Paylaş
Tirilye limanının maskotu, sevimli susamuru da bu cinayetin kurbanlarından. Foto Nihat Erdin.
Bugünlerde Marmara kıyılarında yaşayan herkes “müsilaj” ya da “salya” uzmanı kesildi. Kimi haber sitelerinden konuyu taradım. “Uzmanlar diyor ki…” gibi laflar bolca var ama kimdir o uzmanlar, ne isim var, ne bir başka kimlik bilgisi. “İsimsiz uzmanlar” demiş birşeyler. En çok dedikleri şey ise müsilaj denen hadisenin “doğa olayı” olduğu. Öyle mi, değil mi? Ben meraklı ve şüpheci adamım, öyle her lafa inanmam. Güdümlü malumata (malumat bilgi değildir, başka yazıda konuşacağız) hiç itibar etmem.
Güzelyalı limanından başka bir üzüntü. Balık boğulmuş. Foto Emre ÖzgenY
Konu deniz ve biyolojik bir “şey” olduğu ve bu iki unsuru (deniz ve biyoloji) bir araya getiren uzmanlığa hidrobiyoloji dendiği için konuyu bir hidrobiyologa sormak gerekir. Olay Marmara’da cereyan ettiği için Marmara’yı yakından tanıyan, konunun geçmişini çok iyi bilen bir hidrobiyolog en iyisi olacaktır. Bu kişi de elbette, Sevinç-Erdal İnönü Vakfı Marmara Environmental Monitoring Project, Türkçesiyle Marmara Denizi’nin Değişen Oşinografik Şartlarının İzlenmesi Projesi, kısa haliyle de MAREM Lideri Hidrobiyolog Levent Artüz idi.
KİRLİLİK GÖSTERGESİ
Kurtulmaya çalışmış ama kurtulamamış zavallı. İnsanların kurbanı bir balık. Foto Nihat Erdin.
Ben burada sözü önce MAREM’in 10 Mayıs 2021 tarihli basın açıklamasından alıntılara bırakmak istiyorum.
“Bu tür anomalilerin başlıca sebebi, ortamda tür çeşitliliğinin azalması ve buna bağlı olarak mevcut türlerin fert adetlerindeki artıştır. Daha yalın anlatım ile bu tür anomaliler denizdeki kirlenme düzeyinin göstergesidir” denen açıklamada şu satırlar dikkat çekiyor:
DOĞAL OLAY DEĞİL
Güzelyalı liman içi. Foto Emre ÖzgenY.
“Kamuoyunda söz konusu oluşumun temizlenerek giderilebileceği, sebebinin doğal bir olay olduğu, küresel ısınmanın bir sonucu olduğu gibi hayal unsuru tespit ve çözüm haberlerini üzülerek izlemekteyiz. Balıkçılık faaliyetlerine kökünden balta vuran, denizimizin rekreasyonel açıdan kullanımını engelleyen, deniz taşıtlarına ve av araçlarına büyük zararlar vererek ciddi bir ekonomik kayba neden olan bu olgunun tek sebebi Marmara Denizi deniz kirliliğidir.”
TAM BİR KISIRDÖNGÜ
MAREM Proje Lideri Hidrobiyolog Levent Artüz
“Bu kirliliğin oluşmasındaki temel neden de Marmara Denizi’nin alıcı ortam olarak kabul edilip, geçici mühendislik çözümleri ile derin deniz deşarjları uygulanarak, atıkların Akdeniz kaynaklı alt akıntıya verilmesidir”.
“Söz konusu organik oluşumun ortadan kalkmasının tek koşulu bakteriyolojik olarak parçalanmasıdır, ancak ne yazıktır ki Marmara Denizi buna yetecek miktarda suda çözünmüş oksijene sahip değildir ve süreç tam bir kısır döngüye girmiştir.”
Efendim MAREM’in basın açıklamasından son alıntıyı, yazının sonunda bulacaksınız. Şimdi, hidrobiyolog Levent Artüz’ün, konunun tarihçesini ele aldığı yazısını okuyalım çünkü bu müsilaj denen şey bir günde ortaya çıkmadı.
TARİHÇE
“Bugün itibarı ile yaşadığımız sorunu anlayabilmek için, sorunun tarihçesini, bizi bu noktaya getiren süreci iyi bilmemiz gerekir. Söz konusu sürecin başlamasından bugüne 54 yıl gibi kısa bir süre geçmiş, bu zaman zarfınca Boğaziçi ve Marmara Denizi’nden çok sular akmış ve bu nadide, jeolojik olarak genç ve sağlıklı, zamanında biyolojik çeşitliliği çok yüksek olan denizimiz, palyatif mühendislik yaklaşımları ile nefesi kesilerek, taammüden öldürülmüştür.
Bu kısa tarihçeye bir bakalım;
İstanbul kentinin atıklarının bertaraf edilmesinin çağdaş bir yapıya kavuşturulması amacı ile birleşmiş Milletler Kalkınma programı önceliğinde bir proje hazırlanır. İstanbul’un atıksu ve yağmur suyu drenajını konu alan bu proje İstanbul Kanalizasyon Projesi yani orijinal adı ile DAMOC [Daniel, Mann, Jhonson – Alvard, Burdic – Mendhall – (Houston Motors, Columns. Chechi ve Comp)] kapsamında 1967-1968 döneminde gerekli ölçümler yapılır ve 1971’de bitirilerek teslim edilir. Söz konusu proje atıkların çağdaş yöntemler ile bertarafı esasına dayanmaktadır ve bir dizi arıtma tesisinin yapımını tavsiye etmektedir.
Ancak, 80’li senelerde politik amaçlar ve oldu-bitti ile DAMOC revize edilir. Amaç kalıcı çözüm getirmek yerine, bir an önce görünür pisliği halı altına süpürmektir. Bu amaçla yabancı Camp, Dresser ve MCKee firmaları ile Türk Tekser firması konsorsiyumuna CAMP-TEKSER İstanbul Kanalizasyon Projesi Revizyonu hazırlatılır. Söz konusu “revizyonda” arıtma kavramı ortadan kaldırılmış, akıldışı bir yöntem ile Marmara Denizi alt akıntısının konveyör (taşıyıcı bant) olarak kullanıp, atıkları arıtılmaksızın derin deniz deşarjı ile buraya basıp, bu yolla Karadeniz’e ulaştırma fikri(!) ortaya atılmıştır. İller Bankası tarafından çalışması yapılan ve yayınlanan etki değerlendirme raporunda bile kabul edilemez bulunan bu fikir, bilim insanlarının itirazlarına ve her şeye rağmen, sığ çıkarlar uğruna yürürlüğe konularak 1989 başında devreye alınmıştır.”
HİÇBİRİ TESADÜF DEĞİL
“1989 Temmuz ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa Kteneforlar’ca (Beroe ovata) oluşturulan kırmızı-su (Red-tide) olgusuna rastlanmıştır.
1989 Ekim ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa, Sarayburnu – Tuzla – Adalar üçgeninde kitlesel balık ölümlerine rastlanmış, durumun yarattığı şaşkınlık dolayısı ile İstanbul, Ankara ve bazı Karadeniz’e kıyısı olan kentlerde Valiliklerce balık satış ve tüketimi yasaklanmıştır. Bu Marmara Denizi genelinde yaşanmış olan durum, ilk ve en büyük “balıkların boğularak ölmesi” olayıdır.
1992 Temmuz ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa yeşile bulanmış (Green-tide), yemyeşil bir görünüm kazanmıştır. Zamanında basın bu durum ile yakinen ilgilenmiştir.
1993 Temmuz ayında Marmara Denizi yine kırmızıya bulanmış (Red-tide), Marmara Denizi tarihinde ilk defa görülen yakamozun (Noctiluca scintillans) yarattığı bu domates çorbası rengindeki olgu, basını ve kamuoyunu ciddi şekilde meşgul etmiştir.
1995 Eylül ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa taraklı medüzlerin (Mnemiopsis leidyi) (balıkçı deyimi ile kay-kay) istilasına uğramış, Marmara Denizi genelinde denizanası adaları oluşmuş, balıkçılık uzun bir süre sekteye uğramıştır.
1996-1997 döneminde Marmara Denizi’nde istihsali yapılan orkinos, kılıçbalığı gibi kıymetli balık türlerinin istihsali ya Marmara adalarının batısına kaymış ya da yapılamaz hale gelmiştir. 1989 öncesi ticari öneme sahip 124 balık türünün büyük çoğunluğunun Marmara Denizi’ndeki istihsali yapılamaz duruma gelmiştir.
1998-1999 döneminde Marmara Denizi tarihinde ilk defa yoğun bir şekilde istihsali yapılan ve tümü ihracat kalemi olan beyaz kum midyesi (Chamelea gallina) içerdiği DSP (Diarrhetic Shellfish Poison) ve PSP (Paralytic Shellfish Poison) biyotoksinleri dolayısı ile ihracat problemleri yaşanmaya başlamıştır. İhracatı devem ettirebilmek çabası ile Marmara Denizi’nde bu biyotoksinleri takip edecek laboratuvarlar kurulmuş ve düzenli analizlere başlamıştır. Düzenli analizler sonucu söz konusu biyotoksinleri içeren planktonun sürekli artış gösterdiği ortaya çıkmıştır. Alıcı ülkelerin de Marmara Denizi menşeli beyaz kum midyesini ülkelerine kabul etmemeleri sonucu 2000’den itibaren Marmara Denizi’nde beyaz kum midyesi istihsali tamamen yasaklanmıştır, çok ciddi stoklar olmasına rağmen yasak halen devam etmektedir.”
KORKUTUCU GELİŞMELER
“2000 senesine gelindiğinde;
1) Marmara Denizi tarihinde ilk defa balık istihsali dramatik şekilde düşmüş, genel istihsali sadece 1-2 tür balık taşır hale gelmiştir.
2) Yine 2000’den sonra arıtılmaksızın yapılan deşarjlardan dolayı bulanıklığı artan Marmara Denizi’nin tarihinde ilk defa, yüzey suyu sıcaklıklarında anormal artışlar görülmeye başlamış. Diğer denizlerde küresel ısınmanın etkisi 1°C sınırında olurken, komşu denizlerde bu sınır geçilmemişken, Marmara Denizi tarihinde ilk defa sıcaklık ortalama 2,5°C artmıştır ve artış sürmektedir.
2002’de ilk defa Adalar’ın batısından Gemlik Körfezi’ne uzanan hattan başlamak üzere, Marmara Denizi genelinde dip (bentik) ekosisteminde köklü değişikler gözlenmeye başlanmış, bentik canlılar yok olurken onların boşalttığı alanı denizkestaneleri (sığ kesimlerde Kalp kestanesi = Spatangus purpureus; derin kesimlerde Brissus unicolor) doldurmaya başlamıştır.
2007 Eylül ayında Marmara Denizi tarihinde ilk defa musilaj agregat veya balıkçıların deyimi ile “lez”, “deniz salyası” oluşumu Marmara Denizi genelinde görülmüş ve geriye kalan canlı hayata, geri dönülemez zararlar vermiş, balıkçılık faaliyetlerini durma noktasına getirmiştir.
2010’da Marmara Denizi su ürünleri endüstrisinde önemli rol oynayan balık türlerinin sayısı 4-5’e kadar düşmüş, su ürünleri (balık) üretiminde yalnızca istavrit % 80’in üzerinde bir paya ulaşmıştır. Lüfer gibi simge balıklar ile ilgili kampanyalar başlatılmış, büyük balık-küçük balık tartışmaları başlamıştır.
2011’den itibaren Marmara Denizi ticari balıkçılığında iş “bu sene balık iyi olacak - sular soğumadı - bu sene sezon kötü geçti” söylem sarmalı arasına sıkışmış, avlanan balıkların ticari boylarında ciddi düşüşler gözlenmeye başlamıştır.
2012’den itibaren Marmara Denizi’nde istilacı türlerde (örn: Styela clava, Asterias amurensis, Crassostrea gigas, Lagocephalus ssp. = balon balıkları vd.) ciddi artış başlamıştır.
2013’ten itibaren özellikle Marmara Denizi’nin batı kesimlerinde, ilkbahar dönemlerinde yoğun ve yaygın kızıl su (red-tide) oluşumları olağan(!) hale gelmiş, kamuoyu tarafından normal doğal bir olay(!) olarak algılanmaya başlamıştır.
2015’te sadece Marmara Denizi kış yüzey suyu sıcaklıklarında bulanıklığa bağlı olarak ciddi yükselmeler gözlenmeye başlanmış, yaz ortalamalarında ise küresel ısınmanın 2 katı yüksek değerlere rastlanmaya başlamıştır. 1989 senesi öncesi ortalama 8m olan bulanıklık (secchi-disc) değeri, ortalama 1.4m’ye kadar düşmüştür.
2017’de Marmara Denizi genelinde mevcut kirliliğe ek olarak, yeterli arıtma olmadığından, yoğun plastik (mikro ve makro-plastik) kirlilikleri gündeme gelmeye başlamıştır.
2021 Mart ayının sonunda başlayan masif musilaj agregat (salya/lez) kamuoyunun gündemine oturmuştur.”
AYNI UYGULAMALARLA FARKLI SONUÇ BEKLEMEK?
“Bu belirtilen süreçteki tüm olaylar geçmişte ve günümüzde basında yer bulmuştur. Belirli bir süre konuşulmuş, gündemi meşgul etmiş ve unutulmuştur. Meraklı olanlar bu tarihlerdeki yayın organlarına müracaat edebilir.
Bu çerçeveden hareketle, günümüzde yaşananlar bariz ve çok önceden bilim insanları tarafından uyarılmış ve göz göre göre gelmiş bir sürecin son halkalarını oluşturmaktadır. Durumu anlamak ve çözebilmek için, önce ve acilen geçmiş ile hesaplaşmamız gerekmektedir. Yoksa farklı projelerde aynı uygulamaları yapıp, farklı sonuçlar beklemek, bu somut örnekte olduğu gibi bize daha çok kaybettirecektir.”
KANALİZASYON SORUNU ÇÖZÜLMELİ
Artüz’e çok teşekkür ederiz. Son olarak, MAREM’in basın bültenine bakalım. Çözüm neymiş:
“Gelinen bu noktada atılması gereken adım; bugüne kadar uygulanan milyarlarca dolarlık projelerin, soruna gerçekçi bir çözüm getirmediğini kabul ederek, Marmara Denizi ve çevresinin kanserleşmiş atık ve kanalizasyon sorununu çözmektir.”
Yazarınızın yazıdaki tek yorumu da burada olsun. Doğada olan her şeye doğa olayı demek epey sığlık olsa gerek. Birisi benim ayağıma taş bağlayıp denize atsa boğulurum. Boğulmak doğal bir olaydır ama bu durum, doğal bir olay değil, cinayettir. Şu an Marmara’ya bakan bizler, bir cinayetin hem tanıkları hem sanıklarıyız. Elbirliğiyle Marmara’yı öldürüp, “Bu doğal bir olay” diyerek kendimizi kandırıyoruz. Büyük bir suç işlediğimizi saklıyormuş gibi yapıp vicdanlarımızı susturuyoruz. Lütfen söyleyin: Hiç denizde balık boğulur mu?
TEŞEKKÜR: Benimle ve dolayısıyla tüm kamuoyuyla bilimsel görüşlerini paylaşan değerli bilim insanı Sayın Levent Artüz’e; acı olayı belgeleyen fotoğrafları için Tirilye ve Güzelyalı limanlarından dostlarım Sayın Nihat Erdin ve Sayın Emre Özgen’e çok teşekkür ederim.
MAREM hakkında bilgi almak için marem.org
Paylaş