Işıklar içinde uyumak mı?

Genel olarak ışıkla uyunmaz. Peki o halde neden ölenler için böyle dilekte bulunuruz?

Haberin Devamı

Işıklar içinde uyumak mı

Tünelin ucundaki ışık. Allah gecinden versin.

Uyurken ışıkları kapatır mısınız? Büyük olasılıkla evet, kapatırsınız. Işıkta uyuyabilenler vardır ama ben onlardan değilim. Kapatırım. Bana karanlık lazım. Fakat onun da dozu var. Gözümü kapattığımdaki karanlığı açtığımda da hissediyorsam, orada bir tuhaflık vardır. Yıllar önce Adana’nın bir yaylasında dostlarımızın evinde konakladığım ilk gece öyleydi. Etrafta hiç ışık olmadığı için gözüm açık mı, kapalı mı anlayamamış ve uzun süre uyuyamamıştım. Hiç olmazsa gözümüzü açtığımızda, ayağa kalkıp tuvalete gidebilecek kadar bir loşluk olsa iyi olur bence. En azından, insan gözünü kapattığında onu rahatsız etmeyecek bir ışık dozundan söz ediyorum. Bir mum ışığı, zayıf bir gece lambası vb. mesela. Tabii bu benim hissettiğim. Sizin için durum farklı olabilir ama sanırım çoğumuz pırıl pırıl aydınlıkta uyumakta zorluk çekeriz. Zaten uyku uzmanları da ışıkları kapatarak uyumanın, uykunun kalitesini yükselttiğini söyler.

Haberin Devamı

YANITLAR HEP ESKİLERDE

Peki burada sormak istediğim bir soru var: Madem çoğumuz aydınlıkta uyuyamıyoruz, ne diye hayata veda edenlerimiz için “ışıklar (veya nurlar) içinde uyusun” deriz? Bir de çoğul üstelik! Işık+lar, nur+lar… Yani ortalığın pırıl pırıl olmasını dileriz açıkça. İyi de nasıl uyuyacak mevta o aydınlıkta? Elbette bunun normal bir uyku olmadığını, hiçbir ışığın artık onu rahatsız etmeyeceğini biliriz ama ne diye böyle eciş bücüş bir dilekte bulunuyoruz dersiniz?
Cevabı bulmak için sizi yine çoook eskilere götüreceğim dostlar. Ne yapalım, her şey o zamanlar başlamış, bugünü anlamak için geçmişe bakmak lazım, benim bir kabahatim yok.

YOK CANIM! HİÇ OLUR MU ÖYLE ŞEY?

En başından bu yana, insanın çözemediği tek derdi var: Ölüm! Aslında öleceğimizi bile bile yaşıyor olmak, çok zorlayıcı bir şey. “Nasıl olsa öleceğiz, ne diye bu kadar uğraşıyoruz, ne diye bu kadar dert ediniyoruz?” diye düşünmemek güç. İşin felsefesine de inanç boyutuna da girmeyeceğiz. Ancak kesin olan şu ki, en başından beni yanıt aradığımız bir sorudur ölüm. “Sonrasında ne var?”
Biri temsili olarak dedi ki mesela: “Yani, yaşa, o kadar şey öğren, yap, et, sonra yok ol… Bu, hiç mantıklı değil, çok saçma! Bir başkası da çıkıp yanıt verdi: “Yok canım, o kadar değildir, olur mu öyle şey! Mutlaka sonrasında da birşeyler olmalı. Hatta, vardır vardır…” Tabii bütün bunlar binlerce yıl önce oluyor ve sonra başlıyor insan yapımı öyküler. Mitoloji de, insanın kendi kendine sorduğu sorulara kendi kendine yanıt vermesinden doğuyor zaten.

Haberin Devamı

TAMAM GİDİYORUZ DA NEREYE GİDİYORUZ?..

Işıklar içinde uyumak mı

Dante’nin kitabına resmedilmiş bir ‘kayıkçı’. İhtiyar paragöz!

İşte Sümer’de ve Mısır’da tarıma endeksli olarak yeşeren uygarlık ki ilk insan kültürü izleri hep Mezopotamya’da ve Bereketli Hilal içinde görülmüştür- ölümü, hep bir “geçiş” olarak niteledi. Bunun nedeni yukarıda basitçe ve belki de kabaca açıkladığım düşünceydi. Çünkü sonrasında bir şey olmaması, gerçekten çok saçma geliyordu insan zihnine. Tıpkı bugün, evrenin sonunun olmadığını ama bu arada genişlemeye de devam etmesinin birlikte zihnimizde saçma bir düşünceye evriliyor olması gibi. Ölüm, bir geçiş olmalıydı, başka türlüsü akla aykırıydı. Mutlaka başka bir hayata geçiyor olmalıydı insan ölünce. De… İşte neresiydi orası?..

ÖLÜLER DİYARI

Haberin Devamı

Ölenler gittiği için, Ölüler Diyarı dendi “ora”ya. Yaşayanların gitmesi yasaktı. (Ortaçağa edebiyatında da Dante gider oralara bir yaşayan olarak ve oradaki ruhlar onun yaşadığını anladıklarında çok şaşırırlar.) Çünkü tarihin ve uygarlığın başladığı Sümer’de insanlar, yaşadığımız evreni üç temel yapı olarak hayal etmişlerdi: Güneş’in, Ay’ın ve yıldızların bulunduğu gökyüzü; bizim ve tüm canlıların üzerinde durduğu ve yaşadığı yer; son olarak da yerin altındaki ölüler diyarı. Yukarıda ve aşağıda bulunan tanrıların sayısını da eşitlemişti Sümer insanı. Biz bugün hâlâ “gök kubbe” diyoruz ya, işte o zamanların mirasıdır o. Çünkü aslında gökte kubbe falan yoktur, biz öyle hayal (tahayyül) ederiz. Fakat bu “kubbe” tasarımı çok da işe yaradı, günümüzde bile hizmet veren denizde seyir (navigasyon) sistemleri, bu prensiple çalışır. Detaya başka zaman gireriz.
Sizin için hazırladığım grafikten de görüleceği gibi bizim yaşadığımız yeri çepeçevre dolaşan bir okyanusumuz var, ki bu bütün eski harita denebilecek çizimlerde de vardır ve disk harita (veya O ‒ T harita) denir bunlara, sonrasının ne olduğu bilinmez. Bu bilinmezlik, elbette öykülerle, mitolojik açıklamalarla kapatılmaya çalışılmış tarih boyu ve inanılmış yapılan açıklamalara. Tanrılarla, onların ortaya çıkışıyla, kavgalarıyla…

Haberin Devamı

KAPIDAN GEÇMEK GEREK

Ölüm bir “geçiş” olduğu için, tüm geçişler gibi bunun da bir “kapı”sının olması gerekiyordu. Bu nedenle mezarlar, aslında birer kapıydı. Kapının sembolü ya da ölümün sembolik kapısı, çok ama çok uzun süredir mezar taşlarıdır.
Bu kapıdan geçen kişi, Ölüler Diyarı’na gitmek zorundadır. Kültürlere göre bu yolculuk farklılık gösterir ama en ortak inanış, geniş bir nehir ve bir denizin geçilmesi gerektiğidir. Bu da ancak bir “kayıkçı” vasıtasıyla gerçekleştirilebilir.
Mısır’da ölmek, “kıyıya çıkmak” diye tanımlanırdı. Çünkü artık hayatın çalkantıları, tehlikeleri, tehditleri bitip sona ermiştir ve ayaklar, sağlam, tehlikesiz yere basmaktadır. Mısırlının kıyıya çıkmak için bir aracıya ihtiyacı vardı, mezarların duvar resimlerinden de görülebileceği gibi, mevtanın sağken sahip olduğu sosyal statüsüne göre bir kayığı olurdu.

Haberin Devamı

FIŞ FIŞ KAYIKÇI

Işıklar içinde uyumak mı

Antik Mısır’da kıyıya varması için hazırlanan birisi.

Aynı kayık hikâyesi, Yunan kültürüne de geçmiştir. Kharon diye ihtiyar ve paragöz bir kayıkçı vardır Yunan mitolojisinde. Parası olmayanı geçirmez nehrin karşı kıyısına. O nedenle Yunan’da ölenin ağzına bir para konurdu ve aynı nedenle kimi kültürlerde gözler parayla kapatılır. Kayıkçıya verecek gişe ücretidir o paralar ve o zamanlar otomatik geçiş sistemi yoktur doğal olarak. (Kayıkçının dışında bir sürü isim var Ölüler Diyarı ile ilgili ama şu an pek çok mitolojinin ortak değerlerinden söz ettiğimiz ve tüm kültürlerin koyduğu özel isimlerle kafamızın karışmasını istemediğimiz için, onlara değinmiyoruz.)

KARANLIKTAN KORKMA DİYE…

Işıklar içinde uyumak mı

Sümer Yeraltı Tanrısı Dumuzi, ilk indiğinde zebanilerin işkencesine maruz kalıyor. Sümer’den kalma silindir mühür tasviri.

Ancak yeraltının, yani Ölüler Diyarı’na uzanan yolun kalan kısmında, belli ki karanlık vardır. Yine ölenin statüsüne göre değişen hediyelerin mezara konması, mevtanın öbür dünya yolculuğunda ihtiyaç duyacağı şeyleri ona sunma gayretinden başka şey değildir ve elbette ışık yapacak nesnelerin mezarlarda bulunması bu yüzdendir. (Mısır’da yiyecek de koyarlarmış. Yolluk işte.)
Yerin dibinde Güneş yok, Ay yok, yıldızlar yok. Haliyle orası karanlık. İşte bizim bugün hâlâ “ışıklar veya nurlar içinde uyusun” dememizin ardında, bu binlerce yıllık halk inanışları var. Yani aslında uyku ile ilgili değil, “öbür taraf” ile ilgili bir dilek bu. Karanlıkta kalmasın, yolunu kolaylıkla bulsun, doğru yere ulaşsın” anlamına geliyor bu dilek. Çünkü, yine bilinçaltımıza ve genlerimize kadar sinmiş inanç diyor ki, “Öbür tarafta yolda karşımıza kötücül varlıklar, canavarlar vs. çıkabilir. Onlarla baş edebilmemiz lazım.”

AMAN YA ŞAMAN!

“Canım biz onlara inanmıyoruz ki” diye itiraz etmek işe yaramaz çünkü halkın, yani bizim günlük hayatımızı şekillendiren, çoğunlukla farkında bile olmadığımız davranışlarımızın nereden geldiğini sorgulamadan kabul eder uygularız. Mesela “Aman nazar değmesin” ve “Aman Allah korusun” derken kulak mememizi hafifçe çekip tahta bir nesneye iki kez vurmamız nedir ki? Geçen haftaki (12 Haziran) Kayın Şeyler Mitolojisi başlıklı yazımda Türklerde ağacın ne kadar kutsal olduğunu yazmıştım, hatırlayanlarınız vardır. İşte İslamiyet öncesi Şaman Türkler, kutsal olan ağaca veya ondan yapılmış bir nesneye) tıklayarak, “Ey Tengri, sesimi duy da duamı kabul et” anlamına bir şey yapmış oluyordu. Artık Şaman değiliz ama Şamanizmin pek çok alışkanlığı sürüyor. Bu, toplumsal hafızadır ve bazen işin aslı bilinse bile vazgeçmek kolay değildir, görüldüğü üzere. (Şamanizme daha sonra gireceğiz.)

DAHA İYİ BİR DÜŞÜNCE SİSTEMİ

Bir de ışığın, Tanrıyı sembolize ettiği bir düşünce sistemi vardır. Yani en büyük aydınlık, Tanrı’nın ta kendisidir, bu nedenle ölenin, Tanrı ile bütünleşmesi, kapıdan geçtikten sonraki yaşantısını Tanrı’nın yanında geçirmesi dileğidir bu. Ancak bu sistem, daha sonradan oluşmuş bir yapıdır ve aslında yazının başından buraya kadar ele aldığımız daha ilkel düşünce sisteminin, daha iyi ve güzele evrilmiş halidir. İşte böyle dostlar. Binlerce yıldır ölüm-karanlık-aydınlık denklemine böyle bakıyor, veda ettiğimiz sevdiklerimize, görünen hayattan görünmeyen hayata geçişlerinde bir anlamda güzellikler dilemiş oluyoruz “ışıklar içinde uyusun” dediğimizde.

KORONA BİTMEDİ Kİ!

Sizden bir ricam var: Korona tehlikesi ve tehdidi bitmedi. Koronavirüs, mutasyona uğraya uğraya, hatta söylenene göre daha tehlikeli hale gele gele yaşamayı sürdürüyor. Lüzumsuz gezintilere, temaslara hiç gerek yok, vaka sayıları ürkütüyor. Hayatın devam etmek zorunda olması, tehlike geçti anlamına gelmiyor. Görünen o ki çoğumuz bunu yanlış anlamış. Maskeleri doğru düzgün takalım, hane halkı dışındaki temaslarımızı bin kere düşünerek gerçekleştirelim. Ki, durup dururken ışıklar içinde uyumak zorunda kalmayalım. Geçen yaz bu aralar, “can yeleği hayat kurtarır. Elbette sadece giydiğimizde” diye yazıyordum, bu yaz, “Maske hayat kurtarır. Elbette sadece taktığımızda” yazmak varmış kaderde. Kalın sağlıcakla…

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BUNALMAYA DEVAM MI?

Sizi bilmem ama biraz kapalı, biraz yağmurlu ve sıcak bir hava beni bunaltıyor. Birkaç gündür öyleydi, sanırım bu hafta sonu da yine öyle olacak. Hafta sonu boyunca aralıklarla Marmara’nın genelinde yağış bekleniyor. Hatta Ege bile bolca yağışlı görünüyor. Güney Ege’den başka bir yerde ise kuvvetli rüzgâr beklenmiyor, o da zaten fırtına kuvvetine ulaşacak gibi değil. Evde oturup kendimizin ve kamunun sağlığını gözetmemiz için ille de yasak olmasına gerek yok. Mecbur kalmadıkça çıkmamak için güzel bir hava olduğunu söylemeliyim.

Yazarın Tüm Yazıları