Paylaş
Kays’ın doğuşunu ve Kays ile Leylâ’nın mektepte birlikte okumalarını tasvir eden minyatürler (Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, Paris Bibliothèque Nationale, Ancient, nr. F.316) TDV İslâm Ansklp.
Arap sultanlarından biri, Leyla ile Mecnun aşkının ilk meşhuru Mecnun’un öyküsünü duymuş, (evet, Mecnun daha yaşarken meşhur olmuş, deli deli halleriyle) merak etmiş. “Getirin onu bana!” demiş, bulup getirmişler. “Bre adam, insanlarda ne kusur buldun ki vahşi hayvanlarla yaşarsın?” diye sormuş. Mecnun, “Ben Leyla’nın aşkıyla bu hallere geldim. Beni eleştirenler bir kez onu görselerdi, böyle düşünmezlerdi” diye yanıt vermiş. Sultan bu kez Leyla’yı merak etmiş, onu getirtmiş. Bir bakmış kara kuru bir kız, kendi bildiği güzellikten eser yok. Mecnun’a çıkışmış: “Benim haremimdeki cariyelerin en çirkini bile bundan güzel!” “Sultanım” diye yanıtına başlamış Mecnun, “Ona ancak benim gözümle bakarsanız ancak ince güzelliğini görürsünüz, ancak o zaman hakikat perdesi kalkar” demiş. Sadî Şirazî’nin, sekiz asır önce Gülistan adlı dev eserinde Mecnun’a söylettiği bu değerli lafı, çağımızda çok değerli ozanımız Âşık Veysel, belki de çok daha güzel söylemişti: “Güzelliğin on par’ etmez / Bu bendeki aşk olmasa / Eğlenecek yer bulamaz / Gönlümdeki köşk olmasa.”
GERÇEK BİR ÖYKÜ SANKİ
Başta, “Mecnun yaşarken…” diye bir şey söyledim, bilmeyenler hayli şaşırabilir. Sahiden yaşadılar mı? Galiba yaşadılar. Ve galiba bu öykü gerçek. Ancak kaynaklar, Leyla’nın (ve hemen arkasından ölen Mecnun’un) ölüm tarihini 688 olarak verir. Emevîlerin beşince halifesi Abdülmelik zamanında yaşanmış bu öykü. Prof. Nimet Yıldırım’ın Fars Mitolojisi Sözlüğü’nde, öykünün ilk kez İbn Kuteybe’nin “eş-Şi’r ve’ş-Şu’ara” adlı eserinde, 889 yılında yer aldığı yazar. Gelin hikâyemizi hatırlayalım.
Benî Amîr (yani Amîr oğulları) kabilesinin şefinin çok geç ve uzun yakarışlardan sonra dünyaya gelen oğluna Kays adını koyarlar. Bu nedenle asıl adı Kays bin Mülevveh olan çocuk, Kays-i Âmîrî olarak bilinir. Aynı kabileden Mehdî bin Sa’d veya Mehd bin Rabiâ’nın kızı da Leyla’dır. Bunlar aynı yaştadırlar ve aynı okula giderler. (Kızlarla erkeklerin ayrı ayrı okumaları gerektiğini ileri süren insanlık dışı bağnaz sistem o gün bile yokmuş anlaşılan. Olsaydı, böyle bir öykümüz olmayacaktı.) 10-11 yaşlarındayken, birbirlerine âşık olurlar. Dedikodu baş gösterince kızı okuldan alırlar. Kays da sevdiğini göremeyince deliye döner. (O yaşta böyle şeyler oluyor mu bilmiyorum. Oluyormuş demek ki.) Öyküye göre Kays, okulda sayıklamalara başlar, börtü böcekle konuşur falan. Sonra da sahraya, yani çölde veya kırda gezinmelere başlar tuhaf tuhaf. Deli deli haller göstermeye başlayınca kendisine “mecnun” derler. Kabile reisi olan babası, tek oğlunu kurtarmak için dil döker, onu alıp Kâbe’ye götürür vs. Fakat Kays, akıllanmaz. Sonunda gidip Leyla’yı isterler, kızın babası da, “Sen reissin ama oğlun için deli diyorlar. Deliye kız mı verilir? Git onu iyileştir, söz o zaman veririm” der.
GİTTİ GÜL GİBİ ÇOCUKLAR
Kays’ın babası reis bey, bunu iyi bir haber olarak yorumlayarak oğluna gider ve anlatır. Fakat 11-12 yaşında olan gerzek Kays, düzelmeye çalışacağı yerde, bu durumdan zevk alırcasına (ki bence zevk aldığı kesin) hiçbir düzelme çabası göstermez, her şeyi reddeder. Her neyse, gel zaman git zaman, Leyla’yı başkasına (İbn Selam adıl gence) verirler ama Leyla, evlenmesine karşı olan bir peri masalı uydurarak, saf kocasının kendisine dokunmasına engel olur. Evlendiğini duyan Kays iyice deliye bağlar; sonra karısına dokunamayan İbn Selam kederden ölür! Leyla sevinir, çölde Kays’ı aramaya başlar, bulur da. Ama ikisi de o kadar çökmüştür ki birbirlerini tanımazlar. Konuşarak kim olduklarını anlarlar ama artık iş işten geçmiştir! Gencecik çocuklar, ergenlik yaşında yok olur giderler. Bakmayın eski Türk filmlerinde kazık kadar insan olduklarına, küçücüktürler aslında. Önce Leyla ölür, sonra onun kabrinin üzerinde ağlarken Kays. Yani Mecnun.
TUTARSIZLIKLAR ÖYKÜSÜ
Bu öykünün ne kadarı gerçek bilmiyoruz. Ama duman, ateş olan bir yerden çıkmış kuşkusuz. Bu bir aşk öyküsüdür ve o kadar sevilmiştir ki, üzerine ciltler dolusu kitap, sayfalar dolusu şiir yazılmıştır da bitmemiştir daha. Hatta Türk televizyon tarihinin en nitelikli işlerinden birine isim bile olmuştur hikâye. Fakat, bu kadar tutulmasının (dizinin değil, öykünün) nedeni, olsa olsa çok acıklı olmasıdır. Yoksa, Nizamî’nin, Fuzulî’nin vs. anlattığı öyküde son derece büyük tutarsızlıklar var. Mesela öykünün ilerleyen bölümlerinden birinde Nevfel diye sözü geçen bir adam, sırf Mecnun için Leyla’nın kabilesiyle savaşa tutuşur, insanlar ölür. Mecnun bu sırada Leyla’nın tarafından askerleri tutmakta, kendisi için savaşanları hançerlemektedir! Öncesinde, Nevfel, Mecnun için aracı olup onu ikna edince deli oğlan, saçını sakalını, tırnağını keser, adama döner. “Yahu madem delilikten sıyrılabiliyordun, ne diye baban en başında kızı istediğinde normalleşmedin?” diyemiyor insan. Şiddete karşıyım ama birkaç kez Mecnun’u eşek sudan gelinceye kadar dövesim geliyor okurken.
Mecnûn’un Leylâ’yı görmek için çölden kabilesine gelerek onun çadırı önünde düşüp bayılmasını gösteren minyatür (Londra British Library, Or., nr. 405) TDV İslâm Ansiklopedisi
CİNLERE KARIŞMAK…
Denebilir ki, asıl adı Kays olan birine neden Mecnun denmiş? Bir kere, “mecnun” bir isim değil sıfat. “Cinlere karışmış” anlamına geliyor Arapça. 3 Nisan 2020 tarihli “Üç Harfliler” başlıklı yazımda (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/tayfun-timocin/uc-harfli-ler-41485055) cinlerle ilgili pek çok bilgiye yer vermiştim ama hatırlayalım. Arapça “c-n-n” kökü, kapanma, kapatma, örtünme gibi anlamlara sahip. Cennet mesela, kapalı bahçe anlamına geliyor. Cinnet de “bilincin örtünmesi” anlamına geliyor ki, bilinç yitirilmesinin korkunç sonuçları olabiliyor. İşte bizim “mecnun” sıfatı da buradan. Bugünkü kaba sokak jargonuyla, “kafayı yemiş kişi” denebilir.
EVET EVET BU KÜLTÜRE AİTLER
İsmi “gece”den, yani Arapça “leyl”den gelen Leyla’nın, İbn Selam’la evlendikten sonra uydurduğu “peri” hikayesi de ilginç. Burada, “O bizim kültürümüzde yok, şu bizim kültürümüzde yok” demeyi çok seven, ama bu konuda tek satır okumak yerine, diğer tek satır okumamışlarla istişareyi rehber edinenlere söyleyelim: Peri, İslâmiyet öncesinden beri Doğu’nun öz malıdır! Farsça parî/parrî’den gelir. Daha eskiye gidildiğinde “parîk” haline gelir, Avesta’da “pairikâ” diye geçer. Tam olarak da bugün çizgi filmlerde gördüğümüz şeylerle aynıdır, ta o zamanda bile! Avesta biliyorsunuz, ilk tek tanrılı inanç olan Zerdüştîliğin metinleridir ve onlarda peri, “insan suretli iyi ruh” olarak bilinir.
İşte o peri, cinlerin, çok güzel oldukları kabul edilen, ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen, iyi niyetli ve insanlara yararlı işler yapan, kanatlı kızlarının genel adıdır. Nerede? Fars mitolojisi başta olmak üzere tüm Yakındoğu literatüründe! Yani, Amerikan çizgi filminde periler izleyen çocuğuna “Yok böyle şeyler bizde!” diye çıkışan baba bilmeli ki, “o şeyler” tam olarak buralarda doğmuştur! “Peri”nin İngilizcesi “fairy” diye yazılır, “feyri” diye okunur. Daha ne diyeyim? O baba ille de bir şeye takılacaksa, “Gözle görülmüyorlarsa, güzel olduklarını kim nereden biliyor?” gibi bir soruya takılsın. Onun cevabını ben de bilmiyorum.
BAL GİBİ DELİLİK İŞTE
Her ne ise… Biz bu kadar lafı niye ettik? Leyla ile Mecnun öyküsü acaba ne anlatıyor? Tasavvufçular, “ilahî aşk”tan dem vurabilirler. Zaten içinde varsa her yerde bunu görmek, her olayda bunu idrak etmek mümkün. Ama bu öykü, gerçek bir olay üzerine anlatıldıysa, ki öyle gibi görünüyor, görmek gerekir ki aşk iyi değil bela bir şeydir! Zaten metin içinde sık sık “bela” lafı geçer. Sahiden aşk delilik halinden başka en ki? İnsana mantığı, uygunu, doğruyu unutturan, yapmayacağı şeyleri yaptıran değil mi? Âşık olduğumuzda artık hangi hormonu salgılıyorsak, beynimizin neresini kapatıp neresini açıyorsak, açıkça saçmalamıyor muyuz? Mecnun işte bu yüzden esasında bir isim değil sıfat. Boşuna “cinlere karışan” anlamına gelmiyor.
KUTSAL DELİLER!
Bir başka önemli noktayı da hemen vurgulamak gerek. Gençler değil ama yaşı bir parça ilerlemişlerimiz mutlaka bilir, Anadolu dâhil, Ortadoğu geleneğinde, delilere, biraz “kutsal insan” gözüyle bakılır. Bu, çok ama çok eski bir geleneğin devamıdır. Sümer’den bu yana gelen “kutsal adamlar” geleneğidir bu. (Kutsal kadınlar da var ama onlar başka.) Kutsal adamların, çok tanrılı dönemde “tanrılara karışmış” kişiler oldukları, bu nedenle herkesten biraz farklı oldukları düşünülürdü. İslâmiyet sonrası bile bu adamların ağızlarından çıkan saçma sapan sözlerden anlam çıkarmaya çalışanlar çoktu, çünkü onlar, “Tanrı tarafından direnme cüretini gösteremedikleri ilahi bir otorite tarafından ele geçirilmiş” kabul edilirlerdi. (J.G.Frazer) Çıplak, pejmürde vs. dolaşan bu tipler hiç tuhaf karşılanmaz, yedirilir, içirilirdi. Hatta kadınlar, böyle adamlardan çocuk sahibi olmayı bile isterlermiş çok eskilerde. İşte o tiplerin de adı “mecnun” idi. Sonradandır mecnunların, düpedüz “meczup” olduklarının keşfi.
Hiç böyle kavuşamadı onlar
AŞK, BU DEĞİL, YAPMA GÜZEL
Peki insanı bu kadar rüsva edebilen, hatta öykümüzdeki gibi öldürebilen bir duygu, nasıl oluyor da vazgeçilmez, peşinde koşulan, uğruna ocaklar söndürülen bir şey olarak kalabiliyor? Bence uzak durmak, biyolojik olarak mümkün değil de ondan. Ha, belli ki bir de zevkli! Dumana, alkole, enfiyeye, çikolataya meyletmek gibi bir şey olabilir. Elimizde değil yani. Hormonsa, salgılanmasını engelleyemeyiz. Nörolojikse beynimizin takıntılarına söz geçiremeyiz. Ama çöllere düşmek de gerekmiyor bunun için. Ölmek hiç gerekmiyor. Nasıl olsa geçiyor. (Zavallı Mecnun, geçmesini görecek kadar yaşamamış belli ki.)
En iyisi sizi çok sevdiğim, Avni Anıl’ın nihâvend bestesiyle bildiğimiz, Rüştü Şardağ’ın yazdığı güfteyle selamlayarak kapatayım “delilik” celsesini. Aşkla yaşayın e mi? (Laf aramızda, en sevdiğim, muhteşem Birsen Tezer’in olağanüstü yorumudur, ondan sonra da Müslüm Gürses’inki gelir.)
Aşk bu değil, yapma güzel
Sen insanı güldürürsün
Sevişirken güzel güzel
Sen insanı öldürürsün.
bu hafta sonu hava ve deniz
NEŞELİ BİR HAFTA SONU
Evet neşeli bir hafta sonu çünkü hem kuzeyli rüzgârlar güçlü, hem buna bağlı olarak bunaltıcı bir hava yok. Zaten sıcaklıklar da fırın etkisi yaratacak türden değil. Yelken açacaklar, Pazar günü poyraza biraz dikkat edebilirler. Sandal, deniz bisikleti (bilmiyorum bu yıl kiralanmaktalar mı) vs. kiralayacakların da kesinlikle can yeleksiz açılmamaları gerektiğini bir kez daha hatırlatmış olalım. Sağlıcakla kalınız.
Paylaş