Paylaş
Ortaya çıktığı günden bugüne (yani binlerce yıldır) hakkında en çok konuşulan, ciltler dolusu kitap yazılan yolculuklardan biri hiç kuşku yok ki Odysseus’un macerası, başka deyişle Homeros’un Odysseia adlı destanıdır. Klasik Batı kültürünün temel taşını, Homeros’un İlyada ve kronolojik olarak onu takip eden Odysseia destanları oluşturur.
Odysseus’un yolculuğu aşağı yukarı böyle bir rota izler. Yani tüm akdeniz’de dolaşmıştır.
KISACA HATIRLAYALIM ÖYKÜYÜ
Bilmeyenler için hemen hatırlatalım ki bütün bu hikâye Troya Savaşı ve sonrasıyla ilgilidir. Malum, Troya Kralı Priamos’un oğlu Prens Paris, Yunan karasındaki Akhaların soylu beylerindern Menelaos’un karısı güzel Helena’yı kaçırır. (Belli ki Helena da ona karşı boş değildir.) Bunun üzerine bütün Yunan orduları birleşip bu hakarete karşı taarruz ederler ve hedefleri, Troya’dır. Troya Savaşı, bugünkü bilimsel çalışmaların sunduğu verilere göre tam olarak MÖ 1188 yılında gerçekleşir. (Gerçek savaşın nedeni bir kız kaçırma öyküsü müdür, bunu bilmemiz mümkün değil ama bir savaşın olduğu kesin.) Bu savaş 10 yıl sürer. Yunanlı ordular artık tam yenilip evlerine dönmeye hazırlandıkları sırada yine Yunanlı, İthake Kralı Odysseus devreye girer. Aklına, yenilgi ve barış hatırası olarak bir tahta at hazırlayıp Troyalılara hediye etme kurnazlığı gelir. Kurnazlıktır bu çünkü atın içine birkaç asker yerleştirilir, tahta at Troya’nın içine girdiğinde, gece vakti içindeki askerler dışarı çıkıp kentin kapılarını açarlar ve içeri giren Yunanlılar, zafer sarhoşu Troyalıları fena bozguna uğratırlar. Troya yakılıp yıkılır. İşte Odysseia, tahta atın mucidi kurnaz Odysseus’un eve dönüş macerasıdır. Odyysseus, karısı Penelopeia (biz Penelope diyelim)’dan ayrıldıktan tam 20 yıl sonra evine döner. (Dönünce de karısına musallat olan bir sürü adamı öldürür.)
Aslında öykü, bugünkü anlayışımıza göre muazzam bir macera ve bilim kurgu filmi tadındadır. Gerçeküstü olaylar, acayip yaratıklar, periler şunlar bunlar işin içindedir ve tadına doyulmaz bir akışı vardır. Lafı kısa kesip, kendi konumuza dönmemiz lazım artık, yoksa Troya Savaşı ve Homeros üzerine yazılmış bilimsel bir teze dönüşme riski var.
SATIR ARALARINDAKİ SIRLAR
Efendim Odysseus’un eve (karısına) dönüş macerası çok çetrefillidir. Odysseus ve beraberindekilerin başlarına gelmedik kalmaz. Bizim kültürümüzdeki tepegözlerin eşdeğeri olan kikloplar mı istersiniz, büyülü yaratıklar mı, cadılar mı, ne ararsanız vardır. Üstelik, eve dönüş macerası, neredeyse Akdeniz’in tamamını kapsar. Zavallı denizcilerin gemileri, rüzgâr ve akıntılarla oradan oraya sürüklenir, bir türlü eve gidemezler yıllarca. Bu açıdan, denizcilik tarihi açısından da muhteşem bilgiler sunmaktadır bu destan. Tabii, satır aralarını iyi okumak kaydıyla… İşte bu maceranın bir yerinde, Odysseus ve adamları, ölüler diyarına girip çıkarlar. Geri dönebildikleri için onları takdir eden Kirke adlı bir tanrıça (insanları vahşi hayvanlara çevirme yeteneği vardır) devreye girer. Bir adada yaşamaktadır, oraya yine kazara gelen bizimkilere bazı önerilerde bulunur. Şimdi buraya dikkat!
ASLINDA KUŞTULAR, GEMİCİLERE UÇTULAR!
Eve dönüş yolu üzerinde (yani rota üzerinde) gemi, meşhur Sirenler’in adasının yanından geçecektir. Sirenler, bugünün anlayışında denizkızına dönüşmüştür. Hani pek çok filmde vardır ya, altları balık ama üstleri mükemmel güzellikte genç kızlar… Fakat onlar, kültür onları ortaya ilk çıkardığında balık falan değil, kuş biçimliydiler. Başları genç kız ama gövdelerinin geri kalanı kuş! Çok saçma değil mi? Saçma maçma, efsane böyle. Mitoloji, insanın hayal gücüyle ilgili bir şey. Orta Asya Türk kültüründe de doğadışı canlılar var, onları başka bir yazıda konuşuruz.
BÖYLE ANLATMIŞ HOMEROS
Efsaneye göre Sirenler, harika şarkılarla yanlarından geçen denizcileri büyüler, kendilerine çeker, bu sese kapılıp kayalara bindiren gemicilerin sonu da felaket olur. İşte kraliçe mi, tanrıça mı, ne olduğu tam kestirilemeyen Kirke, Odysseus ve adamlarına, Sirenlere karşı dikkatli olmalarını öğütler. Odysseus’a şöyle der:
“...şimdi kulak ver sen benim diyeceklerime,
hep hatırlatsın bir tanrı sana bu dediklerimi:
Sirenlere varacaksın sen en önce,
onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,
kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,
bir daha onu evinde ne karısı karşılar, ne çocukları.
Sirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,
çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,
bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,
büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.
Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,
tatlı balmumuyla tıka ki, onların sesini dinlemesinler,
istersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,
hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar
kollarından bacaklarından orta direğe,
ondan sonra dinle Sirenleri doya doya.
Ama dostlarına yalvarır da dersen ki, ne olur iplerimi çözün,
bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı.” (Odysseia/Homeros, XII. Bölüm, Ç.: Azra Erhat, A.Kadir, Can Yay., 11. Basım, 2000)
Odysseus Sirenlere böyle direndi.
ÇIKARTILACAK İLK DERS
Odysseus aynen Kirke’nin söylediklerini yapar ve yoluna devam eder. Ama Sirenler’i dinlerken epey zorlandığını da söyleyelim. Buradan alınacak pek çok ders var ama biz sadece birini söyleyip devam edeceğiz. Diyor ki efsane, Sirenler diye birileri var. Bunlar kuş da olsa dişiler. Sen erkek olarak bunların yanından geçerken seslerinin güzelliğiyle (sonraki anlatımlarda fiziksel güzellikleriyle) büyülenebilirsin, dikkat et. Kendine hâkim ol! Kimse tutup, “Birileri şu Sirenler’i kafese kapatsın, kutuya soksun, seslerini kessin, vursun, öldürsün, kafasına yorgan örtsün” dememiş. Denmiş ki “kendine hâkim ol. Olamayacak gibiysen kendini bağlattır. Yalvarsan da yolundan dönmene izin verilmesin.” Bana çok anlamlı geliyor. Ya size?
İSİDORUS EFENDİ’NİN SÖYLEDİKLERİ
MS 6. yüzyılın sonu ile 7. yüzyılın başında yaşamış Sevillalı İsidorus diye bir adam var. Pek çok konuda eser vermiş bilge biri. (Bilgeliğini tartışacak değiliz, söylediklerine katılmak zorunda da değiliz ama oturup bir sürü şey üretmiş sonuçta.) İsidorus’un, Etimolojiler diye bir eseri var. Orada şöyle diyor Sirenler hakkında:
“...Kanatları ve pençeleri olan, yarı genç kız yarı kuş Sirenler’in de üç tane olduğu düşünülür. Biri şarkı söylüyor, biri kamış düdük, biri lir çalıyordu. Şarkılarıyla gemicileri kayalara çekip kaza yaptırıyorlardı. Aslında, Sirenler fahişeydiler: Deniz yolcularını sefalete sürükledikleri için, onları kazaya sürükledikleri düşünülmüştür.” (Alıntı: Çirkinliğin Tarihi, Umberto Eco, Doğan Kitap, 1. Baskı, 2009, s41)
Odysseus’un Sirenlere direnme öyküsü, MÖ 5. yüzyılda yapılmış bir vazonun üzerine böyle yansımış.
O KADAR ÇOK SİREN VAR Kİ
Bu benzetmeler, simgesel anlatım yani alegoriler, size de bana olduğu gibi bir sürü şey çağrıştırmıyor mu? Bir şeylere, birilerine kapılıp giden, hayatını mahveden, sefalete düşen insanlar mutlaka duymuş, görmüş veya tanımışsınızdır. Erkekler için güzel kadınlar, kadınlar için yakışıklı erkekler, hepimiz için lüks tüketim, israf, kumar, uyuşturucu hatta bazen hayallerimiz… Yaşı müsait olanlar hatırlar, sülün Osman diye biri vardı İstanbul’da yaşayan. Tarihin en büyük dolandırıcısı diye geçer. 1984’te vefat etti. İstanbul’a gelen saf ve paralı insanların elinden ne kadar parası varsa alırdı. Nasıl yapardı biliyor musunuz? Meydandaki saatleri, Galata Köprüsü’nü, İstanbul’un vapurlarını falan satardı saf insanlara. “Bunlar benim, istersen satarım sana” derdi. Garibanlar da ona inanıp, elinde avucunda ne kadar varsa verirdi. Vapur sahibi olduğunu sanan saf göçmen de, kısa süre sonra kendisine ait olduğunu düşündüğü vapura bindiğinde dolandırıldığını anlardı! Şimdi Sülün Osman’ın bir “Siren “ olmadığın kim iddia edebilir?
AKLI KULLANMAK GEREK
Bir dönem Türkiye’de “Nataşa akını” yaşanmıştı. Ne ocaklar sönmüştü, hatırlayanlarınız vardır. Sönen ocakların kahramanı olan adamlar, kendilerini o direğe bağlayamadıkları için sefalete sürüklenmediler mi? Ya da at yarışında gerçek anlamda servet tüketenler, yasa dışı masalarda kumara çoluk çocuğunun rızkını gömenler, kulaklarını tıkamayı ve direğe bağlı kalmayı başaramamış olanlar değil mi? Çok yakın zamanda Boğaziçi Üniversitesi’nin bir öğrencisi, kendisini Hızır Aleyhisselam olarak tanıtan bir seyyar satıcıya on binlerce lirasını kaptırmadı mı? (Nasıl Boğaziçili anlayamadım ama…) Ayranı yokken içmeye, durmadan yeni cep telefonu, daha büyük televizyon vs. için borca girip duranlar da aynı kefede değerlendirilse çok mu yanlış olur? Ah tüketim çılgınlığı ah! Ah o cafcaflı reklamlarla evimize giren Sirenler ah!
NE ÇOK MESAJ
Demem o ki, mitolojinin kendisi saçma gelebilir elbette. Ama can gözüyle okursak, belki de bugüne ulaşan çok sayıda güzel mesajı vardır bunların, ne dersiniz? Doğru yoldan ayrılma kazalarının yaşanmayacağı bereketli ömürler dilerim efendim. Kalın sağlıcakla… Bu arada, herkse iyi bayramlar dilerim.
BU HAFTA SONU HAVA VE DENİZ
AÇIK VE SICAK
Hava gayet sıcak, rüzgâr hafif. Güneş’in etrafı iyice ısıttığı öğle saatlerinde, tipim meltem özellikleriyle kıyılarda kuzeyli rüzgârlar beklemek normal ama öyle sıkıntı verecek bir hava olmayacak çünkü sistemin kendi içinde rüzgâr yok. Yağış beklenmiyor. Hava sıcaklığı da 30’un üzerinde. Deniz suyu ise 22-23 derece santigrat. Yani denizden faydalanmak için güzel zamanlar. Aman diyeyim dikkatli oluna, bir araçla denizin üzerinde gezilecekse can yeleği takıla… Neşeniz daim olsun.
Paylaş