Güneş durdu ağaç süslendi

Ne yılbaşının ne de ağaç süslemenin başka bir dinle ilgisi var. Olsa ne olacak zaten ama yok!

Haberin Devamı

Güneş durdu ağaç süslendi

Bir noktada durur, başka bir noktada tekrar durur Güneş

Gördüğümüzden daha fazlasını merak etmeye yani sorgulamaya başladıktan sonra hep gözlem yaptık. Mağaralarda, ağaç kovuklarında yaşadığımız ve doğada olup bitenlere dair pek az bilgimizin olduğu tarih öncesi zamanlarda, internet, televizyon veya cep telefonu da olmadığından, başımızı kaldırıp çevremizi gözlemlemeyi sürdürdük. Üstelik, geceleri gökyüzü o kadar hareketli, o kadar keyifli ve bir o kadar da gizemliydi. Hem bakacak başka bir şey yoktu hem de bakılacak en doğru yere bakıyorduk: Gökyüzüne. (Bugün “ne mutlu ki” akıllı cep telefonlarımız var da başımızı kaldırıp etrafa bakmaya tenezzül etmiyoruz! Ne olacak sonumuz bilmem.)

Haberin Devamı

Güneş durdu ağaç süslendiIŞIK DOĞUDAN YÜKSELİR

Güneş, kuzeyde ve güneyde belirli noktalardan daha öteye gitmez, bir iki gün durmuş gibi görünür.

Geçen hafta insanın gökyüzünü izleyip anlam çıkarması hakkında detaylıca yazmıştım. (bkz. ‘Asta’sı Tanrıça, ‘Not’u Gemici, 13 Aralık 2019) O nedenle yıldızların anlamlarını tekrarlamak doğru olmaz. Ama geçen hafta yıldızlara isim veren Mezopotamya tanrıçası Astarte’nin ismiyle ilgili söylemediğim bir şeyi bugün yazacağım, çünkü lazım olacak. Astarte’den “astra”, “star” yani yıldız ve güneş gibi anlamlar doğmuştu ya hani... İşte aynı kök, biraz değişip “astron” olduğunda “şafak” anlamını kazandı. Çünkü tanrıça Astarte, aynı zamanda hem güneşin doğuşunu hem de insanın doğumunu sembolize ediyordu. Şafak demek, Güneş’in topraktan doğması demekti. İşte bu etkileşimlerle “astron” sözcüğü Proto-Germen dillerine girdi ve “doğu” anlamına geldi. İngilizcede doğu anlamındaki “east”, Almancadaki “ost”, adını yine aynı yerden, Astarte veya İştar olarak bildiğimiz, aslında doğanın gizemleriyle yüklü ve doğurgan olduğu için kadın olarak betimlenen tanrıçadan aldı. Ne demişler: Işık doğudan yükselir.

Haberin Devamı


ERKEN KALKAN...

Başa dönelim. On binlerce yıl önce gökyüzüne bakıp duruyorduk değil mi? Tabii sadece gece değil, gündüzleri de bakıyorduk. Hava karardığında uyuduğumuz için sabah gün doğmadan kalkmak sıradan bir şeydi. Kimse öyle öğlenlere kadar uyuyamazdı sanırım çünkü hayat uyanık olmayı gerektiriyordu. (Bugünün anneleri “gece yatmak bilmez, sabah kalkmak bilmez” derler ya geç vakte kadar uyuyan çocuklarına, işte o zamanlar muhtemelen böyle bir lafa gerek bile yoktu.) Erken kalkınca haliyle doğan güneşi de gözlemlemek mümkündü. Fakat tuhaf bir durum vardı. Güneş aynı yerden doğmuyordu hiç. Durmadan değişiyordu yeri.

GÜNEŞİN DURDUĞU NOKTA

Bir yıl boyunca sabah güneşin doğduğu yere bakan bir kişi, yıl içinde bir dönem boyunca her gün biraz kuzeye doğru yol aldığını, sonra belirli bir noktada durup güneye doğru indiğini, birkaç ay içinde de güneyde belirli bir noktadan daha öteye gitmeyerek tekrar kuzeye doğru hareket ettiğini kolaylıkla görebilir. Biz de güneşin kuzeyde ve güneyde geldiği en uç noktalara “güneşin durduğu nokta” adını verdik o zamanlar. Ve güneşin durduğu noktaya tekrar gelişine kadar geçen süreye de “bir yıl” dedik.
Yeterince bilgimiz olmadığı, bilimin henüz sadece doğayı gözlemlemekten ibaret olduğu o zamanlarda güneşin durduğunu sandığımız noktaların, Dünya’nın ekseninin eğikliğinden dolayı oluşan “gündönümü” noktaları (her biri ekvatordan 23 derece 21 dakika uzaklıktadır) olduğunu bilmiyorduk tabii. Sonradan takvimi oluşturduğumuzda 22 Haziran ve 22 Aralık’a denk gelen yaz ve kış gündönümleri, batı dillerinde halen “güneş durdu” olarak isimlendirilir. Solistice, İngilizcesidir gündönümünün ve Latinceden gelir. Tam Latincesi “solstitium”dur. “Sol” güneştir, “stitium” ise durmak anlamına gelen sisto/sistere köklerinden türemiştir. Bugün “istasyon” diyoruz ya hani... İşte o da oradan. Mesela statükoculuk deriz ya hani, değişime karşı olma durumu için. işte o da “statuo” kökü nedeniyle durmakla ilgilidir. “Dur, yeni bir şey yapma” gibi yani.

Haberin Devamı

Güneş durdu ağaç süslendiEKİNOKSLAR

Güneş, bir yıl içinde böyle bir sekiz çizer

Tabii bir yılı icat ettikten sonra bunu parçalara bölmek, yani ayları, haftaları ortaya koymak da gerekiyordu. Gerekeni yaptık. Biraz Mezopotamya’dan Babil takvimi, biraz Mısır’dan Güneş takvimi derken, dünya kültür birikimi bir şekilde harmanlandı ve ayları, haftaları, günleri bir araya getiren takvimler oluştu. Her milletin takvimi kendisine göreydi ama her millet, güneşin durduğu zamanları, yani gündönümlerini biliyordu. Bir başka şeyi daha öğrenmiştik: Gün-tün eşitliğini, yani ekinoksları. Bu ekinokslar, aslında, gündönümlerinin tam orta yerindeydi. Gündüzün ve gecenin eşit uzunlukta olduğu zamanlardı. 22 Aralık’tan 22 Haziran’a ilerlerken bahar aylarındaki ekinoks, bu sürenin tam ortasında yer alan 21 Mart’ta, 22 Haziran’dan 22 Aralık’a (yani yazdan kışa) giderken de 23 Eylül’deydi.

Haberin Devamı

HER TARİHE BİR BAYRAM

Bütün bu tarihlerde farklı milletler farklı bayramlar yaptılar. Doğu’da 21 Mart, “Nevruz” olarak tanımlandı. Pek çok milletin takvimi de, doğanın canlanması, hayatın yeniden ortaya çıkması nedeniyle yeni yılın başlangıcı sayıldı. 22 Aralık’ta Yunan-Roma geleneği, başka bir bayram kutlardı. Ve bunun ardından da kutlamalar biraz uzunca sürerdi çünkü artık geceler kısalmaya, gündüzler uzamaya başlıyordu. Bu bayramın ardında da Doğu’nun gelenekleri vardı. Perslerin en önemli tanrısı Ahura Mazda, Hindistan’da bilinen adıyla Mithra’nın doğum günü olarak, tam da 24-25 Aralık gecesinden başlayan kutlamalar düzenlenirdi. Önce Büyük İskender’in ordularının tanık olduğu bu bayram, Roma İmparatorluğu’nun genişlemesiyle onlara da sirayet etti ve Roma, Mithras adıyla devraldı bu tanrıyı ve doğum gününü. Mithras, Satürn ile ilişkiliydi (sormayın neden) ve Romalılar bu bayrama Saturnalia adını verdiler.

Haberin Devamı

HZ. İSA NE ALAKA?

Sonra Hz. İsa doğdu. Kimse bu doğum gününün tarihini tam olarak bilemiyordu ama Hristiyanlığın kurallarının yazıldığı dönem, henüz pagan (Greko-Romen çok tanrılı dinler) geleneklerin yaşadığı, etkilerinin sürdüğü dönemdi. Bu nedenle hızla büyüyen Hristiyanlığın bu önemli günü, zaten binlerce yıldır kutlanmakta olan kış gündönümü (güneşin durduğu noktanın sonrası) etkinliklerine denk getirildi. Doğunun nevruzu olan 21 Mart ise yine Hristiyanlığın önemli bir başka günü olan Paskalya oluverdi. Aslında tam 21 Mart değildi, 21 Mart’tan sonraki ilk dolunayın ardındaki ilk pazar günü oldu. Eh, o kadar da doğrudan alınmaz değil mi, biraz değiştirmek, bir şeyleri farklılaştırmak lazımdı! Paskalya, Yahudiliğin fısıh ya da pesah bayramıydı aslında. “Hamursuz Bayramı” dedikleri... Bu “pesah”, oldu mu Latincede “pascha”? İşte o da zamanla “paska-lya”ya dönüştü. Ama İngilizcede bu bayramın adı Easter’dir. Hatırladınız değil mi yazının başında adını geçirdiğimiz Astarte’yi? Doğum ve doğu...

1 OCAK KİMSENİN DOĞUMU DEĞİL!

Peki 1 Ocak ne? Hiç! Dedik ya farklı takvimler vardı diye. İşte bu farklı takvimlerde Güneş ve Ay’a dayalı hesaplar da farklıydı. Birbirlerini tutmuyorlardı pek. Kiminde yıl 354 gündü, kiminde 360... Toplumlar takvimleri ite kaka, oradan saat alıp buraya ekleyerek, şuradan gün alıp buraya katarak takvimi nihayet tek tipleştirdi. Ama ona bile inat edildi. Asırlarca yeni yılın başlangıcı olarak 6 Ocak kutlandı mesela. 1 Ocak’ın yeni yılın ilk günü olması, şunun şurasında 1587’dir. Ama kimi Protestan ülkeler, 1 Ocak’ı kabul eden Gregoryen (Papa XIII. Gregorius bu işle görevlendirilmişti, çok iyi eğitimliydi ve oturup takvimi ite kaka düzeltti. Adını ondan alır) takvimi 1750’den sonra kabul ettiler.

BİZİM NARTUGAN’IMIZ VAR

Yani demem o ki, 1 Ocak’ın ne Hz. İsa ile bir ilgisi vardır ne de başka bir dinle ya da gelenekle. “Biz Hristiyan mıyız da yeni yılı kutlayalım?” gibi abuk sabuk laflar edenler boşuna debeleniyorlar çünkü yeni yılın Hristiyanlıkla hiçbir ilgisi yok. Kaldı ki ilgisi olsa ne olacak? Yazının başından beri, kültürlerin nasıl girift olduklarını, nasıl birbirlerinden etkilendiklerini okuyoruz. Başka pek çok konudaki kültürel etkileşimleri de bu köşede bolca yazdım. De ki bütün bunlar başka bir dinle ilgili. Ne olacak? Binlerce yıldır, değişen tarihlerde yeni yıl her millet tarafından kutlandı. Nevruz dediğin neydi ki?
İster inanın ister inanmayın Türkler ağaç da süslüyorlardı. Hem de yukarıda konuştuğumuz 22 Aralık’la ilişkili olarak. 22 Aralık’tan sonra gelen ilk dolunay, Türkler’de “Nartugan” olarak bilinirdi. Moğolca Güneş “nar”, “doğan” anlamında da “tugan”. Yani Güneş’in Doğuşu. (Hatırladınız mı Romalıların Saturnalia’sını? Bizimki çok daha eskidir. İşte bu Nartugan’ımızda ağaçları süslerdik. Güneş doğuyor, doğa uyanacak ve kutsal değerlerimiz can bulacak diye... Biz ağaç süslerken İsa’yı bırak belki daha Musa yoktu dünyada!

Güneş durdu ağaç süslendiOSMANLI DA AĞAÇ SÜSLEDİ

Nahıllara bakınız, maşallah!

Ağaçlar, Türk kültüründe çok değerli idi ve başka bayramlarda da süslenirlerdi. (Hayat Ağacı hakkında başka bir yazıda konuşuruz.) Bugün marketlerde satılan yapma yılbaşı ağaçlarını da Hristiyan geleneği diye iten dostlar, Osmanlı’nın nahıllarını da görmemişler anlaşılan. Özel günlerde, kutlamalarda çam ağacına (doğrusu akçam ağacı) benzeyen ahşap-metal karışımı iskeletler yaparlardı ve üstünü pırıl pırıl ederlerdi. Ağacı taşımak zordu ve Osmanlı da ağaç kesmeyi sevmezdi. (Arada kestikleri de olurdu tabii.) Çünkü Türk geleneği yaşıyordu ve ağaç kutsaldı. Onun yerine ağaca benzeyen şeyler yapmayı tercih ettiler, adına da nahıl (nahl) dediler. Yani, eğer yeni yıla girmek sizin için bir şey ifade ediyorsa, ama çekiniyorsanız bazı dinsel kulaktan dolma laflar yüzünden, gönlünüzce kutlayabilir, göğsünüzü gere gere ağaç da süsleyebilirsiniz. Çünkü bunlar, bizim kadim kültürümüzde zaten var olan şeyler. İstemeyen de kutlamaz elbette, o ayrı. Kimse kimsenin gırtlağına yapışmıyor.

40 GÜNLÜK SOĞUKLAR NEREDE?

Ama şimdi size başka bir şey daha söyleyeyim. 22 Aralık’ta başlayan, daha doğrusu başlaması gereken başka bir şey daha var: Zemheri! Arapçasıyla “erbain” yani kırk gün. Çünkü 22 Aralık’ta başlayıp 40 gün süren yılın en soğuk günlerini eskiler böyle tarif etmiş. Fakat şu ana kadar değil soğuk hava, serinini bile zor gördük. Umarım her şey normale döner de toprak, hasret kaldığı suya kavuşur.
İşte 22 Aralıklar, 22 Haziranlar, 21 Martlar... Nevruzlar Paskalyalar, Nartuganlar, yeni yıllar... İnsanın kültürüne sahip çıkması çok güzel ama inanın, bütün kültürler binlerce yıldır birbirlerini etkilemişler, alışverişte bulunmuşlar. “O bendendir, şu değildir” diye önüne geleni dışlamanın mutluluk getirmeyeceği açık. Üç günlük hayatta değer mi? Yakaladığınızı gutlayıverin, şıkıdık mıkıdık oynayıverin gari! Kalın sağlıcakla.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

BU HAFTA AÇIK BİTER GELECEK HAFTA YAĞIŞLI BAŞLAR

Bugün biraz serin, rüzgâr da pek yok. Yağış da beklenmiyor. Yarın güneyli hava biraz esmeye başladığında hava yine ılıklaşacak, hele pazar günü lodos coşunca (ki kuvvetli esecek) daha bir ılıklaşacağız gibi. Ama bütün bunlar, pazar akşamı değişecek gibi duruyor. (Bunlar değişken şartlar tabii. Pazar daha erken de olabilir bu.) Lodos, yerini günbatısına bırakırken beraberinde, Balkanların üzerindeki yağışları da getirecek ve hayli ıslak bir pazartesiye merhaba diyeceğiz gibi. Ama bu nihayet “kış geldi” demeye yetecek mi, bilmiyorum. Hele erbainin (bkz. yazı) başlamasıyla ilgili durum tam bir muamma.

Yazarın Tüm Yazıları