Paylaş
Mensup ve sempatizanlarının bile çoğunu şaşırtan kirli gerçekler ortaya çıkıyor, bunların öğrenilmesini hiç olmazsa sınırlamaya çalışıyor.
Burada en önemli sorun zihinlerin “farklı” alanlara, farklı fikirlere ve ‘istenmeyen’ gerçeklere kapatılarak şartlandırılmasıdır. Tarikat ve cemaatlerin birçoğunda bu beyin yıkama “mistik” unsurlar kullanılarak yapılıyor... Siyasi ve ideolojik hareketlerde ise “tek doğru biziz” şartlandırılmasıyla zihinler bağımlı hale getiriliyor.
Maalesef bu yaygın bir zihniyet sorunumuzdur.
DEVLETTE ÖRGÜTLENME
Gülen cemaatinin bu kadar okumuş insana cazip gelmesinin bir sebebi ona doğaüstü vasıflar izafe edilmesinin yarattığı mistik büyülenmedir. Fakat bütün mistik cemaatlerde böyledir.
FETÖ hareketinin en önemli özelliği, eğitim yoluyla ve kamudaki örgütlenme ile onbinlerce fakir aile çocuğunu yüksek statülere getirerek “yukarı hareketlilik” sağlamasıydı.
Bunu hiçbir cemaat, tarikat yapamadı.
Devleti ele geçirmek gibi korkunç bir güç hırsına kapılmadan sadece eğitim sahasında kalsaydı yaşanmakta olan facialar olmazdı.
Fakat dinle siyaset ve devleti ayıramamış olması, güç hırsını ve cemaatin toplumsal enerjisini devlette gizli örgütlenmelere yönelterek facialara sebep oldu.
‘MÜRİTLER UÇURUR’
Buna bir “örnek olay” gibi bakarsak birçok zihniyet sorunumuz görülür: Evvela “kişilik kültü”ne olan aşırı yatkınlığımız... “Şeyh uçmaz müritler uçurur” şeklindeki atasözümüz, ruhani hayatta olsun, siyasette olsun peşinden gittiğimiz insanları “uçurmaya” ve onlara “mürit” gibi bağlanmaya ne kadar yatkın olduğumuzun bir ifadesidir.
Diğer önemli bir gerçek, din ile devleti eklemleyerek düşünme alışkanlığımızdır. Bugün ilahiyat hocaları cemaat ve tarikatların birçoğunun devlette mevki, makam, imtiyaz elde etmeye çalıştığını yazıyor.
Zihin dünyamız “özgürlük” değil, “devlet” odaklıdır, “sivil” değerler bizde yeterince gelişmemiştir. Bu yüzden “devleti ele geçirmek” yahut devletteki “kaleleri korumak” bütün siyasi akımlar için aşırı derecede önemlidir.
Halbuki gelişmiş demokrasilerde iktidarlar gelip giderler, devleti ele geçirmek, devlet kurumlarında kadrolaşmak akıllarından bile geçmez, bunu yapamazlar da...
DÜŞÜNMEK Mİ, COŞMAK MI?
Liberal Fransız filozofu Raymond Aron, 1954’te yazdığı “Aydınların Afyonu” adlı eserinde, Fransızların fikirlerle düşünmek yerine “fikirlerle sarhoş oldukları”nı anlatarak bunu eleştirmişti.
Bizdeki “hamaset” söylemine bakın, zihniyet gelişmemiz 21. yüzyılda hâlâ o aşamada! Yüce bir kişiliğin emrine girip uçsuz bucaksız “dava”lar için seferber olmak bizi adeta sarhoş etmiyor mu?
Gülen hareketi Türkiye için çok ıstıraplı, çok ağır maliyetli, 15 Temmuz’da da kanlı bir tecrübe oldu. Kurunun yanında birçok yaş da yanıyor.
Bireysel fiilleri suç olanlarla, içyüzünü bilmeden iyi niyetle geçmişte sempati ilişkisi kurmuş olan gençleri, gazetecileri, akademisyenleri, işadamlarını ayırmak ve onları topluma kazandırmak gerekir. Artık fertlerden adanmışlık isteyen, kendi içinde hür düşünce ve davranışa yer vermeyen, gizli kapaklı yapılardan sakınmak gerektiğini öğrenmiş olmalıyız.
Bunun olmazsa olmak şartı, zihnimizi farklı fikirlere, yaşantımızı farklı sosyal çevrelere açmaktır.
“Kuvvetler ayrılığı” gibi hukuk devletinin ve adaletin önşartı olan temel bir kavram bile hâlâ genel siyasi kültümüzde çok cılızdır; zihinlerimizi açmadan nasıl öğrenebiliriz, nasıl özümseriz, nasıl buluşlar yapan, patentler üreten gelişmiş bir ekonomi olabiliriz?
Paylaş