Paylaş
Karamsar mısınız? Ya da gittikçe mi karamsarlaşıyorsunuz? Belki de kötümserdiniz eskiden, şimdi aksine (yani bilakis) iyimsersiniz. Karamsar ile eşanlamlısı kötümser, ne güzel sözcükler. Anlamları itibariyle değil elbette, Türkçeye zenginlik katmak, Türkçenin zenginliğini ortaya çıkartmak adına güzeller. Kötü ile karanın birbiriyle ilişkilendirilmesi, iyi ile beyazın ilişkilendirilmesine benzer ve zihnimizde kurduğumuz bu bağlantı, halkla ilişkiler, pazarlama, propaganda gibi faaliyetlerin uzmanlarının kullandığı bir bağlantıdır. Zira tarih boyunca kötülerin beyaz giydiği de çok olmuştur; kötü, beyaz giysiler içinde gösterildiğinde halk üzerinde etkisi olur; masallarda bile kuzu postuna bürünmüş kurt, ayağını unla beyaz yapıp anne koyun taklidi yaparak kuzuları kandırmaya çalışan kara kurt gibi figürler bolca karşımıza çıkar. Ülkemizde bir zamanlar siyah tişört giyen gençleri satanist diye pataklayan kıt beyinliler vardı. O eylem ne kadar ahmaklıksa, beyaz giydiği için birini iyi zannetmek de aynı şey. Çünkü kötü, hangi posta bürüneceğine, anlık duruma göre karar verir! Atasözleri muhteşem şeyler. İnsanın iyisi kötüsü iş başında ve zor şartlarda belli olur anlamındaki söz zaten ataların da beyaz-siyah farkına bakışlarını anlatıyor: “Ak don kara don geçitte belli olur.”
İLLE DE KÖTÜ
Hepimizin kötümserliğe kapıldığı zamanlar olabilir. Hatta öyle kötümser olabiliriz ki, uğraşıp didinsek de iyi bir şey göremeyip iyimser tarafa geçemeyiz. Kalakalırız kötü tarafta öylece. Kendi dışımızda gelişmiş olaylar zincirinin sonucu -ki ne kadar bizim dışımızda geliştiği ayrı bir sorgu ve özeleştiri konusu olmalıdır her zaman- kötü olmadığımız halde kötü hissederiz. Oysa ne çok ihtiyacımız vardır o anda iyi şeylere…
Ama kimi insanlar vardır ve hepimizin çevresinde mutlaka bulunur onlardan, ortada kötü bir şey yokken ya da büyütecek bir şey yokken de onlar hep kötümserdir. Onlar kötüyü görmek için koşullanmışlardır. Bardağın boş tarafını görmek için çaba harcar, mutlu olacak onlarca neden varken mutsuzluğa gerekçe aramak için mesai harcarlar. Cem Yılmaz’ın “Diamond Elite Platinum Plus” gösterisinde dile getirdiği gibi, güzel bir ortamda bile o ortamda yeterince bulunmadığından şikâyet edebilenlerdir onlar işte. Kendi tatları hep kaçıktır, çevrelerindekilerin tadını kaçırmak için de (bilmeyerek de olsa) ellerinden geleni yaparlar. Onlar her şeyin “kötü” tarafını görürler. Kötü bir taraf yoksa bile!
MICHAEL JACKSON’UN KULAKLARI ÇINLASIN
Dilimizde, bugün pek kullanılmayan “bedbin” sözcüğü Farsçadan gelmiştir. Bed, Farsça “bâd” diye yazılır ve “kötü” demektir. Diyeceksiniz ki “İngilizcede de kötü ‘bad’ diye yazılıyor”. Çok haklısınız. İşte Hint-Avrupa dil ailesinin marifetleri böyle renkli ve saymakla bitmez. Bitmesin de zaten, bize eğlence çıkıyor. Farsçada “bâdbîn” diye geçen bu sözcüğün “bîn” kısmı ise “gören” anlamını taşıyor. Yani bizim okuyuşumuzla bedbin, “kötüyü gören” anlamını taşıyor ki bence deminden beri konuştuğumuz durumu çok iyi özetliyor. Kötüyü görüyor kişi inatla, iyiyi görmüyor!
BİN DEREDEN SU GETİRSEN…
“Gören” anlamındaki bu “bîn” ekini biz başka yerlerde de kullanıyoruz. Dilimizde “dürbün” diye geçen sözcük, bunun en güzel örneği. (Hodbin vardır bir de. Hod “kendi” demek. Hodbin, kendini gören. Yani bencil!) Dürbün’ün “bün” kızmı, az önceki Farsça “bîn”. “Gören” yani. Dür ise yine Farsça “dûr”dan geliyor, “uzak” demek. Sanskrit “dura” da aynı anlamda. Dûr+bîn, durbîn şeklinde söylenmiş, bize gelmiş, ağzımızda dürbün olmuş. Ama Farsçadaki dûrbîn, bir aletin adı değil, insanlar için söyleniyor. Yani “uzağı görme yetisine sahip kimse” anlamında. Bu anlam, hiç kuşku yok ki gözleri teleskop gibi insanlardan ziyade, uzak görüşlülük için türetilmiş bir terim. Hani bugün “vizyon sahibi” dediğimiz türden. Doğrusu şu: “Dürbün”, aslında vizyon sahibi kişi demek.
GÜVENMEK EN ÖNEMLİSİ
Yine “dür”den gidelim ama bu biraz farklı bir “dür”. “Dürlerin kökeni” gibi oldu bu. İşin esprisi bir yana, çok sık kullandığımız ama uzun zamandır pek de yüz vermediğimiz bir kavramın karşılığı olan “dürüst” sözcüğüne gelelim. Türkçe seslere göre yaklaşacak olursak, ikisi de aynı dür’müş gibi duruyor. Fakat ikisi de Farsçadan geldiği halde farklı köklerle kullanılmışlar orijinal dillerinde. Dürüst, Farsça drust veya durust sözcüğünden geliyor. Sağ, sağlam, doğru, düz, düzgün anlamlarında bir sözcük. Eski Farsça “druv-işta” sözcüğü ise “en doğru, tam doğru” demek. Hint-Avrupa geçişli “deru” sözcüğü de “düz, doğru” anlamlarına geliyor.
Şimdi size çok ilginç bir bağlantıyı göstereceğim. Bizim “dürüst”ün kökeni olan Farsça drust/durust sözcüğü, bugün “trust” (trast okunur) olarak yaşantısını İngilizce konuşan uzak coğrafyalarda sürdürmektedir. İngilizce bilenler bilir, trust, isim olarak güven, fiil olarak güven duymak anlamlarındadır. Eh, bir şey ya da biri, sağlam, doğru, düzgün ise ona herkes güven duymaz mı? Eğer güven yoksa, sağlamlık, doğruluk, düzgünlük de yoktur. Bu, sözcükler ne olursa olsun, hepimizin yüreğinde taşıdığı bir his değil midir zaten? Adı ne olursa olsun, hepimiz aynı duyguları yaşarız.
OLACAĞI BUYDU
Birisi bize bir kaşık bal uzatır, sevinip bala uzanırız, tam ağzımıza atacakken, balı geri çeker o kişi. Üzülürüz. Sora bal yine uzatılır, yine uzanırız yemek için, yine geri çekilir. Sonra artık “güven” kalmadığı için başlarda tereddüt eder, sonra iyiden iyiye ciddiye almayız bize bal uzatılmasını. Nasıl olsa yiyemiyoruz, ne diye her seferinde uzanalım, değil mi? Güven dağılmış, ortada ne “drust” kalmıştır, ne “dürüst”, ne “durust”!
Bir de madalyonun diğer tarafı var. Yine şaşıracağınızı sanıyorum. Hint-Avrupa sözcüğü “deru”dan söz ettim ya az yukarıda hani, “doğru, düz” anlamında… İşte o sözcük de yine İngilizce konuşulan coğrafyalarda karşımıza “true” olarak çıkar. True… Yani, “doğru”! “Gerçek” anlamında da kullanılır. Peşinde koşulası bir kavram.
O OLMASAYDI, BU OLMASAYDI…
Alt tarafı bir iki sözcükle kısa bir yolculuk yaptık ama iyi yol aldık sanıyorum. Bakınız Batı, köklerini Yunan’da arar. Hellen kültürü, Batı’nın (onlara göre) çekirdeğini oluşturur. Çekirdek oluşturduğu tarafları yok değil. Hatta çok var. Demokrasi mesela. Tiyatro… Sanat… Hellen (Yunan) uygarlığı olmasaydı Rönesans olur muydu? Olmazdı ya da belki çok daha geç ortaya çıkardı. Rönesans olmasaydı, “aydınlanma” olur muydu? Çok zor. Ya hümanizm gelişir miydi? Kim bilir?.. Evet, Yunan kültürü çok şey verdi Batı’ya ama bu köşede çokça konuştuğumuz gibi Yunan kültürü de başka pek çok unsurların üzerinde yeşerdi. Kendi başına başardığı işleri, hiç kuşku yok ki Mezopotamya’dan ve Mısır’dan aldığı kimi değerlerin üzerine inşa etti. Evet, Batı’nın kökleri Yunan içinde var ama çok daha doğuda, Mezopotamya’da ve onun da doğusu Hindistan’da da var. Yukarıda çok basit birkaç kelimenin üzerinde durup kavramların nasıl derin kökleri olduğuna yüzeysel baktık. (İzniniz olursa buraya sığdıramadığım derinliği, hazırlamakta olduğum kitaba alıyorum.) Bu kadarcık bir bakış bile çok şey anlattı bize.
KÖKTE ARARKEN…
Demem o ki, Batı, köklerini Yunan’da ararken, aslında çok daha doğuda başka ve daha eski kökleri olduğunun farkında. Biz, Anadolu’da, Batı ile Doğu’nun tam ortasında durup, binlerce yıl boyunca alışverişte bulunan bu kültürlerden bazılarını kabul ederken, bazılarını da reddediyoruz. Reddetmek ne kelime, yok sayıyoruz. Öyle değerli bir dünya mirası üzerinde yaşıyoruz ki, doğru kullanılsa yeryüzünün en fazla turistini çekecek, tüm dünyaya kültür ve tarih dersi verecek bir yapıya sahibiz. Ama çok şeyi yanlış yapıyoruz. Kültürel miras yapıların kapılarını kemiriyor, sıvalarını kazıyor, duvarlarına bitişik plastik tuvalet inşa ediyoruz. Kazı alanları hepimizin geçmişine ışık tutacakken, güvenlik önlemlerini geçip binlerce yıllık duvarları kazmayla delerek hazine arıyoruz. Kendi tarihimizi, üzerinde yaşadığımız toprakların tarihiyle özdeşleştirmek varken, hep aynı tarihlere saplanıp kalıyor, bir dakika bile öncesini faydamıza çeviremiyoruz.
BEDBİNLİK DEĞİL TESPİT
Hayır bedbinlik yapmayacağım. Tespitte buluyorum. Yıllarca pek çokları gibi dürbünlük yaptığım doğrudur. Yaptığımız yanlışlardan biri de şudur: Bütün dürüstlüğü ile “dûrbîn” olanın sözü dinlenmez, el tersiyle bir kenara itilir. Çünkü vizyon sahipleri (dûrbînler) genellikle o an için geçerli beklentilere ters düşen şeyler söylerler. Dürüsttürler. Gerçeği söylerler ama dinletemezler. Onlara güven (trust/drust) duymamız gerekirken, dışlarız. O yüzden de güzel atalarımız, bu kötü huyumuzu tespit edip tarihe kazımışlardır: Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. “Böyle gitmez” diyenleri, bedbin değil, dürbin olarak görmek galiba doğru olacak.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
YAZ SICAĞI
Kimse özlemediğini söylemesin. Herkesin dikkatine, yaz sıcağı ayağınıza geldi. Ağaç gölgesine, kafe terasına, ev balkonuna, salon penceresine itinayla yaz sıcağı gönderilecek bu hafta sonu. Pek kuvvetli bir rüzgâr olmadığı için de bir güzel ter dökebiliriz ama kilo vermek de işin hediyesi olabilir. Pazar günü denizde biraz kuzey yönlü rüzgârlarda canlanma var, yelken açacaklara önerilir. Lakin sonrasında, cuma ve cumartesi olduğu gibi yeniden zayıf güneyli havalara dönecek gibi görünüyor. Bölgemizde yağış beklenmiyor.
Paylaş