Başımıza gelenler

Hep kötü şey mi gelir başa? Ne münasebet?

Haberin Devamı

Başımıza gelenler

Neyleyim başsız heykeli. Foto Mika - Unsplash

BAŞ çok önemlidir. Dik tutarsan onuru ve zaferi, eğersen onursuzluğu veya yenilgiyi sembolize edersin. Bir yana yatırırsan uysallığı ve itaatkârlığı, öbür yana yatırırsan alçak gönüllüğü... Dik tutmanın da ölçüsü vardır. Abartırsan kibir olur. Tıpkı eğmenin, abartıldığında dalkavukluğa dönüşmesi gibi. Yukarıdan aşağıya salladığında onayı, iki yana salladığında reddedişi temsil eder. O kadar önemlidir ki, vücudun geri kalanı, sanki sadece baş yaşasın diye vardır.
Heykelleri düşünün mesela. Başı olmayanların kime ait oldukları arkeologlar arasında tartışılsa da çok güzel veya tuhaf olmadıkça beden bedendir. Ama baş öyle mi? Kişi, baştır. Bedeninin ne önemi vardır ki? Göbekli, göbeksiz, sarkık veya dik memeli, uzun bacaklı, kısa bacaklı, çıkık kalçalı, dar popolu, koca popolu... Ne önemi var ki bunların? Ölüp de heykelin dikilecek olursa, başındır seni kitlelere tanıtacak olan. Beden, başı taşımak içindir adeta. Bütün bedeni organize eden baştır. Baş yoksa beden ne yapacağını bilemez. Baş bozuksa, hasar görmüşse, beden de bozuk davranır, hasarlıdır veya hasar verir.

Haberin Devamı

BAŞÖĞRETMENİM ATATÜRK

Başın toplumsal önemi de çok yüksektir elbette. Baş, liderdir, önderdir. Nasıl ki beden, başı dinler, toplum da lideriyle birlikte hareket eder. Bu nedenle bizim başöğretmenimiz de Mustafa Kemal Atatürk’tür, başkomutanımız da. Çünkü bitmiş bir toplumu, yepyeni bir çağdaş devlet “başlatmaya” o muktedir olmuştur. Laik ve çağdaş Cumhuriyet’in ilk cumhurbaşkanı odur. Baş ne kadar iyiyse, toplum da o kadar iyi olur ve her şeye rağmen iyi kalır. Bakın Afganistan’a mesela. Bugün kendileri yüksek sesle söylüyorlar, “Keşke ‘başımızda’ bir Atatürk olsaydı!” diye. Keşke olsaymış.

Başımıza gelenler

Haberin Devamı

Başı önemli kılan içindeki tabii. Kurukafa değildir baş. Beyindir. Foto Fakurian Design - Unsplash

PEŞİ PEŞİNE BAŞ BAŞA

Toplumdan bireye dönmek gerek yeniden. Efendim yalnızlık, “bir başına kalmak”tır, hayatı zorlaştırır. O nedenle ikinci bir baş gerekir yalnız yaşamamak için. Bereket versin yok artık “başlık” parası. “Başgöz” etmek kolaydır artık çocukları. “Baş başa” verir iki baş ve yeni bir hayat “başlar”! Bu, bir “başlangıç”tır. Kimse kimsenin başını ağrıtmazsa, başladığı gibi güzel de biter evlilik. Kuşkusuz, öyle güzel evlilikler tam bir “başarı”dır. Tabii her şeyin başı sağlıktır, onu da unutmamak gerek.

BİZ GÂVUR DEĞİLİZ

Size saçınızı başınızı yoldurmadan başka bir konuya geçelim. Birazdan başladığımız yere döneriz nasıl olsa! Antik Yunan veya Roma dönemlerini anlatan filmlerde görürüz; örneğin iki kral karşılıklı kadeh kaldıracakları zaman, önce bir lokma yere dökerler ya hani, “Tanrılar için” diyerek, işte o gelenekten söz etmek istiyorum. Hani, filmlerde görünce “gâvur geleneği” zannettiğimiz şey. Biliyor musunuz? Hiç de gâvur geleneği falan değil, düpedüz Türk geleneğidir o!

Haberin Devamı

Başımıza gelenler
SAÇAR SAÇIYI GILGAMIŞ

Kanıtları, en eski yazılı kaynakları bize sunmuş olan ve medeniyetin başladığı kavim kabul edile Sümerlerde buluyoruz. Sümer’in kadim anlatısı Gılgamış Destanı’nda, anlatıya adını veren Kral Gılgamış’ın yukarıda anlattığımız şeyi sık sık yaptığına tanık oluruz.
“Gılgamış o dağın doruğuna çıktı,
Kavrulmuş undan saçı serpti Şamaş’a.”
(Gılgamış Destanı, Türkiye İş Bankası Kültür Yay. Ç. Sait Maden, XIV.Baskı, s.38)
“Saçı” denir Türklerde bu adete. Gılgamış, Güneş Tanrısı Şamaş’a saçı sunarak, ondan korunma, destek, gözetim, himaye, kutsanma, rıza vs. istemektedir. Destanın başka pek çok yerinde geçer bu.

KANSIZ KURBAN GELENEĞİ

Saçı, çok ama çok eski bir şaman geleneğidir ve gerek Sibirya şamanizminde, gerek Altay şamanizminde yeri vardır. Türk boyları da bunu her zaman uygulamıştır, bugün de uygulamaktalar. Şamanizm, “tanrı (tengri)” kavramından eskidir. Tanrılardan önce “ruhlar” vardı. Geçen yazıda konuşmuştuk hani, Avatar’daki gibi Ruhlar Ağacı aracılığıyla iletişim kurulan ruhlar vardı. Neredeyse tam olarak orada olduğu gibi, şaman, ki çoğunlukla kadındır ve genelde “kam” denir, ağacın yanında, ki Türklerde bu genellikle kayın ağacıdır, ruhlarla iletişim kurar. Bunun öncesinde ruhları memnun etmek için saçı saçar! Saçı, çoğunlukla hububat, yağ, süt veya alkollü içkiden oluşur. Ruhlardan korunma, gözetme istenir ve onların bu yolla memnun edildiği düşünülür.
Aslına bakarsanız Türklerde kurban, ikiye ayrılır. Kanlı ve kansız kurban. Kanlı kurbanı günümüzden biliyoruz, bir hayvan, ki Türkler eskiden bolca at kurban ederlermiş, halen devam eden bir gelenektir. Ama kansız kurban, biraz daha uysal, biraz daha huzurlu bir ortama vesile olduğu için daha yaygın. İşte saçı, kansız kurban uygulamasının ta kendisi! Atalarımız, “Madem ruhları memnun edeceğiz, ille de kan akıtmaya gerek yok, onlar sadece et mi seviyordu? Hububat da seviyorlardı, süt de seviyorlardı, kımız da seviyorlardı” diye düşünmüş olmalılar.

Haberin Devamı

Başımıza gelenler

Doğanın en güzel hediyelerinden. Foto Melissa Askew - Unsplash

TÜRKLERİN (İÇECEK DEĞİL) İÇKİLERİ

Öyle bir kitle var biliyorsunuz; sanıyorlar ki Türkler tarihleri boşunca ağızlarına içki sürmemiş! Yok öyle bir şey. Türklerin içkileri belli: Kımız (ekşitilmiş sütten yapılır), saba (ıslatılmış arpayla kavrulmuş yulaf ununa su katılmasıyla yapılır), potko (su, arpa unu ve süt karışımından yapılan bulamaç kıvamında bir içkidir). Bunlar, önceleri ruhları, sonraları tanrıları ve nihayet Gök Tengri ile Yer Tengri’yi memnun etmek kullanılan saçılardandır. (Bugün olsa eminim kımız da yüksek vergilere maruz kalacağı için saçı olarak kullanılmazdı.)
Diğer saçılar, az önce de söylediğimiz gibi hububattan ibaretti. Diğer adıyla tahıl. (Hububat, Arapça “tane” anlamına gelen “habbe”nin çoğulu.) Kâşgarlı Mahmûd’un Divânü Lugâti’t-Türk’ünden öğrendiğimize göre bütün tahıllara verilen genel isim “tarıg”. Buğday yerine neredeyse hep tarıg kullanılmış. Bu sondaki “g” harfi zaman zaman düşmüş, “tarı” olmuş. Tahıl nedir? Buğday, arpa, mısır, yulaf, çavdar, pirinç vs. İşte bunların hepsine birden tarı demişiz bir zamanlar. Tabii o baştaki “t” harfi de yumuşayıp “d” olunca, dilimize yerleşmiş darı.

Haberin Devamı

Başımıza gelenler

Mısıra darı denmesi tamamen bir yanlışlık. Foto Virgil Cayasa - Unsplash

MISIR MI YANİ ŞİMDİ BU?

Adana’da geçen çocukluğumda darı dendiğinde “mısır” anlardık. Yazları her yerde “kaynamış darı” satılır. Darının mısır yerine kullanılmaya başlaması, aslında tamamen yanlışlık eseri! Efendim, 1492’de İspanya’dan batıya yelken açan Kristof Kolomb, Yeni Dünya’ya varınca pek çok yeni şey gördü Avrupa’da veya Asya’da olmayan. Tütün mesela. Yani bunca sigara tiryakisi, Kolomb’a borçlu. (İşin şakası tabii. Kolomb gitmeseydi Amerika bulunmayacak mıydı sanki?) Bir diğer yeni şey de mısır bitkisi idi. Aldı yanında getirdi, herkes bayıldı mısıra. (Yani patlamış mısırı da Kolomb’a borçluyuz bu durumda.) Sonra karşılıklı seferler arttıkça mısır tarımı gelişti. Osmanlı’ya mısır, 17. yüzyılda Mısır eyaleti üzerinden geldiği için ona “Mısır Bağdayı” dendi. Tabii buğday yerine daha çok “darı” sözcüğünü kullanan Türkler arasında bu, “Mısır Darısı” olarak yayıldı. Anavatanı Amerika kıtası olan mısır dünyaya yayılırken, biz ona yanlışlıkla mısır darısı dedik ve zamanla sondaki darı lafını da etmez olduk. İşte mısır ile darının aynı şeymiş gibi algılanması, bu yanlış isimlendirmenin torunudur.

Başımıza gelenler

Birçok çeşidi var mısırın. Foto Bart Heird - Unsplash

BENİM DE HANEM BEREKETLENSİN!

Dönelim saçıya... Bazı kaynaklarda Türklerin Orta Asya’da iken saçı olarak mısırı da kullandıkları yazıyor. İnanmayın. Mısır yoktu Asya’da. (Kimi mısır alt türleri olduğu ileri sürülse de kanıtlanmış bir kullanımı yoktur ve hele de ortalığa saçacak kadar bol mısır olmadığı kesindir!) Mısır yoktu ama Türkler vardı. Türkler Anadolu’ya geldi, gelirken saçı geleneklerini sürdürdüler. Tabii Asya’dan Anadolu’ya gelirken, yolda İran yaylasında Müslüman oldukları için, “tanrıları memnun etmek” geleneği, yerini sadece bolluk ve bereket istemine bıraktı. Bu da, yeni ev kuranlar, yani evlenenler için devam etti. Bugün düğünlerde evlenen çiftlerin kafasına (başına) pirinç, buğday, mısır vs. “saçıyoruz” ya hani... İşte o, binlerce yıl öncenin şaman saçı geleneği. “Saçıyoruz böyle bol bol, hayat da size bolluk, bereket getirsin” anlamındadır bu gelenek bugün. Ne saçıyoruz? Tahıl. Bir zamanlar ne diyormuşuz tahıla? Darı! İşte o yüzden evlenenlere bakıp bakıp iç geçirir Türk bekarları: “Darısı başıma!” (Bu lafın başka dillerde karşılığı yoktur, çeviremezsiniz de. Bir tek “sana da aynısı kardeş” dersiniz, o kadar.) Yani o darı, mısır değil, tahıldır. Yani “Umarım ben de bir eş bulur evlenirim, benim de başımdan aşağı tahıllar saçılır, hanem bereketlenir” diye düşünmektir arka planı. İşte o yüzden baş kadar önemli bir şeyin üzerine darı saçılır. Demem o ki, “darısı başıma” derken, ne istediğimizi bilmek iyi olur.

BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ

FERAHÇA

Rüzgâr Güney Marmara’da poyrazdan ve canlı estiği için, 30 derece santigrat dolaylarındaki gündüz sıcaklıklarında ferahlamak mümkün. Geceleri zaten 20’nin altına düştüğü için fazla sıkıntı yok. Yağış bu ara beklemiyoruz. Yelken açmak isteyenler için de canlı poyraz, kaçırılmayacak bir keyif fırsatı sunuyor. Sağlıcakla...

Yazarın Tüm Yazıları