Paylaş
İlahiyat fakültelerinde felsefeyi kaldıran yeni müfredatın YÖK’teki oylamasında “hayır” oyu kullandı. Uzun bir de “karşı oy yazısı” yazdı.
Prof. Günay yazısında YÖK’ün bütün ilahiyat fakülteleri için böyle merkeziyetçi bir karar almasının “akademik özgürlük” ve “üniversite özerkliği” kavramlarına aykırı olduğunu belirtiyor. İbni Rüşd’den alıntılar yaparak, felsefenin tarihte İslam düşüncesinin zenginleşmesindeki rolünü anlatıyor. Felsefeyi dışlamanın doğuracağı olumsuz sonuçlara dikkat çekiyor, şöyle diyor:
“İlahiyat fakülteleri sadece İslam inanç ve ibadet öğretimi veya saf dini ilimlerin eğitimi ile kendisini sınırlayamaz.”
Analitik düşüncenin gelişmesi için felsefenin gerekli olduğunu anlatan Prof. Günay, felsefeye şöyle bir tanım getiriyor:
“Konusu cisimlerin hareketi olan fizik, canlı doğayı inceleyen biyoloji olduğu gibi, Yunus’un ‘İlim ilim bilmektir’ mısraında işaret ettiği, konusu ilim olan ilim de felsefedir.”
Gerçekten “ilim” hakkında böyle bir felsefi kavrayış olmadan “İslami ilimler” nasıl yapılabilir?... Maalesef ancak nakilcilikle...
BİLİM ANLAYIŞI?
Nitekim İslam tarihinde, Avrupa rönesansına ve bilim devrimine zemin hazırlayan büyük bilimsel ve felsefi atılımlara “ilim” denildiği gibi, “israiliyat” denilen hurafelere de “ilim” denilmişti. Onun için, meselenin temelinde ”bilim anlayışı” vardır.
Malatya İnönü Üniversitesi’nden bazı ilahiyatçı akademisyenlerin konuyla ilgili bir açıklaması geldi. Kaldırılan ve artırılan derslerin bir dökümünü yapıyorlar, şöyle diyorlar:
“Netice olarak, nakli ilimler artırılırken akli ilimler azaltılmıştır!”
Nakli ilimler, yani Kuran, hadis ve din büyüklerinden nakiller yapılmasıyla yetinilmesi.
Kâtip Çelebi’nin Mizan adlı eserinden alıntı yaparak, Osmanlı medreselerinden akli ilimlerin kaldırılmasının doğurduğu sonuca dikkat çekiyorlar.
İlahiyatçı Yard. Doç. Dr. Saffet Kartopu da “araştırma yöntemi ve teknikleri” dersinin kaldırılmasını, haklı olarak, özellikle eleştirerek şöyle diyor:
“Programın getirdiği insan modeli sığ, kalitesiz, ezberci, dünyaya kapalı, estetik zevkten yoksun, anlamadan inanan, sadece itaati önemsemiş, dogmatik ve fanatik insan tipidir.”
Kartopu’nun biyografisine baktım, doktora konusu “Kaygının Kader Algıları İle İlişkisi” imiş. Gel de felsefe, psikoloji ve kelam bilimlerini birleştirmeden yaz bakalım!
BİLİMDEN KOPUNCA
Din, gelenek, felsefe, bilim ilişkilerine ilgi duyan okurlarıma, ilahiyatçı Prof. Mehmet Said Hatiboğlu Hocamızın eserlerini, özellikle de “Kültürel Mirasımızı Tenkid Zarureti” adlı kitabını tavsiye ederim: Güneş batmış, ikindi namazının vakti geçmiş; bir rivayete göre Peygamberimizin, öbür rivayete göre Hz. Ali’nin ikindi namazını kılması için güneş “battığı yerden” çıkıp gelmiş, onlar ikindi namazını kıldıktan sonra gidip tekrar batmış mübarek güneş!
Gelenekteki böyle örnekleri “nakleden” Hatiboğlu Hoca soruyor: Bunları yazanlar aynı çağda yaşadıkları İbni Sina ve Biruni gibi bilginlere sormayı hiç düşündüler mi? Hayır, diyor Hatiboğlu, hiç sormadılar, hiç danışmadılar.
Çünkü “dini ilimler”le “akli ilimler” böylesi kopmuştu!
Hatiboğlu Hocamız, İbni Sina’yı tekfir eden (dinden çıkmış sayan) ulemadan örnekler veriyor! Dini ilimler akli ilimlerden kopunca neler olmuş, görüyorsunuz.
Peki ya bilimlerin böylesine geliştiği çağımızda neler olur?!
YÖK’ün bu kararı kaldırmasını diliyorum.
Paylaş