Paylaş
Kitaplardan, sergilerden, müzelerden, hemen her türlü kültür ve sanat kaynağından kopuk, kendini çocuklarına ve ev işlerine vakfetmiş olarak sürdürüyordu yaşamını. Ta ki bu sorular kafasını kurcalayana dek…
Ne çok şeyden mahrumdu halbuki…
Bir müzeyi gezerken onun kültür birikiminin içinde yoğrulmak...
Bir sanat eserini seyrederken onun yaratım sürecini oluşturan duygu ve biçim değerlerinde kendini yeniden keşfetmek…
Peki ya kitaplar?
Şöyle, okurken hissiyat ve fikir ırmağında akarak başka dünyaları yaşamak…
Sıradan bir hayatı, başkalarının birikimleri ile zenginleştirip özelleştirmek…
O zenginliği çocuklarına ve topluma yansıtabilmek…
Bu kışkırtıcı duyguyu hiç değilse arada bir yaşamaya değmez mi hayat?
*
Gelişmiş ülkelerde sanat ve kültür adına neler yapılmış, bir göz atalım…
Sanayi devi Japonya’da son 30 yılda 200 yeni müze kurulmuş.
Almanya 80’li yıllarda 300 yeni müzeye kavuşmuş.
İngiltere’de ise bu konuda rekor yaşanmış; zira her 18 günde bir müze açılmış.
Sanat ve kültürün sadece yatırımı değil, kazancı da var. Sadece Marc Chagall sergisini görebilmek için Philadelphia’ya akın eden halk ve turistler müzeye 7.5 milyon dolar gelir getirmiş.
Halk talep ediyor, deliler gibi giderek destekliyor bu müzeleri, sergileri ama durum bununla sınırlı değil…
Amerika’da sadece 1988 yılında 55.483 farklı kitap basılmış. 1990’lara doğru Amerikalılar kişi başına 3 kitap satın almışlar.
İnsanlar okuyor. Uzun şehir dışı ve şehir içi otobüs yolculuklarında, metrolarda, parklarda, evlerinde sürekli okuyor.
Batının çoğu ülkesinde durum bu. Üstelik bu rakamlar katlanarak artıyor.
Bu istatistikleri veriyorum; kültür ve sanat konusunda batının yıllar öncesini nasıl yakalayabileceğiz, onun tartışmasını başlatalım diye.
*
Kültür ve sanatla yoğrulan insan rafineleşir.
Bu iki kavramdan korkmak, kaçmak, uzak durmak kendini reddetmektir.
Birlikte gülüyor, ağlıyor, heyecanlanıyor, benzer şeyleri düşünüyor, avuçlarımızdaki kelebekleri alkışlarla uçuruyorsak “birlikte yaşama arzusuna tutunuyoruz” demektir.
Bu arzuyu canlı tutmak, ilişkilerimizi korumak, onarmak ve yeni ilişkiler kurmak için kültür ve sanatın ta kendisi gerekir bize.
İnsani değer ve ilkelerimiz oluşabilsin diye...
Çünkü “insanca bir ömür yaşadım” diyebilenlerin bazı insani değer ve ilkelerden hiç vazgeçmediklerini gördüm.
Bence öne çıkanlar şunlar:
ADİL OL… Kendine, yakın çevrene ve tüm insanlara karşı adaletle yaklaş.
İyilik yapmak için fırsat kolla. İyilik yapabilecek kadar KUVVETLİ OL. İyiliği, barışı sürekli kılmak bu kuvveti hissedenlerin yapabileceği bir şeydir çünkü.
Ve çaresizliğe KARŞI KOY.
İşte bu an, bu zaman… İnsanca yaşamanın, insan oldum diyebilmenin zamanı.
Açlıktan kıvranan, soğukta titreyen bir çocuğun ellerini tutup ısıtmak için kalbimize götürmenin zamanı...
Bunu yapabilen insanların çıkış noktası hep aynı: Kültürel birikimlerini kitaplar, kültür ve sanata bakışlarıyla kazanmışlar.
İşte bu yüzden yüce kitap Kuran-ı Kerim’in ilk emri, “OKU”...
Paylaş