Abdülkerim Efendi diye biri vardı. Reşad Ekrem Koçu’ya göre çok asabi biriydi. Sultan’ın üzerinde nüfuzu olduğu için kimseden de korkusu yoktu. Canı ne isterse yapabiliyordu ve yobazın önde gideniydi. Ancak çok iyi de bir hatipti. O kadar lezzetli konuşuyordu ki, vaaz verirken cemaat ağzı açık saatlerce onu dinleyebiliyordu.
İdam edilmiş maymunlar
MEYVE GİBİ ÖLÜ MAYMUNLAR!
Bu Abdülkerim Efendi, rivayete göre bir gün her nasılsa bir kitapta maymunlarla ilgili bir şey okudu. “Maymun fuhşa alet olur” diyordu okuduğu kitap. Abdülkerim Efendi’nin tepesi attı, Fatih Camii’nde ilk Cuma günü bu konuda uzun uzun ve öfkeli bir vaaz verdi. Hicri 999, Miladî 1591 senesinin başlarıydı. Vaazında, karanlığın pençesine düşmüş her öfkeli kişinin yaptığını yapıp, insanları hassas olduğu konuyla vurdu. Ona göre kadınlar, ama özellikle dul kadınlar maymunlarla ayıp şeyler yapabilirlerdi! Fuhuş, toplumun en önemli konusuydu. (Halbuki o sırada içinde bulunduğu sistem neredeyse sadece rüşvetle çalışıyordu. Bundan bahis yok elbette.) Çok iyi bir konuşmacı (hatip) olduğu için bütün cami cemaatini kontrolü altına aldı. Cuma namazı çıkışı önde Abdülkerim, arkasında öfkeli kalabalık yürümeye başladı. Nereye doğru? Doğru tahmin ettiniz. Maymunların satıldığı Azapkapı’ya! Eli sopalı, öfkeli, beyinleri yıkanmış, laftan anlamayan bir güruhun önünde kim duracak? Duramadı kimse. Dükkanlardan toplandı maymunlar tek tek. Ve idam edildiler. Yanlış okumadınız. Bu öfkeli kalabalık, maymunları ağaçlara asıp idam ettiler. Azapkapı ve Galata dolaylarındaki tüm maymunlar toplandı hatta kimi evlerden bile zorla toplatıldılar ve asıldılar. Vakanüvislere göre “dalında meyve gibi maymun sallanmayan ağaç” kalmamıştı! Bu galeyanın birkaç hafta sürdüğü tahmin ediliyor. İstanbul’a yolunuz düşerse, Sokollu Mehmet Paşa Camii (ki aslında doğru yazımı Sokollumehmetpaşa Camii’dir) çevresinden Galata’ya doğru şöyle bir bakın. O zamanlar elbette çok daha fazla ağaç vardı. Ve manzarayı gözünüzün önüne getirin lütfen. Ölü maymunların sallandığı yüzlerce ağaç! İstanbul, bir tek kaçığın yüzünden, maymunlar cehennemine dönmüştü! Eh, ölü maymunlarla doldurulmuş bir şehir, insanlar için de pek cennet sayılmasa gerek.
Olay sonrasında maymun kalmadı İstanbul’da. Birkaç varlıklı kişinin evinde saklayabildikleri hariç. Donanma da bir süreliğine bu teknolojiden mahrum kaldı. Halk, bu saçmalığından dolayı Abdülkerim Efendi’ye “maymunkeş” adını taktı. Maymun yokluğu, Maymunkeş’in ölümüne kadar sürdü. Rivayet odur ki, Abdülkerim Efendi öldüğünde İstanbullu hayvanseverler (evet o dönemde de hayvanseverler vardı) ve evinde ya da iş yerinde maymun barındıranlar bayram ettiler, yobazın vefatını kutladılar.
HEP KAÇIKLAR!
İşte böyle efendim. Pek çok işe yarayan, pek çok hizmet veren gariban hayvancıklar, maymun katlinden başka hiçbir hayırlı işle anılmayan bir kaçık yüzünden böyle yok olup gittiler. Bize de öyküsünü anlatmak kaldı. Dünyayı cehenneme çevirenler hep kaçıklar değil midir zaten?
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
SICAK VE SAKİN
Bugünden pazara kadar önce güneyli, sonra da kuzeyli havalar var bölgemizde ama hafifler. Yelkenler biraz çalışır gibi. Yağış beklenmiyor, belki cumartesi günü kısa süreli lokal birkaç damla beklenebilir. Hava 28-29, deniz suyu ise 16-17 derece santigrat dolaylarında. Kısacası güzel bir hafta sonu bizi bekliyor.
Paylaş